Büyük Türk âlimi ve devlet adamı Yûsuf Has Hâcib (1017 - 1077), Kutadgu- Bilig (1069-1070)'inde,"Odgurmış'ın Hükümdara Öğüt Vermesi" bahsinde şunları söyler:
"Beyler haşîn söz söylememeli ve kendilerine hâkim olmalıdır; haşîn söz insanların gönlünü çabuk soğutur.
Her kese tatlı söz söyle, yüzünü açık ve alnını parlak tut.
Sen halkın seçkinisin, hareketin de seçkin olsun; düşüncen ve sözün de dürüst ve doğru olsun.
Ey halkın göz diktiği insan, avâm halk iyi olursa, onun iyiliği ancak kendisinedir.
Eğer bu beyler iyi hareket ederlerse, bütün memleket bin türlü sevinç ile dolar.
Beyler kötü hareket ederlerse, kötüler kuvvetlenir iyi an'aneleri bozarlar. "
(Bknz: Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çeviri: Reşid Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1974, sy.376-377)
Târihi iyi tahlil edenler, sosyolojiyi mükemmel kavrayanlar gayet iyi bilirler ki, hiçbir medeniyet, hiçbir millî kültür, hiçbir an'ane ve hiçbir Devlet, içten destek bulmadıkça, dıştan müdahalelerle bozulamaz, tahrip edilemez, çökertilemez veyıkılamaz.
Tarihî akış içinde, milletlerin, hem kendi içlerindeki ve hem de milletler arası münâsebetlerindeki sosyal dayanışmayı, siyâsî, iktisâdî, askerî ve kültürel irtibatı bilemez ve muhakeme edemezseniz, Devlet'i idârede zaaf ve acz içersinde bulunursunuz ve her türlü otoriteyi sağlamakta çâresiz kalırsınız.
Bu günlerde, Türkiye'miz vahim günler yaşıyor. Bunları yazarken bile, Attilâ'dan beri, Türk Milleti'nin yaşadığı iyi-kötü bütün mâceraları zihnimden geçirmeye çalışıyorum.
Bu zihne, bu kadar mâcera sığar mı? Bilemem!..
Kaç cihân devleti, kaç beylik, kaç devlet!..
Ne ihânetler yaşamışız, ne gafletler içinde boğuşmuş / boğulmuşuz!..Zâten, bütün çöküşler, ihânet ve gafletten değil mi?
Ne ihtişamlı yılları yaşamış ve adâletle, cihâna yaşatmışız. Cihânşümûllük nedir, onun ispatını göstermişiz.
Şahlanışlarımız; fazîleti, ahlâkı, ilmi ve adâleti rehber edinerek vücût bulmuş; çağ kapayıp, yeni bir çağ açmışız.
Dileğim; Rabb'imin, bizi, büyük felâketlerden korumasıdır. Fakat, bunun yanında, yine dileğim odur ki, memleketi idâre edenlere ve idâresine tâlib olanlara da akl-ı selîm, muhâkeme kudreti, târih muhasebesi yapmak ve itidal ihsân etsin.
Bir Devlet; mensubu bulunduğu halkına, zarûriyyât-ı diniye diye ifade edilen, "can, mal, akıl, nesil ve dinin korunması" hususlarında endîşe taşıttırıyorsa, ilkönce, kendini iyiden iyiye gözden geçirmelidir.
Şu an, güzel vatanımız Türkiye'nin neredeyse dörtte bir ilinde ve ilçesinde karmaşa hızla sürüp gitmektedir. Bu durum, 'âsâyiş'in ne hâle geldiğinin ispatıdır.
Diyebiliriz ki, âsâyişi bu hâle getiren, 'maarifin ve adâletin çöküşü'dür. Bir memlekette, maarif sistemiyle - çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin yetiştirilmesiyle- bu kadar oynarsanız ve adâleti, kendi irâdesi dışında faaliyete sevke tâbi tutarsanız, orada âsâyişten de söz etmek zordur. Kendisi 'kaos' içinde bulunan bir müessese, başkasına nasıl doğru bir istikamet gösterebilir.
Düşününüz ki, oniki yılda beş Millî Eğitim Bakanı değiştirmişsiniz ve herbiri de ayrı telden çalmış... Dünyâ üniversiteleri arasında ilk yüze, seksenbeşinci sırada bir üniversiteniz -Ortadoğu Teknik Üniversitesi - girebilmiş...
Düşününüz ki, PİSA (Milletlerarası Öğrenci Değerlendirme Programı) raporlarında, onbeş yaş g(u)rubunda, Matematik, Fen ve Okuma sahalarında, 64 ülke arasında 43.lük gibi vahim bir yerdesiniz...
Düşününüz ki, içki kullanımında, İslâm ülkeleri arasında en başlarda, ikinci sırada bulunuyorsunuz...
Düşününüz ki, hapishâlerdeki mahkûm sayınız yüzelli bini aşmış...Ve; Adâlet Bakanı, 207 hapishâne / cezâevi açılacağını bildirmiş...
207 hapishâne, içtimâî tesanüdün / dayanışmanın eseri mi demek oluyor?
"Bir kütüphâne bin hapishâne kapatıyorsa", biz, niçin, hâlâ hapishâne açıyoruz?
Çünkü; Batılılar, Japonlar ve Amerikalılar yüzde yirmi- yirmibeş okuma oranlarında gezinirken, biz, binde bir-ikilerde dolanıyoruz, değil mi?
Sınıfları, kütüphâneleri ve s(ı)por tesislerini ciddî mânâda 'diri' tutmaz / tutamaz iseniz, yol başka yere çıkar! Ve, işte çıktı!..
Bunun için, maarifiniz ve adâletiniz böyle olursa, âsâyişiniz başka olamaz, dedim.
Ve ister istemez, Necip Fâzıl'ın dediği gibi: " Bu yurda her belâ içinden gelir" demek mecbûriyetinde kalırsınız.
Peki; okullardan, "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım..." demeyi kaldırdınız da ne oldu?
Güroymak'a, Norşin dediniz, meydanlarda bölücü resim ve isimlerini dalgalandırdınız da ne oldu?
"Bayrak" şiirini yasakladınız da ne oldu?
"Ne mutlu Türk'üm diyene!" yerine, dağa taşa nelerin yazıldığını herkes gördü ammâ, siz, görmek istemediniz de ne oldu?
"Her türlü milliyetçiği ayaklarımızın altına aldık" dediniz de ne oldu?
Bu sözlerle yüreklendirdikleriniz, şimdi, memleketin başına 'belâ' kesilmedi mi?
Bir belediye başkanının elinden, kiminiz, bir lügat; kiminiz de, üzerinde Diyarbakır değil de, Amed yazan bir tabak aldınız da ne oldu?
Elektriğimi kestiniz. Evet, benim, bulunduğum mekândan uzakta oluşum sebebiyle, bir dalgınlık eseri, kısa bir süre gecikmesinden ötürü, (Temmuz ayında, Samsun'da) elektriğimi kestiniz. Buzdolabımda ne varsa bozuldu, zayi oldu. Kayıtlara bakınız / baktırınız , elektrik faturamı bir gün geciktirdiğim vaki midir? Medenîlik bu mudur?
Ammâ...Ahırlarını dahi elektrikle ısıtanlardan bir kuruş elektrik parası almadınız / alamadınız, aldırmadınız / aldıramadınız da, ne oldu?
Demek ki, 'kanun' her yerde aynı değil, öyle mi?
Şehitlere 'kelle' dediniz, şerefli Türk Subayları'nı 'kumpas'larla süründürdünüz de ne oldu?
Canını İslâmiyet uğruna vermeyi gaye edinmiş insanları, Uhud Okçuları'nın karşısındakiler diye suçladınız da ne oldu?
'Türk' kelimesini söylemekten bile imtinâ ettiniz. Siz, "Türk" demeyince, Türk'ün şanı mı eksildi?
Köylere, mahalle demekle, medeniyet, arşa mı değdi? Dağın başında, bir iş yaptırmak istiyorsunuz. Size diyorlar ki: "Büyükşehir Belediyesi'ne müracaat et!"
Büyükşehir Belediyesi nerede, dağın başı nerede?..'Kuş uçmaz, kervan geçmez " dağ başına 'büyükşehir' dediniz de ne oldu?
"Âkilller"i, vatanın her köşesine gönderdiniz de ne oldu?
Şimdi onlar nerededirler, lütfen söyler misiniz?
Aslında, onları, şimdi göndermelisiniz molotoflulara ve kalaşnikoflulara! ..
Evet, şimdi ve âcilen!
Ne yazık ki, bin yılı aşan ve binlerce yıl sürecek olan kardeşlik(ler) zedelendi / bozuldu / itimatsızlaştırıldı.
Beton köprüler inşâ edilirken, gönül köprüleri tahrip edildi.
Büyük sosyologumuz S. Ahmet Arvasî bir makalesinde şöyle diyor:
" Tarih diyor ki, insan değişmedikçe 'düzen' değişmez. Müsbet ve menfî bütün değişmeler ve gelişmeler, ancak insanın kendini değiştirmesine bağlıdır. Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de bu husus şöyle ifade edilir: "Bir kavim, kendini değiştirip bozuncaya kadar, Allah, şüphesiz onun (hâlini) değiştirip bozmaz." (Bknz. Er-Râd / 11)
Bu hususu teyid etmek üzere, Şanlı Peygamberimiz de şöyle buyurmuşlardır: "Herkes lâyık olduğu idâreyi bulur" , yâhut "Ne iseniz, başınızdaki idâre de o...".
(Bknz: Size Sesleniyorum - 2, S. Ahmet Arvasî, Model yayınları, İstanbul 1989, sy.167)
İlgililerin, Yûsuf Has Hâcib'i, tekrar tekrar okumalarını arzu ederim.
Tabiî ki, bu güzel memleketimin ve bu güzel memleketimin güzel insanlarının selâmeti ve huzuru için!...
*OMÜ Em. Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar