CUMHURİYET ÖNCESİ SEKÜLERLEŞME ÇABALARI
Kanuni Sultan Süleyman’dan itibaren Osmanlı Devleti adeta bilimle ilişkisini kesti. Kadızadeler hareketi ve diğer tarikat-cemaat hareketlerinin çoğu matematik ve mantığı küfür saydılar. Eğitimin temeli bütün dünyada iki esasa dayanır: Dil ve Matematik. Özgün Türk Dili olan Yunus Emre Türkçesi terk edilerek toplama bir dil olan Osmanlı Türkçesine geçtiler. Bunların ikisi de çok yanlıştı. Böylece 18.Asra geldiğimizde Padişalar gelişmeyi falcı ve müneccimlerle(III. Mustafa) sağlamaya çalışıyorlardı. Dinimiz hurafeler, sahte hadisler, sahte âlimler ve akla hayale gelmedik saçmalıklarla obez hale getirilmişti. II.Mahmut bu yanlışlığın farkındaydı. Zira o sıralar Avrupa Endülüs’ten aldığı bilimle aydınlanma dönemini yaşıyordu. Bu dinsel hurafe ve obezlik yapan eklemeleri bütün gayretlere ne yaızık ki Osmanlı üzerinden atamadı.
MİLLİ MÜCADELE BAŞINDA DİNİMİZİN DURUMU
Milli Mücadeleye gelindiğinde dini çevrelerin yaklaşık %70’i Padişahın ve işgalcilerin yanında yer aldı. Bunların muhtemelen önemli bir kısmının niyeti kötü değildi. Kuvay-i Milliye’nin mücadeleyi kazanamayacağını düşünüyor ve Padişah bizi nasılsa kurtarır diyorlardı. Bazı iyi yetişmiş ve milli değerleri benimsemiş dini çevre insanları da Kuvay-ı Milliye’nin yanında yer almıştı. Mehmet Akif Ersoy, Hulusi Efendi gibi fikir ve din adamları bunlardandır.
Osmanlı döneminde bulunan ve oluşan tüm dini dejenerasyonlar devam ediyordu. Bir türlü “DOĞRU DİN” hangisidir cevap verilemiyordu. Merhum Akif bunu şiirlerinde defalarca dile getirmiştir.
Bu arada Milli Mücadele’ye karşı duran, fiilen katılmayan tek milliyetçi- Müslüman Türk aydını yoktur. Her milliyetçi fiilen ve aktif olarak katılmıştır.
LAİKLİĞE AIDIM ADIM GİDİLDİ
Atatürk 1923 yılında cumhuriyeti kurduktan sonra laiklik onun gündeminde yoktu. 3 Mart 1924 senesinde Şeriye Vekâletini kaldırıyor, yerine Diyanet İşleri Başkanlığını kuruyor. Aynı tarihte Tevhid-i Tedrisat Kanununu çıkarıyor. Diyanetle millete “DOĞRU DİNİ”öğretecekti.
Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4. Maddesi ise “DOĞRU DİNİ” öğretmek üzere İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Okulları açılmasını öngörüyordu. Bununla da kalmayıp Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tercüme ve tefsiri görevini vermişti. Ayrıca Kütüb-i Sitteyi tercüme ettirmişti.
Şimdi hem doğru oturalım hem de doğru konuşalım. En az satır altlarını çizerek 4000 kadar kitap okuyan Atatürk laikliği bilmezdi, diyemeyiz. İyi anlaşılması gereken bir husus daha var.
Yukarıda onun 1924 yılından itibaren yaptıkları hiçbir laik devlette yok. Bunu o çok iyi biliyordu. Avrupa ve Amerika’nın hiçbir laik ülkesinde böyle kurumlar yoktur. Devlet ayrı, din hizmetleri tamamen ayrıdır. Devlet din çevrelerine bir kuruş ödemez. Sadece belediyeler bazı alt yapı işlerine yardım edebilir.
1937 yılına gelinince Atatürk ve ekibi şunu gördü. “Biz bu kurum ve faaliyetlerle DOĞRU DİNİ öğretemeyeceğiz. O zaman bu kurumlar dursun, ama bir tedbir daha alalım” Ne yaptı? Bu kez 5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesini mevzuatımıza soktu.
Görüldüğü gibi bizim ülkemizdeki laiklik, bazı uygulama sapmaları gösterilmesine rağmen Batıdakilere benzemez. Hatta laiklik tanımlarının hiç birisine de uymaz.
Aradan geçen 88 yıla rağmen Atatürk’ün hedefi olan DOĞRU DİNE ulaştık mı? Hayır. Şu anda son dönem Osmanlı ortamındakinden daha karmaşık bir durum var. Çok sayıda OKUMUŞ CAHİL var. Dinsel obezite ve istismar had safhada. Dinimizin özünden hiçbir şey kalmamış. Dindarlık çok azalmış din tüccarlığı almış yürümüş. Mezhepler arası düşmanlık, cemaat ve tarikatlar arasında ki vuruşma karmaşalara sebep olmuştur, olmaktadır.
Çünkü Atatürk’ün DOĞRU DİNİ ANLAMA fikrinin tersi uygulanmıştır.
ALLAH SONUMUZU HAYIR ETSİN! BU MİLLETİN % 94’ü Türkçe Kur’an okumuyor(Diyanetin tespiti). Sadece tilavet yeterli değildir. Herkes onu okuyup anlamalıdır. Hadislerin Kur’ana uymayanları ayıklanmalıdır. Hurafeler yok edilmelidir.