Ayetullah zihniyetini ve halkın bakışını anlamak için öncelikle, 1962 Ak Devrim’in içeriğini incelemek gerekir. İran halkı içinde Ayetullahların etkisi; değil de nasıl halkı yönettikleri üzerinde kafa yorduğumuzda neden İran ülkesinin yeryüzünde en fazla rüşvet, adam kayırma, irtikap ve yolsuzluğun yaygın ülkelerinden birisi olduğunu daha iyi idrak edebiliriz. Etki dediğimizde kendimizi aldatmak için bir bahane arıyormuş gibi oluyor. Etkiden fazlası Ayetullah zihniyetinin içinde beslenmekte ve yaşamaktadır. Hazreti İsa’yı çözenler Hristiyanlığı çözeceği gibi Ayetullah konusunu çözenler de bugünkü İran’ı aşağı yukarı çözer. İran’ın kafası Ayetullah ve ona bağlı olarak mehdi inancı üzerine kuruludur.
Öyleyse önce Ayetullah zihniyeti üzerinde duralım: İran’da yaklaşık 1.200 civarında olduğu söylenmektedir. Bu insanlar sistemin odağında ve tam kalbindedir. Ayetullah; Allah’ın ayeti, işareti, alâmeti, delili, kanıtı, ispatı anlamına gelir. Şiî mezhebinde ise, müctehid anlamında kullanılmaktadır. Ayetullahlardan seçilen İmamet makamı rehberi de (velayeti fakih) temel ilmihal kurallarından birisidir. İnançlarına göre onikinci imam olan Muhammed el-Mehdî, babası Hasan el-Askerî’nin ölümünden (M.873) sonra gizlenmiştir. Gizlilik devresinde onunla dört kişi görüşmüştür. Bunlara Nâib (vekil, yerine bakan temsilci) denir. El-Mehdî işleri kendi adına bu nâiblerin yürüteceğini bildirmiştir. Müctehid, gaybet (yokluğu) zamanında, inancımızda imamın nâibi (vekili) dir. Mutlak olarak hâkim ve reistir, hüküm vermekte, halka hükmetmekte imamın selâhiyetine sahiptir. Kısaca Hazreti Muhammed-İmam-Naib silsilesi Allah’a giden yoldur. Bugün bu silsilenin üçüncü halkası olan Naib’in temsilcisi Velayeti Fakih olan yani İran’ın dini ve siyasi lideri olan REHBER İran ülkesinin başı olan Ayetullah’tır. Müçtehid yani Ayetullah’ın hükmünü kabul etmemek, imamın hükmünü kabul etmemektir. İmamın hükmünü kabul etmemek ise Allah’ın hükmünü kabul etmemektir. Nâib sadece dini konularda değil, her hususta halkın kendisine müracaat etmesi gereken ve onların her işini halleden kimsedir. Böylesine yüksek mevkisi ve üstün görevi olan müctehid uzun bir tahsil döneminden geçer. İran’ın Necef ve Kum kentinde meşhur Şiî medreseleri vardır. Burada on yıllık bir tahsilden sonra orta seviyedeki talebeler küçük vilâyetler ve kasabalara cami imamı olarak tayin edilirler. Bunlara Molla denir. Parlak ve zeki, çalışkan talebeler ise yirmi yıl tahsile devam ederler. Ayetullah ünvanı, din bilginleri kurulunun fikirbirliğine dayanarak hocası tarafından verilir. Ünvanı kazananlar Kur'an, Sünnet, İcma ve Akl (Sünnilerdeki Kıyas) başta olmak üzere Fıkıh usûlünden hareket ederek ictihad etme hakkına sahiplerdir. Büyük Ayetullah Ayatollah al-Uzma ya da Merje Taklit, Marja Dini, Marja Taqlid seçilebilirler. Yetki olarak Vatikan’daki Papa’dan hiç bir farkı olmayan ve Allah’ın konuşan ağzı olarak işlev gören dini-dünyevi önderlerdir. Fetva verebilirler. Bunlar ilmî başarıları, halk üzerindeki etkileri ve taraftarlarının çokluğuna göre sırasıyle; Huccetü’l-İslâm (İslâmın delili), Âyetullah ve nihayet Âyetullahi’l-Uzmâ (büyük Âyetullah) ünvanlarını alırlar. Protokol sıraları vardır. Ayetullah’lar, bulundukları bölgedeki mollalar ve halk üzerinde bir otoritedirler. Bunların sadece birkaç tanesi Âyetullahi’l-Uzmâ’dır. Hangi Ayetullahın halkası ne kadar büyük ise yani cemaatı ne kadar fazla ne kadar çok meşhur ise o kadar meşhur ve yaygın olur. Halkası en büyük olan da ülkenin Ayetullahı olur. Diğerleri de derebeyi-din adamı rolünde kendi köy ve kasabalarında görevlerini icra etmeye devam eder. En önemli Ayetulahlar Fıkıh usûlü toplaması (kodifikasyon) olan 'Risale' yazmasıyla kendini kanıtlar. Aslında bunlar tekrardan başka bir şey değildir. Ama yaşayan dini lider ve adeta ruhban oldukları için böyle bir maşeri vicdanda yazılı kanıta ihtiyaçları olduğu düşünülebilir.
Ancak Ayetullahların bir özelliği daha vardı ki bu da asırlardır İslam dünyasının başka bir kanayan yarasıdır: Ayetullahların Ehli Beyt soyundan gelmesi esastır. Hazreti Muhammed’in soyundan gelmek: Halkının çoğu Şii olan bir İslam ülkesinde bunun ne demek olduğunu tahmin ediniz. Ayetullahların sistemin kalbinde oluşlarının en çnemli nednelerinden birisi de budur sanırım.
Ayetullahlar 1960 Ak Devrimi’nden sonra daha etkin olarak seslerini duyurdular. Şah’ın “Ak Devrim” hareketine neden Ayetullahlar tepki gösterdiler? Her ne kadar o zamana kadar birbirlerine dişlerini içten içe bileyen ama kılıçlarına kınlarında olan iki taraf olarak geçinip gidiyorlarken niçin durum değişti? Dikkatlice incelediğimizde aslında İslam dünyasındaki genel din adamlarının sorununun özünü de bu noktada yakalamak ve çözmek mümkün olacaktır. Ancak makalemizin esas konusu bu olmadığından sadece bu noktaya dikkatinizi çekip esas konumuz olan Ayetullah zihniyeti üzerinden yazmaya devam edelim:
Türk asıllı hanedan Safevi Döneminde (1501-1736) ortaya çıkan bir toplumsal mutabakata göre halkın her türlü talim ve terbiyesini din adamları dediğimiz müçtehit olan, Ayetullahlar karşılıyordu. Bunun karşılığında da devlete hiçbir vergi ödemiyorlardı. Gelirleri ise kendilerine ayrılmış geniş vakıflar ve “humus” adı verilen şeri hükümlere göre “beytülmal” yani “ülke hazinesine” ödenmesi gereken beşte bir anlamındaki gelir de halk tarafından mezkur din adamlarına ödeniyordu. Yapılan her türlü dini hizmetten de gelir elde ediyorlardı. Dini derebeyleri idiler. Hem toprak sahibi idiler hem de halktan gelen gelir ile zenginleşiyorlardı. 1960 Ak Devrim’e kadar “cihat” lafını etmeyen din adamları Şah yönetimi topraklarını ellerinden alıp, fakir fukara halka dağıtıp da “humus” adı verilen geliri de kesince Ayetullahların tabir caiz ise boğazından sıkmış, nefesini kesmiş ve ümüğünden yakalamıştı. Şimdi “cihat” lafı ağızdan ağıza dolaşıyordu. O zamana 1960 devrimine kadar ülkenin birinci Ayetullahı Azeri asıllı Ayetullah Şeriatmedari tutuklanan Ayetullah Humeyni’yi desteklemek için 400 tane Ayetullah’ın desteğini de arkasına alarak durumu kabul etmediklerini ve Ayetullah Humeyni’yi birinci Ayetullah yani “İmam” ilan ettiklerini Şaha ültimatom vererek açıkladılar. Böylece “kıyam” başladı.
Demek oluyorki; İran halkının kafa yapısında aslında istişare, müşavere, danışma vardır ama etkin bir şey olamaz. Fazla bir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü doğruyu bilen, her konuştuğu kanun olan bir insan var önlerinde: Ayetullah. “Mehdi” zuhur edene kadar da “Allah’ın sesi, kanunu” “yeryüzündeki geçici temsilcisi” dir. O yanlış konuşmaz. O ne derse doğrudur. Eleştirilmez. İtaat edilir. Hristiyanların gözünde “PAPA” ne ise İran’daki şii müslümanın gözünde de “Ayetullah” odur. Şah da bu zihniyeti yok edemediği için modern bir İran yaratma yolunda başarılı olamadı.
Bugün durum ne haldedir? Ayetullah oligarşisi devam etmektedir. Velayeti Fakih, Ayetullahul Uzma da diyebileceğimiz ülkenin hem siyasi hem de dini lideri aynı zaman da ekonominin de dizginlerini elinde bulunduran ruhani-dünyevi kişiliktir, dersek fazla abartmış olmayız sanırım. Yoksullar ve Gaziler Vakfı (Bonyade Canbazan ve Mostezefin), Şehitler Vakfı (Bonayde Şehid), Yardım Komitesi (Komiteye Emdad), 15 Hurdad Vakfı (Bonyade Panezdehe Gordad) Rehbere bağlı kurumlardır. İran’ın iktisadi hayatında önemli yere sahiptir. Gayri resmi rakamlara göre bu vakıf ve kurumların kontrolündeki sermaye İran ekonomisinin % 40’ını oluşturmaktadır. İşin en ilginç tarafı bu kurumların ekonomik çalışmaları Sayıştay’ın denetimi dışında olmasıdır. Niçin? Çünkü “Allah’ın sesi” ne bağlıdır da ondan. Sıradan İran insanının zihniyeti böyle algılamakta ve düşüncesini bu mantık üzerinden sürdürmektedir. O mazlumların, boynu kesilmişlerin sesidir. İmamlar masumdur, onlar yolsuzluk ve adaletsizlik yapmazlar, bencillikleri yoktur. Böylesine mükemmel ve muhteşem bir insandır, günahsızdır. Hazreti Muhammed’in soyunun temsilcidir. Mazlumların ve masumların sesidir. İstese de yanlış bir iradeye sapamaz. Ruhani ve dünyevi fonksiyonları, net bir şekilde ayrılmaz. Çünkü bu dünyadaki hayat, ahiret hayatı için bir hazırlık olarak görülür. İmamın rolü her yönden önemli ve hayatidir. Şeriat ancak onun vasıtasıyla doğru olarak yorumlanabilir ve uygulanabilir. Zihniyet böyle olunca topluma yansıması da şöyle olmaktadır: Karmaşık ve düzensiz bir siyasi sistem Ayetullah zihniyetinin odağından beslenmekte, toplumun refah elde etmesinin, zenginleşmesinin önünde Ayetullahların varlığı ve simgelediği düşünce duvar gibi durmaktadır. Dikkat edilirse, bu şekilde algılanan imamın devlet yönetimine doğrudan müdahale etmesi meşru sayılmıştır.
İşte bu noktada şeffaflık açısından baktığımızda İran’ın neden Dünyanın 190 civarındaki ülkesi arasında 142. sırada yer aldığını izah edebiliyoruz. Demekki sorumluluğun nerede, kimde ve hangi alanı kapladığı tam olarak tespit edilmeyince; kişilerin vicdan ve insaflarına bırakılmış bir din yorumu; birer birer her kişinin kendi karakterinin ve asaletinin kaldırabildiği ölçüye bağımlı olduğundan, kendiliğinden anarşiyi beslemekte, kargaşa ve düzensizlik, gaile ve boşluk da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kargaşa ve sorumsuzluk fakirlik ve hırsızlık, fuhuş ve zina İslam adına beslenmekte ve gelişmektedir.
Ülkenin lideri her ne kadar halkın seçtiği 86 üyeli Uzgörenler Kurulu (Meclis Hebregan) tarafından seçilmekte ise de doğrudan seçimle gelen Cumhurbaşkanı’nı azletme yetkisi vardır. Çok geniş yetkileri vardır. Kargaşa tepeden başlamaktadır. İran Milli Şura Meclisi İran Meclisi (Meclisi Şurayı İslam) 270 milletvekilinden oluşmaktadır. 12 üyeli Anayasa Koruma (Denetim) Meclisi’nin (Shora-ye Negahban-e Qanun-e Assassi) ile arasında uyuşmazlılar çıkmaktadır. Maslahat Konseyi (Mecme-e Teşhis-e Meslehet-e Nezam) 1988’de Humeyni’nin talimatıyla kurulmuş olup iki kurum arasında çıkan anlaşmazlıkları çözme yetkisine sahiptir. Amacı siyasi kurumlar arasındaki sorunları kaldırarak uyum ve eşgüdümü sağlamaktır. İran’ın sisteminde karar verici mekanizmalardan biridir. Kuruma ayrıca tüm erkleri denetleme ve dini lidere rapor verme hakkı da tanınmıştır. Maslahat konseyinin üyeleri dini lider tarafından seçilmektedir ve üyeleri sayısı zamanla değişmektedir. Ülkenin tepe yapısına baktığımızda aynı noktaya geri dönüyor ve Ayetullah zihniyetinin, liberal düşüncenin önünde engel olduğunu, İslam dünyasının da neden sisteme değil de kişilere bağımlı ilkel, geri, yoksul bir yaşam ve kargaşa havasından bir türlü kurtulamadığını idrak edebiliyoruz. (6.3.2012)