ABD Dışişleri Bakanlığı yeni yaptığı resmi bir açıklamada "PYD otoriteleri"ni "insan haklarına" saygı duymaya davet ediyor. Bu eleştiri mesajının bir "alt metni" var mı? Örgüt bir taraftan kınanırken diğer yandan meşru otorite/siyasi muhatap olarak mı tanınıyor? ABD kınama mesajında, aslında PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD ile siyasi ilişki kurmak için gerekli gördüğü şartları mı sıralıyor?(1)
Soru listemiz uzun ve önemli. ABD Dışişleri Bakanlığı, PYD’yi Amude kasabasında Esed karşıtı gösteri yapan topluluğu tarayarak ölüm ve yaralanmalara sebebiyet verdiği için eleştirdi. Bu mesajın bir "alt metin" taşıdığını düşünmemizin sebebi, PKK ve Suriye meselesi arasında zaman zaman altını çizmeye çalıştığımız ilişki. PKK, uzantısı PYD aracılığıyla Suriye’de özerklik ve imkân bulursa daha ileri bir statü elde etmek için uğraşıyor. Bu gerçekleşirse, PKK’nın silah bırakacağı günleri görmek bütünüyle hayal olacak.
Çünkü PKK, kendini feshetse bile militanlarının bir kısmını silahlı olarak PYD’nin denetleyeceği bölgede tutabilecek. PYD üzerinden sırtında terörist yaftası olmaksızın dünya ile ilişki kurabilecek. Hele ABD tarafından muhatap alınmayı başarırsa, uluslararası alanda ciddi bir meşruiyet zeminine kavuşacak. Üstelik örgüt tüm bunları yaparken silahlı varlığını da koruyabilecek.
PKK/PYD’nin kafasında muhtemelen Barzani’nin 2003’ten sonra izlediği yol haritası var. Irak’ın işgali sonrasında ABD’yi hedef alan Sünni Arap direnişinin merkezlerinden biri Felluce’ydi. Peşmergeler, Amerikan ordusu ile beraber şehre girip isyanı bastırmak için Sünni Araplarla savaştı. Kuzey Irak’ta Barzani’nin elde ettiği statü biraz da ABD’ye verilen bu destek sayesinde mümkün oldu.
Bugün Suriye’de ABD, temel tehdit unsuru olarak Nusra Cephesi gibi el-Kaide bağlantılı grupları görüyor. Ülkeye ABD askeri sokmadan bu tehdidi nasıl bertaraf edeceğini düşünüyor. Suriye muhalefetinin bileşenlerine Nusra Cephesi’yle ortak düşmana, Şam rejimine karşı savaştıkları için fazla güvenmiyor. Omuz omuza ölümle yüzleşmiş insanlar karşı karşıya kolay gelemez, çatışma yaşansa bile bu ciddi düzeylere ulaşmaz diye düşünülüyor. Amerikalılar da, her zaman açıkça ifade etmeseler de, muhalefetin kimlik dokusunun el-Kaide’ye karşı mücadeleyi olumsuz etkileyeceği kanaati hâkim.
Nusra Cephesi ile bir müddet çatışan PYD ise, seküler özelliklerini vurgulayarak Batı’nın işbirliği yapabileceği makul aktör görüntüsü verebilmek için çok çalıştı. Elindeki silahı ABD’nin düşmanlarına doğrulttuğunda meşruluk kazanacağını düşünüyor. PKK/PYD’nin Kuzey Suriye’de, dünyanın meşru kabul ettiği bir özerklik statüsü elde ettiğini ve buna dayanarak sınırlarımızda askeri güç bulundurduğunu düşünün. Öcalan’ı lider kabul eden bu yapı orta yerde dururken PKK’nın silah bıraktığını nasıl söyleyebileceğiz?
PYD terör örgütü kabul edilmeyeceği için Türkiye’nin Kandil’e olduğu gibi askeri müdahalelerde bulunması da kolay gözükmüyor. Buradaki silahlı unsurlar Türkiye’de belirli bir müddet terör faaliyetlerine girişmeseler bile Güneydoğu üzerindeki örgüt baskısının korunmasına katkı sağlayacaklar. O zaman terörün yıktığı köprüleri nasıl tamir edecek, bölge insanını Türkiye’nin bütünüyle kucaklaşmaya nasıl teşvik edeceğiz?
Türkiye’nin "süreci" başlatırken bu ihtimali de dikkate almış olması lazım. Ancak, hesap muhtemelen Esed’in gideceği ve Türkiye’nin yeni Şam yönetimi üzerinde hayli etkin olacağı bir senaryoya göre yapıldı. Oysa sahadaki gelişmeler daha farklı bir doğrultuda ilerliyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı mesaja yukarıda çizmeye çalıştığım çerçevenin içinden baktığımızda tedirginlik verici noktalar iyice göze batıyor. ABD, PKK ile bağlantısı ve Türkiye’nin muhtemel itirazını göz önünde bulundurarak şimdiye kadar bu örgütle açık temasta bulunmadı. PYD lideri Salih Müslüm’ün ABD’yi ziyaret için yaptığı vize başvurusu cevaplanmadı. Son açıklamayı okuyunca, ister istemez acaba bu tavır değişiyor mu sorusu akla geliyor. Eğer öyleyse, önümüzdeki haftalar hem Suriye hem de PKK meselesinde yeni ve Türkiye için orta vadede vahim sonuçlar doğurabilecek gelişmelere gebe demektir...