Son günlerde iktidar partisini en büyük derdi ‘’Başkanlık Sistemi’’ ni anayasa maddesi haline getirebilmek oldu. İşsizlik tavan yapmış, kalkınma hızı dibe vurmuş , ithal ikameci ekonomik büyüme tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar yüksek rakamlara ulaşmış, üretim-ihracata dayalı dış ticaret girdilerinin, faiz-rant amaçlı gelen sıcak yabancı paranın yanında esamesi okunmazken, toplumsal ayrışma ve bölücü fikirler gayet olağanmış gibi ekranlarda halka hazmettirilmeye çalışılırken sanki ülkenin tek derdi başkanlık sisteminin kabul ettirilmesi kalmış. Neden bu telaş ve acelecilik, nedir arkasındaki gerçek sebepler diye sormadan edemiyor insan.
Türk Milliyetçiliği ideolojisi doktrini Dokuz Işık’ta belirtildiği üzere; iki kutuplu dünyanda , Türkiye’ nin jeopolitik yapısı gereği hassas dengeler göz önüne alınarak Milli Devlet-Güçlü İktidar düşüncesine uygun olarak Tek Meclis, Tek Başkan yapılanmasının ülkemiz için daha sağlıklı bir siyasal yönetim erki oluşması açısında uygun olduğu kanaati ile Milliyetçi-Ülkücü Hareket tarafından bizzat savunulmuştur.
Gerçekten de soğuk savaşın hakim olduğu dünya siyasal konjektüründe; hemen yanı başında ideolojik sistem ihracına dayalı yayılma ve siyasal istila politikası izleyen SSCB’ nin varlığı ve tehdidi , Türkiye’nin dış siyasi politikasında batı yanlısı bir siyaset izlemesini zorunlu kılmış, iç siyasette ise karar alma hareket ve kabiliyeti daha yüksek bir meclis ve yürütmenin varlığının zaruri olduğu siyasal idari yapıya kavuşması gerektiği fikri ağırlık kazanmıştır.
O günlerin dünya siyasi arenasındaki şartları şöyle bir hatırladığımızda, elbette ki Tek meclis-Tek Başkan esasına dayalı yönetim tarzının Türkiye için doğru bir tercih ve tespit olduğu çok rahat anlaşılabilir.
SSCB’ nin yıkılması , dünyanın iki kutuplu yapıdan tek bir süper güç tarafından sevk ve idare edilir hale gelmesi, bilişim teknolojisi ve iletişim araçlarının hızla artması, insanların olup biten tüm siyasal,sosyal, ekonomik ve kültürel hareket ve eylemlerden çok çabuk haberdar olması ve bilgiye ulaşması kitlesel ve toplumsal siyasi bilinçlenmeyi de beraberinde getirmiştir.
İkinci emperyal paylaşım savaşının ortaya çıkardığı siyasi birlik ve devletlerin yıkılıp,dağılmasına, ayaklanma ve iç savaşlara ,özellikle milliyetçilik hareketlerinin yükselmesine, toplumsal demokratik hak ve taleplerin artmasına yol açmıştır. Geçmişte, SSCB tehlikesine karşı aynı ittifak içinde bulunduğumuz küresel güç ve devletler tarafından, milletimizin demografik ve inanç yapısına yönelik saldırılar artarken, bölücülük ülkenin en temel sorunu haline getirilmiştir.
Türk insanı , uygar dünyada elbette ki layık olduğu yerde olmalı ve insani ve demokratik haklardan en üst seviyede yararlanmalıdır.Buna kimsenin itirazı olamaz. Tüm fikir ve gelişmelerin, siyasi platformlarda en geniş katılımla tartışılması ve halkımızın her konuda en iyi şekilde aydınlatılması gereklidir. ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ ve ‘’3.Dünya ülkelerine ileri demokrasinin yerleştirilmesi projesi adı altında 'okyanus ötesi' menşeli siyasal düşünce ve programlarla, haritalar yeniden çizilip, ABD çıkarlarına hizmet edecek yeni devletler ve yönetimler oluşturulmakta, bu ülke halklarına ‘’sizin adınıza biz düşünür ve yaparız, size de buna uymak kalır’’ fikri yerleştirilmektedir.
Küresel güçler tarafından oluşturulan meclisler ve hükümetler hep ‘’ileri demokrasi’’ adına yapılmakta, ülke halklarının bunu tartışması, kabul ettirilmeye çalışılan uzaktan kumandalı yönetim ve demokrasi fikirlerini sorgulaması bile demokrasi karşıtlığı olarak lanse ediliyor.
ABD, bu ülkelerin kaynak ve zenginliklerini çok uluslu şirketlerine aktarabilmek için bu tür yönetimlere, ihtiyaç duymaktadır. Bunun için, ABD karşıtı coğrafyaları dikensiz gül bahçesine dönüştürmeyi siyasi bir proje olarak uygularken, demokratik düşünce ve eylemlerin de azami düzeyde baskı altında tutulmasını istemektedir.
Ülkelerin kendi iç dinamikleri sonucu oluşturmak istediği demokratik düşünce ve yapılara izin vermek istememekte ve bu oluşumları kontrol altına almaya çalışmaktadır. ABD; çıkarları olan her bölgede, yarı demokrasi diye tanımlayabileceğimiz; meclislerden daha ziyade ; Mısır örneğinde olduğu gibi oldukça etkili yetkilerle donatılmış başkanların ön plana çıktığı, güya seçimle gelen yönetimler istemektedir.
Irak’ta kimyasal silah var diyerek bizzat kendi militarist gücünü kullanarak oluşturduğu rejim ve idari değişiklik, dünya kamuoyunda çok tepki alınca Arap Baharı projesi adı altında Tunus, Libya ve Mısırda sahneye konulmuş, sıra Suriye’ye gelmiştir. BOB adım adım hayata geçirilirken, bu ülkelerde demokratik yönetim oluşturmanın önü en baştan kesilmektedir. Kısaca ABD, bu yönetimler marifetiyle yeni Sultanlar yaratmaktadır.
Türkiye bir ulus devletidir. ABD gibi birçok millete mensup insanlardan meydana gelen halkların oluşturduğu federal bir devlet değildir. Bizzat kendi meclis ve ve yasaları olan farklı eyaletlerden müteşekkil bir devletin merkezi idare yapısı ‘’Başkanlık Sistemi’ için uygun olabilir, ama Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı herkesin Türk milletinin bir ferdi olarak kabul edildiği anayasamızda açıkça belirtilen ve sosyolojik ve demografik yapı itibariyle başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerle benzerliği olmayan ülkemizin, yürütme erkinin daha güçlü, halkın seçtiği meclisin etkisinin ve rolünün daha az olduğu bir merkezi yönetime geçmesi, gittikçe kırılganlaşan siyasal süreçte akla ve mantığa aykırıdır.
Tüm bu kriterleri göz önüne aldığımızda başkanlık yada yarı başkanlık sisteminin, günümüz şartlarında Türkiye için uygun bir siyasi yönetim tarzı olmadığı görülmektedir. Milliyetçi Hareketin başkanlık sistemini savunduğu yıllara ait dünya şartları ile şimdiki mevcut durum siyahla beyaz kadar farklıdır.O gün gerçekten ideal olan bu idare biçimi, bugün bir süper gücün diğer ülkeleri daha rahat kontrol edebilme siyasetinin bir uygulaması olarak karşımıza çıkarken, Türkiye’nin son otuz yıl içerisinde yaşamış olduğu gerçekler, bölücülüğün ve özerk yönetim anlayışının tartışıldığı bir ortamın varlığında; bu sistemin ülkenin demokratik olarak geri gitmesine yol açacağı gibi, ulus devletin tasfiye sürecini hızlandıracağından; artık geçerliliğini kaybetmiştir. Umarız, iktidar partisi de bu gelişmelerin farkına varır ve iktidarda daha çok yetki hırslarına yenik düşmeden bu fikirlerinden vaz geçer.