Başkası yapınca haram, kendisi yapınca helâl noktası üzerinde durmak helâlın bir lütuf olup Allah’tan haramın bir şer olup nefisten kesbedildiğini anlamak değil midir?
Şimdi kendine yontulunca değirmenin suyu hep bizim köye çalışıyor noktasında oymaklaşmak mı aşiretleşmek mi bu noktasında kalmakta bizi dar alanda düşünceye sevketmekte bir türlü oymakların üzerine çıkıp milletlere, milletlerin üzerine çıkıp insana ulaştıtamamaktadır.
Cihat ve kıyam kavramlarının deruni boyutları bizlere özümüzü yakalamamız için fırsatlar sunmaktadır. Aslında bu fırsatları tüm kavramlarda yakalamamız mümkün ama özellikle cihat ve kıyam kavramları uluslar arası alanda İslâm düşmanlığı için biteviye kullanıla geldiğinden dolayı cazibemizi ve cazibesini aramak, ortaya çıkarmak için de bizlere belki bir altın fırsat sunabilir umudundayım. Cihadımız; başkalarının kellesini kör bir kılıçla kesmeden önce kendi kellemizi keskin bileyli ustura ile kesecek kadar cesaretli olmaktan geçmektedir: Taklaul cibal fi marifetir rical. Himmetin kadar cesaret, cesaretin kadar gaye, ama aslını astarını kaybetmeden götürülebilecek bir yaşam tarzı.
Cihadımız; önce kendimize sonra da günümüze kadar gelebilmiş toplumsal putları yıkmakla ilgili olmalıdır. Özetle çalışmak ve çalışmak, gece gündüz harıl harıl çalışmak, gayret göstermek, 1516 yılı kışını öküzlerle kağnılarla 1.200 km. yolu İstanbul’dan Çaldırana kadar yolu yaya rakım 30 metreden rakım 1650 metreye kadar tırmanarak aşacak bir himmet. Bu bir cihat himmeti kadar nefislerle yapılan bir marifet himmeti de olabilir pekala. Böylece güncelleştirebileceğimiz tarih sayfaları arasından bugüne taşıyabileceğimiz, sadece Kuran sayfaları arasında zahiri anlamıyla yazılı olarak kalmamış bir ilke olarak da yaşayabileceğimiz cihadımızın ana mihverini bulabiliriz.
Allah her zaman bizimledir, diyoruz ama bir gram alın teri dökmeden istemenin yüzsüzlüğünü böbürlenerek yaşıyoruz. Hiç mi ar haya kalmamış bizde? Önce bir alnımızdan alın terimiz dökülsün nasıl olsa Allahımız’ın önünde her zaman dilenciyiz daha ötesine de gidemeyeceğiz; ama Allahımız’a yüzümüz olsun ki bir şeyler isteyelim deme onurunu taşıma hakkını elde etmemiz gerekmektedir. O bize ‘benden doğrudan iste’ diyor. Hem de nezaket ve adabı muaşeret kurallarına uymasak bile bize karşı sabırla hareket ederek. Öyleyse O’na olan güvenimizi O’na kanıtlamamız gerekmektedir. Filan şeyhin Kuran metni, filan evliyanın tavassutunu daha sonra isteriz. Bizim Mütesellim zihniyetimiz başımıza nice belâlar açtı. Allah bizden Mütesellim istememektedir. Nasılsa kendi çukurumuzu kendi cesedimiz dolduracak ise, Mütesellim efendi hazretleri bizim yerimize üstlendiği sorumluluğun karşılığında bizim yerimize kendi cesedini bizim çukurumuza koymağa hiç mi hiç niyeti olmadığını da herkes peşinen kabul edebildiğine göre; O’na inandığımızı kendi nefsimizde kanıtlayalım sonra da karar verelim on dakikalık mücahit mi olacağız yoksa bir ömür boyu sürecek aşkın fedakârane fedayisi mi olacağız? Cihadımız ve kıyamımız temel İslâm kavramlarını, İslâm Dünyasının bağnaz, şedid camialarına değil, evrensel ortamda tüm dinlerin inananlarına yönelik bir bakışla yakaladığımız zaman daha insancıl ve daha kalıcı bir dilim ve savaşın içinde olacağımız ise kesin gözükmektedir.
Mütesellim; Paşaların tayin oldukları kalelere veya vilayetlere gitmeyerek gelirini İstanbul’dan alması yerine deneyimli bir devlet adamı göndermesi sisteminin bizdeki sorumluluk zihniyetinin nasıl bir sorumsuzluk hailesine düşürdüğü gün gibi aşikarken bunu yüzyıllardır her türlü yaşamımıza egemen kılmamız rehavetimizin ana mihveri bencillik olan bir hastalıktır.
Kadın, para, kurbiyet; Hangi akademik araştırma olursa olsun 1000 yıl öncesinden başlatabileceğimiz Anadolu topraklarında şu anda devam edegelmekte olan Türkiye Cumhuriyeti serüveninin köklerini amiyane tabirle, kadın, para ve akrabalık çizgisi üzerinden analiz edecektir. Her ne kadar bu toprakların kültüründe kadın biye bir varlık, veya insanlığın yarısı yok ise de perde arkasında da bir o kadar var olmasının çelişkisi üzerinde kafa yorabiliriz. Parasal güç bazen tımar olarak, bazen de ana bütçeyi yağmalama, hami mahmi (koruyan-korunan) ilişkisinden başka bir şey değildir. Bizim tarihimizdir. Geleceğimizi okuyacağımız bir ibret hami mahmi ilişkisinin çözümünde yatmaktadır. Kurbiyet ilişkisini ise beşik ulamasından tutunuz da mütesellim denen sorumsuzluğun satın alınması uygulamasına kadar geniş bir alan içerisinde düşünebiliriz.
Tarihimiz üç sesle çınlamaktadır. Kadın, para, kayırmacılık avazları. Mükemmeliyetçilerin kötümser gözle bakmalarından ziyade çıkan seslerin nedenlerini çözümlememiz gerekir. Bunu halkın vicdanlarına indirgenmiş derin bir bakış huzmesine dönüştürmemiz hayal değildir. İyi bir eğitim hanmlesi ile mutabakatı imzalanmış kurumların ortak hareketi ile çözüleceğini ummaktayız. Sorunun özü sünni çoğunluğun lâiklik üzerindeki olumlu yaklaşımı ile ortaya çıkacak çözüm sürecini beklemektedir. (7.Nisan.2010 Çarşamba 07.50 Ataşehir, Yunus Emre İşitme Engelliler İlköğretim Okulu Bilgisayar odası Muzahar Rawati hanım ile birlikte o seroling çalışıyor. 22.12.2010, Ataşehir,İstanbul, 10.50 )