"DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ", "GÜNEYDOĞU KİMLİĞİ" VE "BÖLÜNMEYE ÇEYREK KALA"
Bu üç kıymetli eser, üç muhterem fikir adamımız tarafından yazılmış ve yayınlanmıştır. Başlıktaki kitap isimlerini, eserlerin yayınlanış târihine göre sıraladım. Her üç eserde de, bu çok kıymetli fikir adamlarımızın, kendilerinde müşterek olan 'Türkiye sevdâsı' ve buna bağlı olarak da, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu" bölgelerimizde, alenî veya sinsi, gaflet ve ihânetle oynanan menfaat ve bölücülük oyunları hakkında Türk Milleti'ne uyarıcılık vazifelerini yapmalarıdır.
Yapacağım iş, ne bu eserlerin tanıtımı ve ne de bu eserler hakkında birer tahlil yaparak geniş mâlûmât vermektir. Bir cümleyle ifadeye çalıştığım gibi, bugün, uyurgezer hâlde, Türk milletine doğruların söylenmediğine şâhit olarak, en azından, bu üç fikir adamının görüşlerini nakletmekle iktifâ edeceğim.
Bu üç yazardan ilk ikisi, yâni, S. Ahmet Arvasî ve Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, alışılagelmiş söyleyişle söylüyorum "Doğulu"dur. Türkiye'de Doğulu demek, bu iki bölgeli olmak demek olarak anlaşılıyor. Aslında, benim doğduğum şehir olan T(ı)rabzon, Ağrı ve Van'dan değilse de, Malatya'dan daha doğudadır. Yâni,bu mânâda, ben de doğuluyum!..
S. Ahmet Arvasî, Ağrı ilinin Doğubeyazıt kasabasında doğmuş fakat âilece Van, Bahçesaraylı; Prof. Dr. Orhan Türkdoğan ise, Malatyalı'dır.
İkisi de sosyologdur.
Üçüncü yazar Engin Alan, İstanbullu'dur. Subaydır: Emekli Korgeneral'dir.
Bugün, Cumhurbaşkanları'nın , Başbakanlar'ın Bakanlar'ın...Türkçe'nin hâricinde ikinci bir lisanla karşılandığı Türkiye'mizde, ismi telâffuz edilmeyen 'tek vatan, tek bayrak, tek devlet ve tek millet'in yanında, milleti meydana getiren ana unsurun 'dil/lisan' olması hasebiyle, 'tek dil'den yâni Türkçe'den söz edilmemesi, işin vahametini daha da artırmaktadır.
Tek vatan: Türkiye'dir. Tek Bayrak: Türk Bayrağı'dır. Tek Devlet: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir.Tek Millet: Türk Milleti'dir ve tek Dil: Türk Dili yâni Türkçe'dir.
Bunlar, böyle telâffuz edilmelidir.
Kaldı ki, Türkiye dışında bulunan, resmiyeti tescil edilmemiş bir bölgenin sembolünün, Türk bayrağının yanına bayrak diye asılmasının, Türk resmî makamlarınca mâkûl karşılandığı şu zamanlarda, bu üç yazardan yapacağımız fikir nakillerinin çok mühim olduğuna inanmaktayım.
O hâlde, ilk olarak, S. Ahmet Arvasî (15 Şubat 1932 - 31 Aralık 1988) tarafından yazılan ve Birinci Baskısı 1986, İkinci Baskısı ise, 1988 yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan 106 sayfalık 'Doğu Anadolu Gerçeği' adlı eserden bâzı bölümler sunuyorum:
"Kesin olarak bilinmelidir ki, Doğu ve Güney-doğu Anadolu'muzda yaşayan "halk kitleleri" ile Malazgirt Zaferi'nden önce, bu bölgede yaşayan halk kitleleri arasında önemli farklar vardır. Belki, Malazgirt Zaferi'nden önce, Doğu ve Güney-doğu Anadolu'muzda yaşayan nüfûsun yapısı, menşei ve mahiyeti etrafında karanlık noktalar, şüpheler ve tereddütler bulunabilir. Fakat, Malazgirt Zaferi'nden sonra, bu bölgemizde yaşayan nüfûsun Türklüğü üzerinde şüphe duymaya asla yer yoktur.
Nitekim, milâdî 11. asırdan itibaren ata yurdu Orta-Asya'dan kalkarak akın akın gelen Oğuz ve Türkmen boyları, bin yıldır, doğusu ile batısı ile bütün Anadolu'yu "ana-yurt" yapmayı başarmış, kültür ve medeniyetinin mührünü köprülere, hanlara, hamamlara, kervansaraylara, medreselere, şifâhânelere, câmilere ve çinilere vurarak bu toprakların sahibi olduğunu isbatlamıştır. Müslüman-Türk'ün kanı ile sulanan bu vatan toprakları üzerindeki bütün münakaşaları, Malazgirt Zaferi ile Türk İstiklâl Savaş, kesin olarak bitirmiştir. Şu anda, Erzincan'dan Van'a ve Hakkâri'ye kadar, bütün kazılarda, bitmez ve tükenmez tarzda, topraktan Akkoyunlu ve Karakoyunlu heykelleri çıkmakta ve müzelere sığmamaktadır.
Ayrıca, şu husus açık olarak bilinmelidir ki, Malazgirt Zaferi'nden sonra, "Şark"ın tarihî, içtimâî ve harsî yapısı ne kadar berrak ve aydınlık ise, Malazgirt Zaferi'nden önce dönemlerde o kadar müphem ve karanlıktır. Zaman içinde geriye gidildikçe, bu müphemiyet ve karanlık giderek artmaktadır. Bu müphem ve karanlık noktalardır ki, istismara açıktır. İşte düşmanlarımız ve onların maşaları olan "bölücüler", bu müphem ve karanlık noktalarda eşinme imkânı bulmakta ve kendi niyetlerine göre "tarih teorileri" geliştirmeye kalkışmaktadırlar." (Sf. 12-13)
"Bugün, "siyasî kürtçülük" yaparak emperyalizmin emellerine âlet olana çevrelerin, asla ilmî bir dayanakları yoktur. Mesele, tamamı ile Türk Devleti'ni parçalama ve Türk Milleti'ni bölme oyunlarından ibarettir. Birinci Dünya Savaşı sırasında,istilâcı Rus kuvvetlerine öncülük eden, şu veya bu demeden Doğu Anadolu'muzda yaşayan bütün müslüman ahaliye kan kusturan, ırzını, namusunu pâyimal eden, bir milyona yakın insanımızı öldüren, Ruslar'ın çekilip gitmesi üzerine yalnız kalan ve hiç ummadıkları bir Türk İstiklâl Savaşı ve zaferi ile şaşkına dönüp mahçup ve perişan kaçıp giden ve maalesef öcümüzü alamadığımız Ermeni çeteleri ve onların zulümlerini unutarak "Ermeni'yi kardeş ilân eden" kahpe kişi ve zümreler, elbette yalnız ve ancak yabancı emellerine ve çevrelere hizmet etmektedirler.
Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'muzda, uydurma ve Türk'ten ayrı bir "millet" ihdas etmek isteyen hâinlere, bir Doğu Anadolu çocuğu olan ve 17. asırda yaşayan Ercişli Emrah'ın şu mısralarını ısrarla hatırlatmak gerekir:
Bize Emrah derler, Karakoyunlu,
Yigitler içinde yigit oyunlu,
Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu,
Biz Türk'ük, Türklük'ten fermanımız var." (Sf. 39)
S. Ahmet Arvasî'nin bu sözlerine ilâve edebileceğim ne olabilir ki!..
İkinci yazarımız Prof. Dr. Orhan Türkdoğan ve eseri de "Güneydoğu Kimliği"dir. Hocaların Hocası Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, 18 Ekim 1926 yılında Malatya'da doğmuştur. Rabb'im uzun ömürler versin, yaşayan fikir âbidelerimizin önde gelenlerinden biridir.
"Güneydoğu Kimliği", 1995 yılında, Türk Ocağı Bolu Şubesi tarafından yayınlanmış 254 sayfalık bir eserdir. Türkdoğan Hoca, eserinin ÖNSÖZ'ünde şöyle diyor:
"Sümerler, Hurriler, Gutiler, Kimmerler gibi birçok Proto-Türk kavimlerinin kültürel dokusunu oluşturan bu topraklar, ayni zamanda günümüz akademisyen ve Türk entelijansiyasının: "Orda bir köy var uzakta. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür" dedikleri yörelerdir.
Doğu ve Güneydoğu, coğrafya ile kültürün kucaklaştığı ve bir milletin taşlara oyulmuş tarihinin son uzantısıdır. Orkun abideleri (Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk) nin benzerini bugün Van'ın Ahlat Selçuk mezarlığında bütün ihtişamıyla görmek mümkündür. Aradaki fark, biri İslâm öncesi, öteki İslâm dönemi...Beşik veya sivri-balbalları andıran -mezar taşları yöreye Kırgız veya Yenisey havalisini andıran bir görünüm kazandırmaktadır. Bine yakın sütunları andıran mezarlarıyla Ahlat, Orkun abidelerinin İslâmlaşmış kimliğidir.
Hemen her taşın tüm yüzleri bir kanaviçe gibi âyetlerle, dualarla süslenmiş bir Ahlat Mezarlığı, ayni zamanda kültürel sürekliliğin bir simgesidir de. " (Sf. VI)
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Hoca, eserinin "Kültür Özelliklerinin Korunması" başlıklı bölümünde de şu görüşlere yer veriyor: "Güneydoğu Anadolu, Türklüğün ve İslâmiyetin ilk giriş kapısıdır. Bu sebeple, zengin maddî ve mânevî kültür miraslarının izlerini taşır. Bu kültür kalıntılarının modern araştırma metod ve teknikleri ile derlenip toparlanması ve değerlendirilmesi yapılmak suretiyle geniş veya hakim kültürle bütünleşmesi sağlanmalıdır. Böylece, geçmiş kültür miraslarımızla bu kültür özellikleri arasındaki devamlılık en açık biçimde ortaya konulmalıdır. Kâşgarlı Mahmut'un: "Toprak değişir, töre değişmez" ifadesinde ileri sürülen kültür kodları; tarihî miraslarda, destanlarda, masallarda, efsanelerde, mezar taşlarında, mimaride, kervansaraylarda, camilerde tesbit edilmeli; halkın yaşayış tarzı, dünya görüşü, inanç ve değerler sistemi, folkloru, alışkanlıkları, giyim ve kuşam biçimleri hepsi en ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmak suretiyle eski kültür kaynaklarımızla olan bağlantısı gerçekleştirilmelidir." (Sf. 168-169)
Cumhuriyet Dönemi'nin bu iki büyük sosyoloğunun yaptığı bu tespitlerden sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz ne hâle gelmiş/getirilmiştir, bunu da, hayatını terörle mücâdelede geçiren, cesûr yürekli Türk subayı Em. Korgeneral Engin Alan'ın "Bölünmeye Çeyrek Kala" adlı, ilk baskısı 2015'te, Bilgi Yayınevi tarafından yapılan ve 2017 itibariyle 9. baskıya ulaşan 277 sayfalık eserinden nakillerle îzaha çalışalım. Engin Alan Paşa şöyle diyor:
"Son zamanlarda "Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi" bölgesinde ilginç şeyler oluyor.
Bizim BDP'li ve bağımsız Kürt milletvekilleri Kuzey Irak'ı komşu kapısı yaptılar. Ankara'daki TBMM'den çok Erbil'e gidiyor, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'ten çok Barzani ile görüşüyorlar." (Sf. 122)
"(...) ABD'nin himâye ve desteği ile Talabani Irak Cumhurbaşkanı oldu, KDP ve KYB uzlaşıp bir araya gelerek Başkanı Barzani olan "Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi"ni, Erbil'de bu yönetimin parlamento ve hükümetini kurarak ilan edilmemiş Kürt devletini oluşturdular.
Kendilerine göre tarif ettikleri bir coğrafya var. (Habur'dan Irak'a geçtiğimizde gözümüze çarpacak olan ilk şey üzerinde Molla Mustafa Barzani'nin olduğu "Welcome to Kurdistan" tabelasıdır) Parlamento (Erbil'de) var. Hükümet (Erbil'de) var. Ordu (Peşmergeler) var. Polis gücü var. Kendi anayasa ve yasaları var. Petrol dahil merkezden bağımsız ticaret imtiyazları var. (Sağ olsun Türkiye, hükümeti ve özel sektörüyle bu kukla Kürt devletini ekonomik açıdan kalkındırmak için elinden gelen her şeyi de yapıyor!"
(...) Esas ana hedef; dört parçadaki Kürtleri birleştirip, sonunda Kürt "Megalo İdeası" olan "Büyük Kürdistan"ı kurmak.
Kuzey Irak'taki gelişmelere, bu geniş perspektiften bakmak icap eder." (Sf. 123)
Unutulmaması gerekir ki, "bu dört parça"nın kuzeyi, bizim Güneydoğu'muzdur. Başkaları, birleşmeyi hedef/ülkü seçerken, bizde, bölünmeyi arzulayan arayışlara kahrolmamak elde mi?..
"Büyük Türkiye" veya "Türk Birliği" ülküsü nerededir, bilen var mı?
Devam ediyor Engin Paşa:
"Diyarbakır'da, bu dört parçadan gelen Kürtçüler "Ulusal Dil Konferansı" düzenliyor. Okunan marş sözde "Kürt milli marşı". Bir de bayrak çekiliyor. Bayrak deyince aklımıza "Ay Yıldızlı" bayrağımız gelmesin. Barzani'nin sözde "Kürdistan bayrağı". Alçağın biri de "Kürt bayrağının dalgalandığını görünce çok duygulandığını" söylüyor.
Ve bu rezâlet karşısında ülkede kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Leyla Zana adlı bölücülükten sabıkalı, ancak halen TBMM'de milletvekili Kürtçü bayan yine Diyarbakır'da düzenlenen "Kolektif Akılla Birlik" adını verdikleri toplantıda; "Kürtlerin tüm siyasal hakları tanınmadan, başta Kürtleri baskı altında tutan devletler de olmak üzere, Ortadoğu coğrafyasında kalıcı barış tesis edilemez" diyerek, hem tehdit ediyor, hem de isyan çağrısı yapıyor.
Hemen arkasından bir başka milletvekili sıfatlı Kürtçü, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Leyla Zana'nın bu sözlerini tamamlıyor. "Kürtlerin bir coğrafyası, bir anavatanı vardır. Adı Kürdistan'dır. Devlet Kürtlerle, Kürdistan'la hukukunu yeniden belirlemelidir."
(Dikkat: Ben de bu bölücülerle mücadele etmiş birisi olarak, aynı milletvekili sıfatıyla hapishanedeyim..)
Bu iki bölücünün sözlerinde anlaşılmayan, yorum gerektiren bir şey var mı? Niyet çok açık. "Biz, bu ülkeyi böleceğiz " diyorlar. Daha ne desinler!.." (Sf. 131)
Yine, çok, hem de çok mühim bir başka hususa dikkat çekiyor Engin Alan Paşa:
"(...) Türkiye Cumhuriyeti ,kuruluşundan bu yana geçen 90 yıllık sürenin en zor, en sıkıntılı ve en bunalımlı dönemini yaşamaktadır." (Sf. 176)
Engin Paşa'nın bu kitabının ilk baskılarının 2015 yılında yapıldığını söylemiştim.
2016 yılı içersinde, peşpeşe yayınlanan iki yazımda, tıpatıp olmasa bile, Paşa'yla aynı görüşleri paylaşmışız. Şöyle ki: " Bin yıllık Türk vatanı, belki de târihinin en vahim günlerini yaşarken, yapılan sen-ben kavgasının meşrûluğunu nasıl kabul edebiliriz? Velev ki, sen veya sen haklısın? Bu çekişmelerden memleket ne kazanıyor söyler misiniz? " (Bknz. M. Halistin Kukul, Yazık!..Yazık!..Yazık!.., Denge Gazetesi, 25 Ocak 2016, Sf. 12; www.kapsamhaber.com-22 Ocak 2016-18.49)
Ve: "Bakıyorum da, Türkiye'miz, Cumhuriyet döneminin en vahim, en zor, en çatışmalı ve en sıkıntılı günlerini yaşıyor da, hiç kimse aslâ ve kat'â kendi hâlinin muhasebesini yapmıyor ve hiç kimsenin de aklına "Kürsüden inmek " gelmiyor." (Bknz. M. Halistin Kukul, Denge Gazetesi, 11 Şubat 2016, Sf. 12; www.kapsamhaber.com-08 Şubat 2016-23.47)
Daha sonra, yine Denge Gazetesi'nin 24 Şubat 2016 târihli nüshasının 11. sayfasında yazdığım "Gül, Ne Demek İstedi?" başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi; 2002'de, 58. T.C. Hükûmeti'nin Başbakanı; 2003'te, 59. T.C. Hükûmeti'nin Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı ve bilâhâre 2007 - 2014 yılları arasında da 11. Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül'ün, 11 Şubat 2016 tarihinde, Cuma namazı sonrası, İstanbul Ayazağa'daki Evyap Hamidiye Câmii avlusunda, basın mensuplarına verdiği beyanat, beni şaşırttı. Niçin mi?
Önce, beyanatın, bizi ilgilendiren kısmını nakledeyim. Aynen şöyle: "Yakın tarihimizin hattâ cumhuriyet tarihimizin en zor günlerinden geçiyoruz."
İlgili yazımda (Gül, Ne Demek İstedi?), elbette ki, gerekli tahlilleri yaptım. Ancak, mes'ele bu değildir!..Bu işlerin selâhiyetlileri ve mes'ulleri kim veya kimlerdir, bunun bilinmesi lâzımdır.
Geçen doksan yılın "en zor, en sıkıntılı, en vahim, en bunalımlı, en çatışmalı"...günlerini yaşamış/yaşıyor veya yaşayacaksak, bunun çâresini kim veya kimler bulacak, tedbirini kim veya kimler alacaktır???
Biri, çıkıp, bunu, millete anlatmalıdır!..
Engin Alan Paşa'nın tespit ve îkazlarına devam edelim:
"(...) Bugüne kadar dünyanın hiçbir devleti, elinde silahla varlığını tehdit eden hiçbir terör örgütü ile masaya oturmamıştır. PKK terörü ile gece gündüz kadar farklı olmasına rağmen, işlerine geldiği için ikide bir örnek olarak gösterdikleri IRA ve ETA'da da bu böyledir. Ne İngiltere, ne İspanya bu oyuna gelmiştir.
Bu meselenin tek çözümü vardır. Ya bölücü PKK terör örgütü silah bırakarak devlete teslim olacak. Ya da devlet tarafından kesin bir yenilgiye uğratılarak yok edilecektir." (Sf. 143)
"(...) PKK'nın şehir uzantıları Güneydoğu'da yol kesme, adam kaçırma, vergi toplama, mahkeme kurma, bayrak indirme, okul yakma, Atatürk büstlerini kırma, silahsız sivil askerlerimizi ve korucuları katletmeyi sürdürdü. Davutoğlu'nuin Danışmanı Etyen Mahcupyan da "Kamu düzeninin devlet değil PKK'nın elinde olduğunu ve PKK'nın bu süreçte güçlendiğini" söyleyerek bölgedeki bu durumu teyit etti." (Sf. 259)
Ve Paşa, vahametin en büyünü ifşâ ediyor:
" (...) Cumhuriyetimizin 91 kuruluş gününde 29 Ekim 2014'te, Barzani'nin Peşmergeleri, bölge halkının bazılarının sevgi gösterileriyle, muzaffer bir ordu gibi vatan topraklarından geçerek, Ayn El Arap'ta (Kobani) IŞİD'le savaşan PKK'nın Suriye kolu YPG'ye yardıma gidiyor. Sonra da bu durumu, "Kürdistan'dan çıktık, Kürdistan'dan geçtik, Kürdistan'a yardıma gittik" şeklinde sloganlaştırıyor. " (Sf. 260)
Sonuç:
Kendi içimizde, iktidarla muhalefet partilerinin bir araya gelmediği/gelemediği/getirilmediği bir ortamda, PKK mensupları ve yancılarıyla bir araya gelinerek istişâreye varan görüşmeler yapılmasının sebebini gerçekten merak ediyoruz.
Türkiye'nin hâricinde, Türkistan/Türk İli/ Türk Yurdu denildiğinde ayağa kalkıp tepinenlerin, bu sözlere suskun kalması, hangi acziyetin ve şuûrsuzluğun eseridir, onu da bilmek isteriz!
S. Ahmet Arvasî merhûmun, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Hocamızın ilmî tespitleriyle, Engin Alan Paşa'nın tespitlerini yanyana getirip bir mukayese edelim. Nerede bulunduğumuzu, nereden nereye çekildiğimizi/sürüklendiğimizi fark edelim, anlayalım!..
Arvasî Hoca'yla Türkdoğan Hoca'nın anlattığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile, Engin Alan Paşa'nın anlattıkları arasındaki kültürel, sosyolojik ve siyasî yapı aynı mıdır? Lütfen mukayese edelim!..
Her zaman söylediğim bir cümlemi tekrar edeyim: İbret alınmayan tarih, tarih değildir!..