1925 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Babası bir profesör, annesi ressamdı. Babası adli tıp hocası ve aynı zamanda milletvekiliydi. Adını, din adamı olan dedesi Mustafa Şükrü beyden almıştı.
Daha 13 yaşındayken, ömrü boyunca yanından ayırmayacağı “erika” marka daktilo, eniştesi İsmail Hakkı bey tarafından kendisine hediye edilmişti. İsmail Hakkı bey ilk evliliğini Sultan vahideddin’in büyük kızı Ulviye sultan ile yapmıştı. Meşhur daktilo, var olan yazı merakını daha da çok arttırmıştı.
Milletvekili olmanın hatta profesör ünvanın zenginlikle bir arada anılmadığı yıllarda dar bütçeyle Robert Kolejine yazıldı. Sessiz sakin kişiliği ile geçen kolej yıllarında lakabı Hacı’ydı. Bu lakabı, “ laikliğe bağlı olduğum kadar dine bağlı olmamdandır” diye, ifade ediyordu. O yıllarda yazdığı “robot” adlı şiir ilgi toplamıştı. Daha 16 yaşındayken edebiyattan ilk parasını, Hintli yazar Tagore’un bir kitabının çevirisinden kazandı.
Bir Cumhuriyet Bayramı provasında hayatının aşkıyla karşılaştı. Mehmet Akif şiirleri okuyacağı törene, aşık olduğu kız da yaptığı resimlerle katılıyordu. Evlilik teklifi yapacağı yemekte kuru fasülye ve pilav yemişlerdi.
Aile baskısı altında Hukuk fakültesine girdi, üç ay sonra ayrıldı. Kendi isteğiyle girdiği Dil Tarih Coğrafya Fakültesini de tamamlayamadı. Günlük iki lira yevmiye ile Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde tercüman olarak iş buldu. Sevdiği kızın babası Merkez Bankası’nda danışmandı, gidip tanıştı ve kızını istedi.
Maddi durumunun kötü olmasından dolayı sade bir nikahla dünya evine girdi. 60 lira aylıkla nasıl geçinmeyi düşünüyordunuz diye sorulduğunda “kendime ve Allah’a güveniyordum, karım da lüksü sevmez” diye cevap vermişti.
Düğünden sonra İngiltere’ye Londra Büyükelçiliği Basın Ateşeliği’ne tayin oldu. Maaşı 30 sterlindi. Ancak bir yıl sonra eşini yanına alabildi. Parasızlıktan, önce nikah yüzüklerini sonra saatlerini, taksitle aldıkları ansiklopedileri satmak zorunda kaldılar.
Daha sonra yurda döndüler, gazetecilik yılları başladı. Ulus’taki bürodan Bahçelievler’deki evine her gece yürüyerek 45 dakikada geliyordu. Eşinin ifadesiyle “kış geceleri eve geldiğinde kirpikleri buz tutmuş halde içeri girerdi.”
Bu yazı uzar gider, uzatmak istemiyorum. 5 Kasım 2006 tarihinde kaybettiğimiz Bülent Ecevit’i anmak istedim. Mekanı cennet olsun.
Siyasi hayatından bahsetmedim, amacım sadece anmaktı. Babasının tek evladıydı, kardeşi yoktu, çocuğu da olmadı. Yani, siyasi hayatı boyunca pisliğini temizlemek zorunda kaldığı kimse olmadı. Ne laf anlamaz oğul ne de hırsız damat.