Uçağımızın düşürülmesiyle başlayan tartışmalar hız kesmeden devam ediyor. Suriye’nin tuttuğu aynada sadece krizi değil, Türk dış politikasına yön veren temel ilke ve parametreleri de sorguluyoruz. Ayrıca, şimdiye kadar hep umut verici yönlerine dikkat kesildiğimiz yeni dünyanın nasıl bir sorunlar yumağına gebe olduğunu fark ediyoruz. Tam bu noktada derin bir nefes almaya, güçlü ve zayıf yanlarımız üzerinde düşünmeye ihtiyacımız var.
Dışişleri Bakanımıza Cenevre seyahati sırasında yöneltilen sorular da muhtaç olduğumuz düşünme sürecinin parçası kabul edilmeli. Söz konusu sohbet sırasında, dış politika stratejimizin "akıllı güç" kavramına dayandığı belirtilmiş: "Türkiye ne hard power’dır (sert güç) ne de soft power (yumuşak güç). Türkiye smart power’dır (akıllı güç)."
Joseph S. Nye’ın üçlü tasnifini yansıtan bu nitelemenin ülkemiz bağlamındaki kullanımlarında bazı sorunlar olduğu kanaatini taşıyanlardanım. "Akıllı Gücü" anlayabilmek için öncelikle soy ağacına bakmamız gerekiyor. Nye’ın, teorisini yalnızca ABD’yi dikkate alarak oluşturmadığını, kavramı tüm milletleri hesaba katarak tasarladığını söylemesi bu ihtiyacı ortadan kaldırmıyor. "Akıllı güç", Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush’un kararıyla Irak işgal edilirken üretildi. 2004’te yayınlanan kitabıyla (1) kavramın mucidi sayılan Joseph S. Nye, Demokrat Partili Başkan Bill Clinton yönetiminde Savunma Bakan Yardımcılığı görevini yürütmüş bir akademisyen. Ortadoğu’daki Clinton politikalarını zayıf bulan yeni muhafazakarların eleştirilerini de dikkate alarak ne yumuşak, ne de sert bir strateji öneriyor. O’na göre bu güç kategorileri birbirlerinin yerine bütünüyle ikame edilemiyorlar. Devletler, çözmek zorunda oldukları problemleri dikkate alarak her iki unsurun muhtelif bileşkelerini kullanmalılar. Dolayısıyla "Akıllı Güç", gerekli güç kapasitesine sahip aktörlerin uygun problemler karşısında etkin biçimde başvurabilecekleri bir formül.
Gerekli güç kapasitesiyle kastedilenleri açıklamak için kavramın doğum yeri olan ABD’deki tartışmaları hatırlamak gerekiyor. Bush’un Afganistan ve Irak’ın işgal edilmelerinde somutlaşan sert güç ağırlıklı dış politikası 2008 seçimleri öncesinde hayli eleştirilmişti. "Akıllı güç", bu dönemin en sık atıf yapılan kavramları arasındaydı. Nye’ın Richard L. Armitage ile birlikte koordine ettiği 2007 tarihli CSIS raporu söz konusu atmosferin izlerini yansıtır. Rapor akıllı gücü: "Güçlü bir ordunun gerekliliğinin altını çizen, ancak Amerikan etkisini yaymak ve Amerikan eyleminin meşruiyetini tesis etmek için tüm düzeylerdeki ittifaklara, ortaklıklara ve kurumlara yoğun biçimde yatırım yapan bir yaklaşım" şeklinde tarif eder (2). Tanımın da ima ettiği üzere, Amerikalı akademisyen ve stratejistler önce sert gücü vurgulamakta, ardından ülkelerinin dış politikasında eksikliğini hissettikleri diğer unsurlara dikkat çekmekteler. ABD’nin her iki güç kategorisi bakımından da kapasite sorunu olmadığını, uygulamada ise son zamanllarda sert güce aşırı derecede dayanıldığını söylüyorlar. Bu bağlamda, "akıllı gücün" teleffuzu, sert gücün dizginlenmesi talebi anlamını taşıyor.
Akıllı gücü konuşurken kapasite meselesiyle bağlantılı bir başka noktaya daha dikkat etmemiz gerekiyor. Bu güç tanımının bileşenleri arasındaki denge, dış politikada karşılaşılan sorunlara göre ne kadar değişir? Akıllı güç yaklaşımının işimize yarayacağı uygun problemler hangileridir? Örneğin Nye, ABD ile Kuzey Kore arasındaki sorunda sert gücün çok önde olması gerektiğini söyler. Yine, Taliban tipi bir yönetimi yalnızca yumuşak güçle iknayı mümkün görmez.
ABD parantezini kapatmadan önce kavramın popülerliği ile Obama yönetimi arasındaki ilişkiye işaret edelim. Hillary Clinton, 13 Ocak 2009’da, Dışişleri bakanlığı görevine başlamadan önce Senato önünde yaptığı konuşmada akıllı gücün, izleyeceği dış politikaya yön veren merkezi bir ilke olacağını söylemişti. Nitekim o tarihten bu yana, Amerikan dış politikasındaki yaklaşım değişikliği kendisini yalnızca yumuşak güç alanında göstermedi, sert gücün kullanımında da önemli farklılaşmalar yaşandı. Bush dönemindeki işgalleri balyozla sembolize edersek, Obama’yı elinde neşter tutan bir Amerikan başkanı olarak görmeliyiz. Şu nokta tartışmamız bakımından özellikle önemli; neşteri gerektiğinde balyoz kullanabilecek olmanın verdiği güven sayesinde elinize alabiliyorsunuz. Ayrıca, neşter için de insansız hava araçları üreten teknolojik birikim, özel kuvvet operasyonlarını mümkün kılan istihbarî ve operasyonel alt yapı gibi ciddi kapasitelere ihtiyaç duyuyorsunuz.
Özetlersek; akıllı güç kavramlaştırması Amerikan dış politikası üzerine yürütülen tartışmalardan doğdu. Sert güce aşırı dayanmanın ABD’nin mevcut yumuşak güç kapasitesini kullanılamaz hale getirdiğinden şikayet ediliyordu. Bu dengesizlik, her iki güç kategorisi bakımından da sıkıntısı neredeyse hiç olmayan ABD’nin dış politika hedeflerine ulaşmasını engelliyordu.
***
Ülkemize baktığımızda ise yüz yüze olunan sorunun farklı parametrelerden kaynaklandığını görmekteyiz. Türkiye bölgesinde cazibe merkezi oluşturacak yumuşak güç potansiyeline sahip. Askeri güç bakımından ise bölgesel liderlik iddiasını destekleyebilecek millî imkanlara henüz erişmedi. Açığını ittifaklarıyla kapatmaya çalışıyor. İlk bakışta işliyormuş gibi gözüken bu stratejinin ciddi sorunlar yaratabileceğini ise artık daha fazla hissediyoruz. Libya krizi sırasında NATO’nun ismi ilk telaffuz edildiğinde reaksiyon gösteren Türkiye’nin, Suriye sınırında uçuşan mermilere birlikte NATO üyeliğinin altını çizmeye başlaması kapasite sorununun boyutlarına işaret ediyor. Bölgedeki profilimizi yükselten dönüm noktasının 2003’teki tezkere krizi olduğunu hatırlarsak, halihazırdaki sert güç zaafı yüzünden sürüklenebileceğimiz sularda mevcut yumuşak güç kapasitemizi de eritecek adımlara zorlanabileceğimizi hesaba katmalıyız.
Toparlarsak; Türkiye’nin meselesi ABD örneğinde olduğu gibi farklı güç kapasiteleri arasındaki dengenin ayarlanması değil. Soyunulan misyonun gerektirdiği, bağımsız, yani müttefiklerimiz tarafından değişik sebeplerle yalnız bırakılsak dahi özgürce kullanabileceğimiz imkanlara yeterli düzeyde sahip olmayışı. Yukarıda kavramın soy ağacı hakkında yaptığımız uzun izahat bu tespitlerle birlikte dikkate alındığında niçin "akıllı güç" tartışmasının ihtiyaç duyduğumuz kavramsal çerçeveyi sunmadığı daha net biçimde ortaya çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda akademyaya düşen önemli bir sorumluluğun da altını çiziyor. Meselelerimize, ithal kavramların tekelini kırarak özgünlüklerimizin penceresinden bakmamızı sağlayacak yeni tartışma ve çalışmalara ihtiyacımız var. Hem de çok âcil..
Kaynaklar:
(1) Joseph S. Nye, Jr., Soft Power: The Means to Success in World Politics, New York: Public Affairs, 2004
(2) Joseph S. Nye, Jr. ve Richard L. Armitage, CSIS Commission on Smart Power: A Smarter, More Secure America, Washington: CSIS, 2007, s. 14