Eczâcı Hayrettin Kalay, Mustafa Önsel'in dayısı, benim de arkadaşımdır. Birkaç aydır, kendisiyle görüşememiştik. Samsun'dan, memleketim olan Beşikdüzü'ne gelince, O'nu ziyârete gitmiştim. Bu vesîleyle de, Mustafa Önsel'in, yayınladığı "Beşiktaş'ta Sırtlan Pususu " ve "Silivri'de Firavun Töreni" adlı kitapları hakkında basında çıkan yazılarımı kendisine takdîm etmiştim. Tabiî ki, bu yazılarımı, internet vasıtasıyla okumuştu.
Günlerden perşembeydi ve târih 19 Haziran 2014'tü. Hâl hatır sormamızın ardından, Hayrettin Bey, oturduğu masanın gözünden bir kitap çıkararak bana uzattı ve: " Bu " dedi, Mustafa'nın yeni kitabı!.."
Ben, henüz kitabın ismine bakamadan, O, devam etti: "Haberin yok herhâlde, Anayasa Mahkemesi de, onlar hakkında tahliye kararı verdi."
Ne güzel bir tesadüf! dedim. Ne hârika!
Akşam, haber dinlememiş ve sabah da henüz gazetelere bakamamıştım. Bu müjdeli haber, beni, ziyâdesiyle sevindirdi. Çünkü, onlara yapılanları düşündükçe, yazmanın ve duânın hâricinde elimden bir şey gelmemesi beni çok üzüyordu.
Beklediğimiz, sâdece 'adâlet'ti!..Rabb'im, zulme uğrayan herkesin yardımcısı olsun! Önsel kardeşimin, kıymetli arkadaşlarının ve yakınlarının, yarınlarını berrak, aydınlık ve bahtiyar etsin!
Okumak için, üç günümü, bu kitabına teksif ettim. Kitabın adı: "İstanbul'dan İzmir'e CASUSLUK KUMPASI Bunlar Kim?" başlığını taşıyordu. İtici, ürpertici bir isim değil mi? Bir de, bu hâdiseleri yaşayanları ve yazanı düşünün!!!
Okurken, hep, kimbilir ne türlü 'rezâletler'le karşılaşacağım diye bekledim. Ammâ, ne bekleyiş!!!
Her bekleyişte karşıma bir başka "rezâlet" çıktı. Onu, bir başkası tâkip etti! Etti...Etti...Etti!..
Akl-ı selîm bir insan, hiç, 'rezâlet' bekler mi? Hayır, değil mi? Tuhaf, çok tuhaf!..
Mustafa Önsel, eserine yazdığı Sunuş'unda şöyle diyor: " İşte bu kitabımda: Aslında ikisi bir olan, ama daha sonra iki ayrı dava yapılan "Casusluk, Fuhuş ve Şantaj Davasını" ele alacağım. Hem İstanbul, hem de İzmir'dekini.
Bu iki davayla, "İyi ki 'Balyoz'dan yargılanıyorum" diyeceğim kadar aşağılık, iğrenç ve alçakça iftiralardan oluşan bir komployla, sadece sanıklar değil, aileleri de cezalandırılmak istenmiştir." (sy.18)
Evet, tamamen "aşağılık, iğrenç ve alçakça iftiralar", nice âileleri birbirinden ayırmış, nicelerini hastalıklarla boğuşturmuş , nicelerine mahçubiyet terleri döktürmüş ve nicelerini babasız bırakmıştır.
Tertemiz insanların nâmûs ve şerefleriyle oynanmış, babalar çocuklarına , kocalar karılarına karşı itimatsız hâle sokulmuş, cemiyetin aslî ve asîl değerleri yok hükmüne getirilmek istenilerek altüst edilmiştir.
Ve maalesef...Ve maalesef...Ve maalesef...Toplumumuzun büyük bir kısmı da bütün bu olup bitenlere kayıtsız kalmış, hiçbir muhakeme yapmadan 'yalan'a, gerçek diye inanmış, vatanperverler hâinlikle ve rezillikle suçlanmıştır.
'Yalan', kendini, öylesine takdîm etmiştir ki, kendisine dürüstlükten başka hiçbir sıfatı yakıştıramayanlar bile, bu 'yalan'ların âdeta kölesi olmuşlardır. Muhakemesizlik, sabit fikirlilik ve adâlet düşüncesinden mahrumiyet, bu insanları, mazlumlar karşısında birer 'mankurt' hâline sokmuştur.
Kendilerini vatan, millet ve bayrak aşkıyla fedâ edercesine ömür tüketen paşalar, kurmay albaylar, binbaşılar, yüzbaşılar, üsteğmenler hattâ teğmenler...gencecik subaylar/astsubaylar, saçını sakalını insanlık için ağartan ilim adamları, vergisini zamanında ödeyen işadamları, siviller...ve daha niceleri bu rezâletin muhatabı olarak taş duvarlar arasına gömülmek istenmiştir. Yazık!..
Hangisinin ismini yazayım. Birini yazmazsam üzülürüm. Fakat, birkaçını yazmak da istiyorum. Tabiî ki, bunlar, sâdece bu kitaptakiler. Yazamadıklarım beni bağışlasınlar. İşte birkaçı: Yücel Çipli, Merdan Metin, İbrahim Sezer, Kemalettin Yakar, Deniz Mehmet Irak, Engin Çırakoğlu, Prof. Dr. Tayfun Uzbay, Ufuk Kök, Bilgin Özkaynak, Onur Süer, Hüseyin Kurtoğlu, Kamil Kökten, Burak Çetin, Zeki Aşım, Nusret Güner, Erdal ve Ergün Özkan kardeşler, Merdin Kışkan, MURAT ÖZENALP...
Yazar Mustafa Önsel, şöyle bir hulâsa yapıyor: " İsimli davaların hepsinde (Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast, İstanbul Casusluk) o kadar çok trajedi yaşanıyordu ki, sanıkların kimi içerdeyken büyüklerini, kimi çocuklarını, kimi de eşini kaybetmişti.
Kimi ailelerde, ayrılıktan kaynaklı huzursuzluklar baş göstermiş ve boşanmalar gerçekleşmişti.
Kimi girdiği kooperatif borcunu, kimi aldığı krediyi ödeyememiş, kimi çocuğunu parasızlık nedeniyle okulundan geri almıştı.
Kiminin yakınları, kiminin de kendisi üzüntüden, başta kanser olmak üzere, deva bulunmaz çeşitli hastalıklara yakalanmışlardı. Kimi intihar etmiş, kimi cezaevinde yeterince ilgilenilmediği için vefat etmişti.
Yukarıda belirttiklerimin büyük çoğunluğu askerdi. Diğerleri de, içlerinde siyasetçi, gazeteci, yazar ve akademisyenlerin bulunduğu, ülkenin düşünen insanlarından oluşuyordu." (sy.218)
2011 yılında yazdığım ve yayınladığım, "Bir Başka Cepheden MANZARA-YI UMÛMÎ" başlıklı şiirimi, bu mes'elenin bir başka cepheden îzâhı bakımından tekrar sunmayı uygun buluyorum:
"T(i)ren değişti makas; / Karıştı avâm-havâs!
Sarıldık çepeçevre, / Boydanboya iltimas!
Katranın en karası, / Oldu vicdanda elmas!
Çerçevele vicdanı, / Nereye asarsan as!
Medeniyet hamuru, / Ruhsuzluk ile takas!
Zulmete boyun büküş, /Acaba kimden miras!
Garibanın elinde, / Takır takır bomboş tas!
Kaatil döşemekte, / Sîneye,kurşun fayans!
Kim bu işin ustası? / Ayârsız kaldı balans!
Bakın,bakın milletle, /Kimler yapıyorlar dans!
Cankurtaran:ambulans! / Nişan yüzüğü:alyans!
Kimi Rus'un peşinde; / Kimisi, dö lâ F(ı)rans!
Emriniz olur beyim; / Başüstüne ekselans!
Çehrelerde burukluk; / Yüreklerde türbülans!
Enkaz,harâbe derken; / Her taraf doldu karkas!
F(ı)rekansta tolerans; / Toleransta en son şans!
İtimat, sevgi, hürmet.../ Kumpas üstüne kumpas!
Külfette : Ahmet,Mehmet; / Nimette: David'le Hans!
Disko-meyhâne dolu; / Boş salonda konferans!
Sâdece tıpta değil; / Adâlette de by pass!
Siyâset,ah siyâset! / Tafran kaçıncı k(ı)lâs!
Ve; size,işte Türkçe: / Avans üstüne avans!
Nerede Dede Korkut? / Nerede kaldı Manas?
ABe'nin yalakası; / Ve, ABeDe'ye paspas!
Başımızda murakıp; / Bilmem nerde murahhas!
Hiç kimsede bulunmaz, / Bunlardaki ihtiras!
Dar geliyor üstüme, / Giyindiğim her libas!
Mevlâna ve Yûnus, / Niçin geçiliyor pas!
Diyalogcu bakışa, / Nasıl derim ki,ihlâs!
Teslimiyet olur mu, / Allah aşkına ,halâs?
Ah neler,neler,neler!../ Dışta riyâ,içte pas!
Topçu ve popçu,gözde; / İlim adamında yas!
İlim dediğin ne ki; / Birbirinden iktibas!
Hesap âşikâr,dostlar; / Kısasa gerek kısas!
Şiir,hikâye,müzik.../ İflâs hattında, iflâs!
Hâne halkı isyanda; / Gelin bağırır bas bas!
Şehirler mi? Ah,aman! / Her sokak başı Teksas!
Merhamet, ah merhamet, / Sen değil misin esas?
Her işde ve her hâlde, / Hedef olmalı ehas!
T(i)ren değişti makas; / Karıştı avâm-havâs! "
M. Hâlistin Kukul-2011
Kitaptaki can alıcı bir husus da, cezaevinde iken vefat eden Kurmay Albay Murat ÖZENALP'le ilgilidir. Mustafa Önsel, silâh ( ve tabiî ki, hapishâne) arkadaşı ÖZENALP hakkında ise şunları söylüyor:
"(...) Libya Operasyonu sonrası yine denizlere açılmış ve Cidde'de gemileri demirlemişlerdi. Murat Reis, kimsenin alışık olmadığı bir teklif yaptı personeline "Umre'ye gitmek isteyen var mı?"
Gitmek isteyenler için liste yapıldı. Hep birlikte Umre'ye gidildi. Murat Albay ihram giydi. O vakit vasiyet etti: "İhram örtüsü kefenim olsun!"
Murat, Umre'den yaklaşık iki ay sonra, 22 Ağustos 2011'de, "Balyoz 3" kapsamında tutuklandı.
Oğlu o sırada 14 yaşındaydı. Kızı ise çok daha küçüktü. Henüz 3,5 yaşındaydı. Küçük Duru'nun tutuklanmayı anlaması çok zordu.
İşte bu konuyla ilgili de bir şeyler söylemişti mahkemedeki konuşmasında sevgili Murat: "Bir baba olarak çocuklarıma bırakacağım en büyük miras, her ne olursa olsun doğruyu söylemeleridir. Yalan , bu dünyadaki en büyük onursuzluktur. Bu inancımın aksine, ben bu onursuzluğu yapıp, sadece açık görüşte kucaklayabileceğim kızıma hayatımda ilk kez yalan söylemek zorunda kaldım. Olan bitenden etkilenmesin diye, burada eğitim aldığımı, eve ne zaman döneceğimi bilmediğimi söyledim. Kızım, bana belli etmek istemese de, bunun gerçek olmadığını anlıyor, kendisini bu yalana inandırarak, kalbi kan ağlayarak, babasının vatan ve bayrak için kendilerinden uzakta olduğuna inandırarak, başı dik yürüyor."( sy. 284)
Mustafa Önsel şöyle devam ediyor:
" Murat Albay, bir süre Maltepe, sonra da Hasdal cezaevinde kalmış, daha sonra ailesinin bulunduğu Ankara'daki Mamak cezaevine nakil olmuştu.
(...) Takvim yaprakları 26 Nisan 2014'ü gösteriyordu. Sevgili Murat'ın açık görüş günüydü. O sabah görmüştüm. Her zaman gülen yüzü biraz daha aydınlıktı. "Ne o Murat, gülünce yüzünde güller açıyor. Bugün açık görüş günün mü?" demiştim. O da cevaplamıştı hemen: "Evet efendim. Açık görüşüm var. Çocuklar geliyor. Kızım da gözümde tütüyor. Gelse de oynasam" demişti.
Görüşü öğleden sonraydı. benim görüşüm olmadığı için koğuştaydım. Saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum. Aynı koğuşta kaldığımız Yarbay Yusuf Kelleli: " Duydunuz mu? Murat Özenalp Albayım, açık görüşte kızıyla oynarken düşüp başını betona vurmuş. Hastahâneye kaldırmışlar, durumu ağırmış" dedi.
(...) Vefat ettiği gün havalandırmada çay içiyordum. Sanıyorum saat 12 gibiydi. O gün 1 Mayıs olduğu için mesaj yoktu. Sadece nöbetçi görevliler ardı. O görevlilerden Uzman Çavuş Birol Düz yanıma geldi ve: "Üzücü bir haber var. Murat Albayım vefat etmiş" dedi." Bu, sevgili kayınvalidem Sabiha Güven'den sonra Mamak'ta duyduğum ikinci vefat haberiydi. O zaman olduğu gibi yine büyük bir acı ile sarsıldım." (s. 285-286)
(..) Artık üniformamız yoktu. Sırtlanlar onu gasp etmişti. Dolayısıyla şapkamız da yoktu. Ama ya yüreğimiz? Şapkamız olmasa da biz yüreğimizle onun aziz naaşını elle selâmladık. Buna kim mani olabilirdi ki?
Hele yürüyemeyecek durumda olan anacığı da gelince herkes daha da bir tuhaf olmuştu. Herkes yanına koştu Saniye ananın. Gözlerinden sessiz bir şekilde yaşlar boşanırken, herkes elini öpüyordu. O sırada şöyle dediğini duyduk: "Benim ne kadar çok oğlum varmış. Bir Murat gitti, ama kaç Murat geldi görüyorlar mı? Murat'ımı kaybettim. İnşallah onun ölümü sizin çıkışınıza vesile olur yavrularım."
Bu yiğit, yüce gönüllü Türk kadınını görüyor musunuz? Yetiştirip büyüttüğü oğlunu kaybetmiş, o durumda bile bizi düşünüyor." (sy. 288)
" (...) Sonrasını, gidemesek de televizyondan izledik. Önce Kocatepe Camii, sonra Karşıyaka mezarlığı. Toprağa verilirken üzerindeki kefen, vasiyetindeki gibi, Umre'de giydiği ihramdı. Onu, cami bombalayacak diye içeri atanların, bu büyük yalana inananların ve kendini Müslümanlığın "mihenk taşı" görenlerin yüzü biraz olsun kızarır mı? Biraz olsun utanırlar mı? " ( sy. 289)
Tabiî ki, "Ben de bu dâvâların savcısıyım!" diyene de, bana dokunmayan 'adâletsizlik' bin yaşasın diye zihninden geçiren bürokrata da, askere de, hukukçuya da, siyâsetçiye de , böyle bir "târih"in , "tekerrür" etmemesi dileğimle "ibret" olmasını arzularım.
Kurmay Albay Mustafa Önsel tarafından yazılan ve IQ Kültür Sanat Yayıncılık tarafından yayınlanan bu eser, inanıyorum ki, geleceğimize, oldukça büyük bir 'tecrübe' kazandıracaktır.
Bu vesîleyle de, Yazar Mustafa Önsel'i hem tebrik ediyorum, hem de ona geçmiş olsun, diyorum!
Rabb'imden, bundan sonraki hayatını, eşi , çocukları ve sevenleriyle birlikte huzur içinde geçirmesini temenni ediyorum.
* OMÜ Em. Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar