Sâdece Samsun'u değil, her şeyi araştırmak, inceden inceye tedkik etmek ve tâbiri câizse, yeniden keşfetmek mecbûriyetimiz vardır. Benliğimizi, varlığımızı ve varlık şartlarımızı, şuûrumuzu, her ân "tâzeleyerek" yeniden ortaya koyma arzu ve emelinde bulunmalıyız. Bunu; siyâsî olarak da, ilimle ve san'atla da, hukuken de, örf ve an'ane olarak da, kültürün bütün şûbeleriyle icrâ edebilmek vazîfesindeyiz.
İlimdeki ilerlemenin temel şartlarından biri olan "tecrübî-objektif" araştırıcılık; yine, sâdece günü değil; mâzîyi de müşâhede altına almakla mükellef olduğumuzu ortaya koyarak ve kaybolmaya yüz tutmuş veya yüz tutması muhtemel "değerleri" günyüzüne çıkarmamızı emreder.
Bu noktada, diyebiliriz ki; bir kitab-ı ekber olan tabiatı -yeraltı ve yerüstü varlıklarındaki bütün iç-dış, öz-kabuk cevherleriyle analiz etmek, Türk ve dünya medeniyetine sunacağımız en büyük hizmet olacaktır.
Böylece; kâinatı, tabiî ve târihî yapısıyla gözlem altına almış olacağız. Kimini fizik diliyle; kimini astronomi, biyoloji; kimini de şiir, hikâye veya mîmârî diliyle keşfe çalışacağız. Bunlar; fert fert herbirimize yüklenilmiş vazîfelerdir. Hiç kimse, bir diğerinden bir adım önde veya geride değildir. Ancak; "keşif, tespit, tahlil, kayıt ve nakil" mevzûbahis olduğu zaman, elbette ki, öndelik ve arkadalık kendini gösterecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerinde kurulduğu coğrafya, bir uçtan bir uça bu zenginliklerle doludur. Biz; Türk milleti olarak, hâkim unsur olmadan önce de bu coğrafyada vardık. Bu varlığımızı tespitte, elbette ki, yukarıda saydığımız hususlar gözönüne alınacaktır.
Zîrâ; ilmin kapısı, tâlib olan herkese dâimâ açıktır. Geriye veya ileriye doğru yapılacak bütün keşifler, muhakkaktır ki, ancak ve ancak ilimle mümkündür. İlim ise, tecrübe ve müşâhede'nin akılla işbirliği sonucunda meyvasını verir. Bunlar ise, hakikî kaynaklara ulaşan sağlam ve güvenilir delillerle mümkündür.
Bir kimsenin; insanlığa âit ve ayrıca; mensûbluk duyduğu kavmin hususiyet, ruh ve madde kökleri ile, vatan veya anavatan edindiği coğrafya(lar)da bıraktığı kültür izlerini araştırarak "vesîkalarla" yeni bilgilere ulaşması ve onları sunmasından daha tabiî ve hizmeti hedef alan bir şey olamaz.
Şimdi, sıra, bunca sözü yazmamın sebebini îzâha geldi. Arzedeyim: Doğrusunu isterseniz, bu mevzûda yeteri kadar yazı yazdığımı düşünüyordum. Ancak; mes'uliyet hissim, bana, bu hususta bir defa daha yazmamı düşündürdü, hattâ emretti.
Şöyle ki;
Bundan bir süre önce, gazetelerde, ikisi de, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi olan bilim adamlarımızın "Amazonlar" ile ilgili tebliğlerine ait iki farklı tarihte iki haber okudum. Bu haberlerle ilgili hiçbir tekzibe de rastlamadığıma göre, bu haberler, bir nev'i onların tebliğ özetleri mahiyetini taşımaktadırlar.
İlki; Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu'na (şimdi profesör) aittir ki, arzedeceğim gazete haberine dâir görüşümü, 20 Nisan 2011 târihli Olay Gazetesi'nin onuncu sayfasında "Yine, Amazonlar" başlıklı yazımda ifade etmiştim.
Habere göre, Doç. Dr. Tellioğlu şöyle diyor: "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yok. Sadece Yunanlı tarihçiler bir şeyler yazmışlar. Tarihî bilgi, kazı, eser yok. Ama şu an tarih inşâ ediliyor. Tarih açısından çok önem verilmemelidir. Çarşamba'nın Terme'nin sembolleri nelerdir, deyince sembol oluşturuluyor. Terme ve Çarşamba'da Amazonlar simgeleştiriliyor ama kaynak yok. Başka semboller geliştirebiliriz." (Bknz: Olay Gazetesi, 17 Nisan 2011, s. 11)
İkinci haber, Yard. Doç. Dr. Akın Temur'a âit. Haberde şöyle deniliyor: "Ancak birçok kaynakta adı geçmelerine rağmen onların var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıkları ise hâlâ bir tartışma konusudur. Türkiye'de Samsun'un Terme ilçesinin bulunduğu alanda yaşadığı iddia edilmektedir. Bu konuda detaylı araştırmalar yapılabilir. Amazonların Samsun'da simgeleşmesiyle ilgili Amazon heykellerinin yapılmasını Samsun'un amblemi olan 19 Mayıs 1919'u simgeleyen at üstündeki Atatürk Heykeli'ni gölgelemek ve ikinci plana düşürmek gayreti olarak görülmesi de tamamen tutarsızca bir görüştür. Amazonların şehrin tanıtımında kullanılması belediye veya resmi kuruluşlarının amblemlerini değiştirmelerini gerektiren bir sebep değildir. İkisini aynı kefeye koyup değerlendirmek zaten başlı başına saçma bir düşüncedir. Samsun'un Milli Mücadele'deki yeri ve önemi kesinlikle tartışılabilir bir konu değildir. Burada yapılmaya çalışılan şey, şehrin turizm potansiyelini artırmak ve bölgenin bir cazibe merkezi olmasını sağlamaktır. " ( Bknz: Olay Gazetesi, 16 Ekim 2011, s. 10)
Doç. Dr. Tellioğlu'nun görüşleri hakkındaki intibamı yazdığımı söylemiştim. Şimdi, her ikisinin görüşlerindeki "müşterekliğe" bakalım: "Var olup olmadıkları, nerede ve ne zaman yaşadıkları hâlâ tartışma konusudur." Yâni, "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yoktur."
Birleşilen tek nokta, " efsâne" ve " belirsizlikleri"dir. Peki; "efsâne"den yola çıkılarak "belirsizliğe" varılırsa, bu "varılmak" mı olur? Târih, bu mudur?
Doç. Dr. Tellioğlu, zâten, hiçbir "belge " olmadığını söylüyor ve sun'î bir "tarih inşâ" sından söz ediyor. Daha ne desin?
Yard. Doç. Dr. Temur da, bunların "var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıklarının" bilinmediğini söylüyor. Bunların hepsi, Doç. Dr. Tellioğlu'nun kısaca temas ettiği gibi, zâten, " Yunanlı tarihçiler"in eserlerinde mevcut. Yeni bir şey değil. Hemen hemen bu hususta görüş beyan eden herkes, Prof. Dr. Abdulhaluk Çay ve Doç Dr. İlhami Durmuş gibi ilim adamlarımızın hepsi, Heredot Tarihi'ni esas almışlardır.
Bütün bunlara rağmen; Heredot Târihi'nden nakledeceğimiz şu kısacık bölüm bile, Amazonların ne olup ne olmadıklarını ortaya koymaktadır.
"Amazon'lara, ki Skyt'ler bunlara Oiorpata derler, yani Yunanca karşılığı erkek öldüren- çünkü Skyth dilinde oior erkek demektir, pata da öldürmek- savaş açan Yunanlılar, diye anlatırlar." ( Bknz: Heredot Tarihi, Türkçesi: Müntekim Ökmen, Yunanca Aslıyla Karşılaştıran ve Sunan, Azra Erhat, Remzi Kitabevi, İstanbul 1983, s. 232)
Ve; "Öğle vakti olunca Amazonlar şöyle yapmayı âdet edinmişlerdi: Birer ikişer dağılıyorlar ve tabiî ihtiyaçlarını gidermek için birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bunu gören Skyth'ler de öyle yapmaya başladılar. Ve içlerinden birisi bu tek başına kalmış kızlardan birisini yere yatırmak istedi; Amazon, olmaz demedi ve delikanlının kendi gövdesine yaptıklarına karşı öfkelenmedi. Ona bir şey söyleyemezdi-çünkü ikisi de birbirinin dilinden anlamıyordu- ama işaretlerle ona anlattı ki, yarın gene gelsin, bir arkadaşını da getirsin, kendisi de bir başka kız daha getirecekti. Delikanlı döndü, olanı biteni öbürlerine anlattı. Ertesi gün yanına bir arkadaşını alıp gitti; Amazon, yanında bir başka Amazonla beraber bekliyordu. Durumu gören öbür oğlanlar da, geri kalan Amazonları insanlaştırmaya koyuldular..." (a. g. e. , s. 233)
İşte, bütün mes'ele burada düğümleniyor.
Şâyet, bu "Amazonlar" hakikatse, hâlleri budur. Ve, bizimle yakından uzaktan hiçbir alâkaları bulunmaktadırlar. Zâten, yaşadıkları yer ve mekân da belli değildir. Ve eğer; bahsedildiği gibi bunlar "efsâne" ise; efsâneden nasıl târih olur?
O hâlde devam edelim:
Objektif bilgi, "âfâkîlik" kabûl etmez. Tahmin ile, târih yazılmaz.
"Var olup olmadıkları, nerede ve ne zaman yaşadıkları" , "tartışma konusu" olan bir şeyi, "vesîkasız konuşmanın" ne mânâsı olabilir?
Yard. Doç. Dr. Temur; "bu konuda detaylı araştırmalar yapılabilir." diyor. Ne güzel! Demek ki, yapılmamıştır. O hâlde, âdetâ "boşluğa" konuşuluyor. Peki, bu "detaylı araştırmaları" kim yapacaktır? Terme köylüleri mi?
Araştırma yapılıp, elde sağlam veriler bulunmadan mes'eleye hangi çözüm getirilebilir? Bu, nasıl bir ilmî anlayıştır?
Öyleyse; ( bir ân için Amazonlar var kabûl edilerek) bir zihin araştırması yapalım:
* Amazonlar sâdece bir kadın topluluğudur. ( Heredot'un yazdıklarına göre, zâten "erkekleri" yoktur.)
* Âile düzeni olmayan böyle bir kadın topluluğundan "kavim" olur mu?
* Târihte, bu mânâda bir "Amazon kavmi" nasıl olabilir?
* Târihte, bir "Amazon mekânı / Amazonya" mevcut olmuş mudur?
* Târihte, bir "Amazonca" var mıydı?
Meselâ; Lâtin milleti / kavmi yok ammâ, Lâtince var. Sümer milleti yok ammâ, Sümerce var.
Peki, Amazonlar varsa, Amazonca nerededir? Ve yine; peki öyleyse, bunca Amazon vasıflı mekân veya kuruluş neyin nesidir?
Umûmî kanat: Bunların gerçekten yaşadıklarını söylemek kadar söylememek de zor ise; Savaş tanrıçası Ares'e tapan ve Ana tanrıçanın doğurduğu Artemis'in gönüllü hizmetkârları olan (kabûl edilen) bu Amazonlar nasıl bir toplulukturlar.
Şimdi, bakınız mes'ele nereye gelip dayanıyor:
Bu "Amazon(lar)ın- ki, erkekleri mevcut değildir- bu duruma göre; ekmeği var, köyü var, festivali var, köftesi, pidesi, barı, eğlence merkezi, centeri, balo salonu, kompleksi, diyârı, parkı, kadınları, şehri (hem Samsun ve hem de Sinop'ta), kanalı, kenti, sokağı, dansçıları, rölyefleri, adası, elektrik ve aydınlatması, heykeli, sürücü kursu, figürleri, bebekleri, oteli (Kerasus'tan sonra, kendisine Amazonlar diyârı olmayı yakıştıran Giresun'da, Amazon Aretias Hotel) ve gönüllü Amazonları (Adana'da) vardır.
Bütün bunlar, âile düzeni bulunmayan ve dolayısiyle "kavim" bile olmayan, "varlıkları şüpheli" bir " kadın topluluğuna" bir "hüviyet tahsisi veya hüviyet yüklemek değil midir? Millet olmak için, onlara, sâdece "lisân tahsisi" kalmıyor mu?
Merak ediyorum: Meselâ; Amazon(lar)a bu kadar önem ve kıymet verenler, Heredot'un yukarıda yazdığımız ifadesiyle, onları, "insanlaştırmaya koyulan" Skyth ( İskit ) delikanlılarını (âile düzenleri ve kavim oldukları hâlde) niçin görmezden geliyorlar?
Skyth delikanlılarının niçin esâmîleri okunmuyor? Bu görüşün ortaya koyduğu tavıra bakınca, Skyth delikanlılarıyla birlikte Amazonların müştereken yapılacak tablolarının süsleyeceği(!) bir şehir, eğer, bâzı dostlarımın ve Yard. Doç. Dr. Temur'un söylediği gibi, maksat "daha çok turist çekmek" ise, daha cezbedici olmaz mı? Acâba, diyorum, bu cezbedicilikteki öncelik "erkek öldüren Yunanlı savaşçı kadın olmaktan" mı geçiyor?
Gelen turistlere - hiçbir turist kendisine benzemek isteyenlere iltifat etmez- Amazonların hangi "mârifetlerini" anlatacağız?
* Sağ memelerini aldırmalarını veyâ dağlatmalarını mı?
* Erkek düşmanı olduklarını veya erkek çocuklarını öldürdüklerini mi?
* Skyth (İskit) delikanlılarıyla olan mâceralarını mı?
* Skyth'lerin, onları , "insanlaştırmaya koyulma"larındaki insanî gereklilikleri mi?
Yard. Doç. Dr. Temur, ilgili haberde; " Amazonların Samsun'da simgeleşmesiyle ilgili Amazon heykellerinin yapılmasını Samsun'un amblemi olan 19 Mayıs 1919'u simgeleyen at üstündeki Atatürk Heykeli'ni gölgelemek ve ikinci plana düşürmek gayreti olarak görülmesi de tamamen tutarsız bir görüştür. Amazonların, şehrin tanıtımında kullanılması belediye veya diğer resmi kuruluşlarının amblemlerini değiştirmelerini gerektiren bir sebep değildir. İkisini aynı kefeye koyup değerlendirmek zaten başlı başına saçma bir düşüncedir. Samsun'un Millî Mücadele'deki yeri ve önemi kesinlikle tartışılabilir bir konu değildir. Burada yapılmaya çalışılan şey, şehrin turizm potansiyelini artırmak ve bölgenin cazibe merkezi olmasını sağlamaktır." diyor.
Bu cümlelerin hiçbirinde "ilmî" bir fikir ve tavır mevcut değildir. Zâten; "olabilirliği tartışılan" bir mes'ele ile, "Millî Mücâdele" mukayesesine girişilmeye kalkışılıyor. Benim, daha önce birkaç defa işâret ettiğim husus şudur ki; bugün, Millî Mücâdele'nin ilk adımının atıldığı şehir maalesef böyle bir şeyi tartışıyor. Diğer hususlara, zâten yukarıda temas ettim. Ancak, sormam gereken bazı sorular bulunmaktadır:
"Atatürk'ün Şehri " tabelalarının bulunduğu şehirde, kaç tane " Atatürk, 19 Mayıs, Mustafa Kemal, Gaazi, İlkadım ve Millî Mücâdele kahramanlarının" ismini alan kuruluşumuz vardır? Bunların hepsinin toplamı onu-onbeşi geçer mi? Ammâ; yirminin üzerinde olan (Amisos)lu resmî ve özel kuruluş isim ve sıfatlarının yanında, yukarıda belirttiğim yirmiyedi "Amazon"un yirmibeşi Samsun'dadır. "Amisos"la birlikte elliye ulaşan bu "Amazon"lar hiç mi rahatsızlık vermiyor?
Acaba, Samsun'a "yakıştırılabilen" hiçbir "Türk efsânesi" yok mudur? Türk efsânelerinin yükünü taşımak için "sapasağlam omuzlar" gerekir değil mi?
Devam edelim:
Amazonlar, "efsânevî kadınlar" iseler; Türk Milleti'ni defalarca temsil eden şampiyonlar şampiyonu Millî Güreşçimiz rahmetli Yaşar Doğu "Efsâne Güreşçi Yaşar Doğu" olarak nasıl bir îzâhla anlatılacaktır? Kavak İlçemizin giriş çıkışlarındaki tabelâdaki bu yazıyı nasıl değerlendirmek lâzımdır? Öyle ya, ikisi de efsâne!
"Amazonların", "...turizm potansiyelini artırmak ve bölgenin bir cazibe merkezi olmasını sağlamak"ın ilimle olmadığı gibi siyâsetle de hiçbir alâkası bulunmuyor. Zîrâ; ilimden nasipsiz siyâsetin yolunun sonu uçuruma çıkar.
Pek aklım yatmıyor ammâ, turist, eşittir "para" düşüncesi uğruna, bozulan hattâ tahrip edilen "kültürün bedelini" hangi "sermaye" ödeyecektir?
Şunu da ifade edeyim ki, hiçbir aklı başında yabancı, kendilerine ait olduğu söylenen hiçbir "uydurma nesneye" iltifat etmez. Zîrâ bunlar; ne târihî ve ne de san'at eserindeki bediî kıymete hâiz cezbediciliğe sahiptirler.
İşin garibi, ve beni en çok müteessir eden husus; başka zamanlarda, başka heykeller için İslâmiyet'i öne sürerek "heykele" şiddetle karşı olduklarını âdetâ kükreyerek söyleyenlerin "Amazon mes'elesinde veya heykelinde" suskun olmalarıdır. Heykelin ayrısı gayrısı mı vardır? Şüphesiz ki; bunu, millî, dinî, beşerî ve vicdânî olarak kabûllenebiliyorlarsa, bizim bir diyeceğimiz olamaz.
Peki; bizim kendimize mahsus, millî hüviyetimizi temsil edebilecek ve Samsun'da bulunması / yapılması gereken değerlerimiz yok mudur? Geçen yazılarımın birinde, "bizi, (ruh ve madde köklerimize) bağlayacak bir başka teklifte bulunacağımı" (Bknz: M. Halistin Kukul,Taşhan'dan Sadi Tekkesi'ne, Olay Gazetesi, 23 Ekim 2011, s. 8) ifade etmiştim. Şimdi bunları îzâh edeyim:
Sâdece Türkiyemiz'de değil, dünyanın dörtbir yanında alp-erenlik izleri bulunan bir milletin, şehirlerinde, kendini temsil edebilecek sayısız nice eseri vardır.
Ve yine; dünyada, sâdece "42 şehir ve ülkede şehitlikleri bulunan bir millet" ( Bknz: Gürbüz Azak, Yeryüzünde Türk Şehitleri, Halk'a Ve Olaylara Tercüman Gazetesi, 30. 01. 2003, s. 2) Türk milleti olarak biziz.
Öyle ise; nerede, ne arıyoruz? Neyin peşinden koşuyor, niçin zaman hebâ ediyor ve boşuna tartışıyoruz? Ve; asıl yapılması gerekenden maalesef uzaklaşıyoruz.
Bu güzel şehre, ismini, Selçuklu Türkleri verdi. Onları temsilen, Samsun'da hangi eserlerin bulunduğu ve bulunanların ne hâlde olduğu hakkında kimin ne kadar bilgisi vardır, bilemem. Bir ân için, bırakınız milâddan önceki Samsun ve Karadeniz'deki Türk varlığını, Selçuklu Türkleri'nden îtibâren bile Samsun'da "Selçuk veya Selçuklu" adıyla anılan kaç resmî veya hususî kuruluşumuz vardır? Veya; niçin yoktur veya niçin bu kadar azdır? Bize âit olmayanlar hakkında bu kadar kafa yorar ve onları "varmış kabûl edip " ihyâya kalkışırken, atamız Selçuklu'dan habersiz nasıl rahat olabiliyoruz? Yoksa sözünü ettiğimiz, (bizi, "ruh ve madde köklerimize" bağlayacak )unsurları keşfetmenin zamanı daha gelmedi mi?
Senelerden beri, dünyânın dörtbir yanında, "Türk izleri " silinmekte iken ve buna engel olunamazken; bugün, Avrupa Birliği hevesi uğruna, âdeta başkalarının tâlimatlarıyla, başkalarının eserlerini inşâ ve ihyâ faaliyetleri sürdürülmektedir. Türk izlerinin silinme numûnelerini, Balkanlar'dan Rusya'ya Çin'e, Macaristan'a kadar uzatabiliriz. Yıkılan câmilerimizin sayısını söylemek insanlık adına hicab vericidir. Değiştirilen yer isimleri de, bir o kadar fazladır.
Son olarak,Vahabi Suud rejiminin yerlebir ederek yerine otel inşâ ettiği "Ecyâd Kalesi" hâdisesi ürperti vericidir. Şimdilerdeki hedefleri ise; Kâbe-i Muazzama'daki " Osmanlı revakları"dır. Bu revaklar, Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile, dünyanın, san'atına hâlâ erişemediği mîmârımız Mîmâr Sinan'ın hazırladığı mîmârî tarzıyla, 1590 yılında , başka bir mîmârımız Mehmed Ağa'ya inşâ ettirilmiştir. Kâbe-i Muazzama'nın etrafındaki beşyüz revaktan, oraya gidip görenler iyi bilirler ki, bir Türk olarak iftihar etmemek mümkün değildir.
İnsan olmasaydı; ne san'at, ne ilim ve ne de kültür ve medeniyet olurdu.
Bu düşüncelerin ışığında, Samsun'un veya herhangi bir şehrimizin, han, hamam, çeşme, kale, bedesten, kule gibi.., ölü veya dirilere; insan veya hayvanlara hizmet veren târihî mekânlarını araştırıp, bunların koruma altına alınması ve mevcut şartları gözönüne alınarak hizmete sunulması gerekmez mi( ydi) ?
Bir numûne olarak ele aldığımız Samsun'a göz atalım ve tekliflerimizi sıralayalım:
* Kalkancı Tepesi'ne; Ankara, Bafra ve denize nâzır durumda; içersinde, ataları (mız) Oğuzlar'ın da sembôlü olan "ok ve yay"ın bulunduğu "Çift başlı kartal"lı Selçuklu Bayrağı'nı dikelim. Tabiî ki; şu anki Ay-Yıldızlı bayrağımızla müşterekleşmiş olarak, rengârenk ışıklı bir panoda.
Gelip geçen herkes :" Bu nedir?" diye soracak olduğunda, biz de iftiharla: " İşte!" diyelim; bu, Samsun'a adını veren atalarımız Selçuklu Türkleri'nin bayrağıdır. Şimdiki şanlı bayrağımızla iç içe, koyun koyuna, kucak kucağa!..
- Peki, ya şu "ok ile yay", diyecekler?
- O mu? Selçuklular'dan nice yıl evvelki Türkler'e ait bir başka sembôldür! Türkler'in "millî silâhı" dır ve yirmi dört Oğuz Boyu'nu temsil eder! Az şey mi?
* ( Amisos) ismi verilen "tepe"ye, (Sancak Tepe, Oğuz Tepe, Bayrak Tepe, İkiz Tepeler..) dedikten sonra; oraya, Samsun'a hizmet etmiş Kılıç Dede, İsa Baba ve Seyyid Kudbiddîn hâriç;( zîrâ, bunların mevcut yerleri donanımlıdır) Samsun'a ve bütün Türkiye'ye büyük çapta hizmet etmiş ilim adamı, asker veya siyasetçi şahsiyetlerin büst veya heykelleri, cepheleri denize karşı olmak üzere -mükemmel bir ışıklandırmayla- yapılmalıdır.
Bunlar:
Samsun Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti mensupları :
* Reis Boşnak zâde Süleyman Bey ; ve, âzâlar: Şükrü Bey, Hacı Hayrullah zâde Ömer Bey, Hacı Ömer zâde Hasan Bey ( Samsun eski Belediye Başkanlarından Hasan Umur Hoca) , Âdil Bey, Şeref Bey, Ethem Veysi Bey, Faruk Bey, Osman Tabruk Bey, Hayrettin Nadi Bey;
* Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, Şefik Avni Özüdoğru, Dr. Fethi Tevetoğlu, Tevfik İleri, Yaşar Doğu, Mustafa Dağıstanlı, Samsun ve çevresinde yaptıkları tecâvüz ve katliamlarla Müslüman Türk insanını bezdiren Pontus eşkıyâlarının kökünü kazıyan Topal Osman Ağa'dır.
* Bunların tam karşısına, dolgu tepesi üzerine; sırtı denize, yüzü ise, bu şahsiyetlere dönük vaziyette, atı üzerinde, sağ elinin işâret parmağı Havza istikametini gösterecek şekilde heybetli bir Mustafa Kemal Atatürk heykeli!..
Elbette ki, bunların hepsi, gözalıcı bir ışıklandırmayla düşman çatlatır cinsinden olacaktır. Ve her dost: "İşte biz, millet olarak, ebediyen buradayız!" dercesine ihtişamlı ve aynı zamanda, seyredeni tesiri altına alacak estetikte bir duruşa sahip mâzîyi hürmetle anacaktır!
Oradaki kanal, tepe vs. çok güzel! Arkadaki heykel ve ona ait bütün (isimler) saf dışı!
Bu düzenleme, dost-düşman, kim olurlarsa olsunlar herkesi büyülemeli!
* Doğu taraftan Samsun'a girişteki güzellik, zâten " Atatürk Evi" ile başlıyor. Ardından "Bandırma Vapuru ve Millî Mücâdele Parkı" şâhâne!
Ancak; bu cepheden de, Samsun'u tanıtacak ışıklı-dönerli panolar, sol taraftaki tepeye yerleştirilmelidir. Bu panolarda; Atatürk Evi, Bandırma Vapuru, Atatürk Heykeli, Kurtuluş Yolu ve Mustafa Kemal'le Samsun'a çıkanlar, Millî Mücâdele Parkı, Hayvanat Bahçesi, Atlı S(ı)por Tesisleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Merkez Site Câmii,Taşhan, Hançerli Câmii, Kılıç Dede Câmii, Seyyid Kudbiddin Câmii ve Türbesi, İsa Baba Camii, Büyük Câmi, Saat Kulesi, Gaazi Müzesi (Mıntıka Oteli), Canik Tesisleri, Sadi Tekkesi (Tabiî ki, yeri tespit edilip hizmete açılmak şartıyla)...bulunmalıdır.
Tarihi ve tabiatıyla bütünleşen şehir, böylece, onu gezmeye gelenlerce de kısa yoldan buluşmuş olur.
Ayrıca; koyacak isim bulamıyormuşuz gibi, önümüze gelen -neredeyse- her şeye " Amisos ve Amazon" demek yerine, kendi isimlerimize sâhip çıkmamız uygun olmaz mı?
Meselâ; yön adlarıyla (Doğu-Batı) olarak tanıtılan iki parka isim mi bulamadık? Bunların birine "Mevlâna Parkı", diğerine de "Yûnus Emre Parkı" desek ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda " ilk adımın atıldığı" yerde bir de "Türk Dünyası Kültür Parkı" olsa, Samsun'a yakışmaz mı?
Böylece; "Mevlâna ve Yûnus Emre Parkları", birer "millî kültür külliyesi" hüviyetine büründürülerek daha cezbedici olamaz mı?
Ancak; bütün bunlara rağmen, merakımı celbeden bir hususu daha söylemeden geçemeyeceğim:
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Ve Turizm Bakanlığı, 2009 yılında, "Samsun Turkey " adlı, elli altı sayfalık tamamı İngilizce olan bir kitapçık bastırmış. Tabiîdir ki, bu kitapçık, baştan sona kadar renkli resimlerle doludur. Bilenler bilir ki, bu durumlarda, para, milletin kasasından / kesesinden çıktığı için masraf da pek düşünülmez.
Arka ve ön kapak dâhil, hemen hemen her sayfada "Atatürk heykeli" var. Bundan daha tabiî ne olabilir ki, diyeceksiniz. Aynı kanaatteyim. Ancak; her "Atatürk heykeli"nin arkasında, bir "Amazon kadını heykeli" bulunuyor. Herhâlde, buna da, "Bundan daha tabiî ne olabilir ki?" demeyeceksiniz.
" Amazonlar", Mustafa Kemal Atatürk'e bu kadar mı yakındırlar? "Amazonlar", Cumhuriyetin kuruluşuna ortak mıdırlar?
" Amazonlar"; ninelerimizle beraber mi savaşa katıldılar?
" Amazonlar"; dedelerimizle omuz omuza mı idiler?
"Amazonlar"; Atatürk'ün, Onuncu Yıl Nutku'ndaki " işlerin en büyüğü" olarak değerlendirdiği " temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyeti"nin bu kadar mı özüne nüfûz etmişti?
Vah ki, vah! Kültür adamlarıma vah! Atatürkçülerime vah! Müslümanlık adına siyâsî ahkâm kesenlerime vah!
Nelere, nerelere para harcıyoruz ve nelere zaman hebâ ediyoruz!
Hepsine vah; milyon kere milyon vah!..Vahhh!
* Bu yazım, 2011 yılı kasım ayında, Samsun'da neşredilen Olay Gazetesi'nde yayınlanmıştır. Önemine binâen, onu, tekrar yayınladığımı belirtmek isterim. M.H.K.