“Açe Yerçizimi” adı altında yaklaşık 10 aylık bir çalışmayı bugünlerde bitirdik. Açe Coğrafyası’nı yazarken amacımız İslâm coğrafyasına yerli zihniyetle bakarak yerli bir İslâm düşüncesi kazanmanın temelini atmak idi. Özellikle din davası güdenlerin uyanması ve kendine gelmesi amaçlı bir kitaptır. Bir gün Türk din münevverlerinin ne anlatmak istediğimiz anlayacağını umuyoruz. Aşağıdaki yazı mezkur kitabın önsözünden seçilmiştir.
Endonezya’da Özerklik ana başlığı altında Açe üzerinde çalışma yaptığımız şu günlerde Leyden Üniversitesi sanal ortamında http://www.acehbooks.org/ adresinde sadece Açe üzerinde 1.200 müstakil kitabın kaydının korumalı biçimde serbest indirime açık olduğunu söylersek ülkemizdeki Açe incelemelerinin ne kadar cılız olduğunu ve ne kadar duygusal yaklaşmakta olduğumuzu görürüz. Bir Açe sevdası karşılıklı vardır, ama Açe lisanı üzerinde doktora yapmış kaç kişi vardır? Bunlarınkisi karasevdadır. Arabesktir. Mâlî hülyâdır. Melankolidir. Hastadır. Bozuk bir hissi durumun süregelen ve süregiden ince hastalığıdır. Ülkece ve milletçe teşkilatlândığımız gün gücümüzü göstereceğiz.
Açe coğrafyası uyumakta olduğumuzu kanıtlıyor maalesef
Açe uyumakta olan uyumaya da adeta inandıkları İslâm adına yeminli olan İslâm dünyasının münevver tabakasının hazin durumuna bir belgedir. Özellikle Türkiye’deki İslâm davası güdenlere nasıl uyumakta olduklarını “kral çıplak” denecek derecede gösterecek bir sürü ibret numunesi ile doludur, Açe. Açe; coğrafyasından tutunuz, idari durumuna ve ekonomisinden, adli sistemine kadar fakir doğup, yaşayıp ölmeye ahdetmiş İslâm dünyasının yerli ve “müslim” ama “kurnaz tacirler” sıfatlı ibret örnekleri ile efendileri olan Batılı şirketlerin at koşturduğu bir meydandır. Ancak olumsuzluklarla bir yere varılmadığına göre biraz çözüm üzerinde kafa yoralım. Nasıl bir yöntem ile Endonezya üzerinden Dünyayı anlayabilir ve ülkemize ve milletimize hizmet edebiliriz? Endonezya üzerinde çalışmalarımızın 6. senesini doldurduğumuz şu sıralarda geldiğimiz nokta bu sorudur. Bu soruya şu şekilde cevap veriyoruz: Merkezi Türkiye’de bir üniversitede veya araştırma kurumunda kalan üç ayağından bir tanesi ise yurt dışında olan doktora yapacak gençler gurubu seçip en az beş yıl sürecek bir program tasarlanmalıdır. Üç ayak şöyle kurulacak: Hollanda, Endonezya, Japonya. Üç ülke kütüphanelerinde yapılacak doktora çalışmaları Türkiye’nin uluslararası alanda “biz de varız” diyebileceği bir seviyeye çıkmasına, ilmî alt yapı kazanmasına neden olacaktır. Bizden Açe denince mübalağalı sözler okumayacaksınız. “Mübalağa” ve “böbürlenme” gibi bir onulmaz hastalığımız var. Bu da gözlem yapmamızı ve müşahedelerimizi yazıya aktarmamızı engelliyor. İslâm dünyası münevverleri gerçekleri kabul etmeye hazır mı? Ciddi endişelerimiz vardır.
Bu mealde bir anekdotumuzu anlatacağız. Singapurlu zeki, çalışkan ve ciddi bir müslüman gençle şu mealde konuştuk: “Alsakaf” ailesi meşhur ve İslâm’a hizmetleri var, diye biliniyor. Endonezya Hükümeti “Anri” kayıtlarında dolandırıcı olduğu Türkiye (Osmanlı) Singapur Büyükelçiliği açılırken kendisine İngiliz hükümetinin büyükelçi olarak atanmasına olur vermediğini söylediğimiz zaman “inanmak istemiyorum” demişti. Ne zaman böyle demişti? Birinci elden Endonezce belgeleri önüne koyup ciddi bir şekilde okuduktan sonra. Tabi burada mezkur kişinin dolandırıcı olduğu için değil de kanımıza göre “seyit” sıfatlı olduğu için onaylanmadığını düşündüğümüzü belirtmeliyiz. Tabi bizim burada Singapur’da tanınmış bir seyit veya alim olursa habip denen ehli beyt ailesine kişisel düşmanlığımız yoktur. Ama gerçeği ve sadece gerçeği bilmek insanların en tartışılmaz hakkı olduğuna göre araştırıp ortaya çıkarmalıyız. Anri kitapları ile Türkiye Elçiliği kitabını bir araya getirdiğimizde “Alsaqaf” ailesinin iyice incelenip ortaya çıkarılması aynı zamanda hac sömürü ve kemirisinin nasıl yapıldığını da bilmek demek olacağından İslâm dünyasından çok Türkiye’nin intibahı için önemlidir diyoruz.
Açe; acziyetimizi ve dini böbürlenmemizin tutarsızlığını anlatır.
Açe çalışırken acziyetimizi hissettim. Hırsımdan daha büyük bir çalışma azmi içimi kapladı. Neden acziyet diyoruz? Felemenkçe yüzlerce kitaba ulaştım. Ama Felemenkçe bilmiyordum. Felemenkçe olmadan da ne Açe’yi ne de Endonezya’yı anlamak mümkün değildir. Bunu söylemek zorundayız. Evlatlarımızı bu konulara yöneltmemiz hem ülkemiz hem de İslam dünyası için hayırlara vesile olacaktır. Dünyaya yeniden ve doğru gözlükle bakmayı öğreneceğiz. At gözlüğü, kurbağa gözü ve ufku ile değil. Bu kitaplar sadece şu emelin gerçekeşmesine neden olursa satırların sahibi mezarda mutlu olacaktır, emin olunuz. Resmi kurumların verdiği rakamların birbirini tutmadığını gördük. Örneğin Valilik belgeleri ile araştırma kurumları rakamları arasında farklılıklar vardır. Göl derinlikleri ve benzeri konularda farklı rakamlarla karşılaştık. Elinizde okuduğunuz çalakalem yazdığımız kitabın büyük bir kısmını “Açe” üzerinde çalışma yaparken yazdık. Açe konusu ülkemizde dikkat çeken ve din davası güdenlerce de arada sırada gündeme getirilen bir husustur. Endonezya’yı tanımıyoruz. Açeyi de. Ancak Açe konusunda şöyle bir endişe verici durum vardır. Açe üzerinde yazanlar da maalesef birinci el kaynaklara yani “Endonezce” “Felemenkçe” “Japonca” olması gereken kitaplara değil de Avrupa lisanlarına veya sağdan soldan duyduklarına dayanarak yazmaktadırlar. Telif düşünce üretmek için “Açe de yaşayarak” ama cemaat veya tarikat beslemesi olarak değil hayat mektebinden yapılacak bir talim ve bunun yanısıra mezkur lisanlar üzerinden aktarılarak yazmak gerekmektedir. Bizim kendi mezhebimizin veya dini görüşümüzün saplantısı içinde dindaşlarımıza bakmaya ihtiyacımız yoktur. Sadece “gözlem” yapmaya ihtiyacımız vardır. Gözlem yöntemi bizi sebeplere; sebepler de çözüme ve karşımızdaki dindaşlarımızı anlamaya götürecektir. Ama yaptığımız iş “köleler üretmek için var gücümüzle din ağaları ile dini kisveli sahtekârlara yalakalık yapan hastalıklı bedenler” üretmektir. Hami-mahmi” zihniyetini terketmediğimiz müddetçe zorlanıp duracağız. Osmanlıdan miras aldığımız kötü bir huydur. Bir an önce atmamız gerekmektedir. 60 yaşını yarıladığımız şu günlerde Açe üzerinde araştırmalara önce yerçiziminden başladık. Sağ gözümüzün hemen hemen tükendiği bir ortamda kaybetmediğimiz tek şey heves, öfke ve hırstır. Hevesi bizden öfkesi ve hırsı ise din davası güdenlerden sirayet etmiştir. Elbetteki Türk müslüman kimliği bize tarihten de gelen bir miras olarak önderlik ve yol göstericilik yapmayı gerektirmektedir. Yöntem ise kendi önümüze bakmayı değil akıl ve müşahede ile çıkış yolu aramayı zorunlu kılmaktadır. Dipnotlarda kısaltılmış olarak verdiğimiz kaynakların ayrıntılı açıklamalarını kaynakça kısmında verdik. Son söz olarak Ankara İlâhiyat 1979-1982 dönemi Felsefe Tarihi hocamız Süleyman Hayri Bolay beyin “müsteşrikler mutlaka ülkelerinin Dışişleri Bakanlığı emrinde çalışırlar” ifadesinin ne demek olduğunu gerek Endonezya yaşam deneyimimizle gerekse Endonezya üzerinde yaptığımız çalışmalar sırasında öğrendiğimizden kendisini rahmet ve minnetle yadettiğimizi buraya kaydedeceğiz. Ayrıca kitabı yazarken kendisi ile ağ üzerinden görüştüğüm ve değerli fikirleriyle bana yürek veren hocam Ethem Ruhi Fığlalı’yı desteklerinin manevi karşılığını ödeyemeyecek kadar sorumluluk aldığımızı belirterek saygıyla anıyor ve ellerinden öpüyorum. Mezhep imanı ile yurt dışında Kuran Kursu açan ama Türk Dışişleri Bakanlığı hedeflerine hizmet ettiklerinden ciddi endişemiz olanlara duyururuz. Millet ve ülke sahibi olarak din davası güdenler başımızın tacıdır.