Cumhuriyet, bugüne kadar; bir sülâlenin, bir boyun, bir kavmin veya maddî veya mânevî bir takım kabûlleri barındırıp vasıta yapan tahakkümcü zümrelerin değil, " cumhûr"un, kendi kendisini idâresi olarak tarif bulmuştur.
Pek çok yerde; millet tarafından seçilen meclise (parlamentoya) dayanan, ve başında, cumhurbaşkanının bulunduğu siyâsî bir sistem olarak da îzâh edilmiştir.
Dünyâdaki umûmî uygulamalara baktığımızda görürüz ki; herkesin bu kelimeden yâni "cumhuriyet"ten anladığı ve anladığını tatbiki çok farklıdır. Şöyle ki:
İlk cumhuriyet, ABD'de 4 Temmuz 1776'da; ardından, Fransa'da 1789'da ilân edilmiştir. Bunların cumhuriyetlerinin temelinde kapitalizm rôl oynamaktadır; halbuki, daha sonraki dönemlerin cumhuriyetlerine baktığımızda ise, onlarınkinde sosyalizm (adı altında komünizm), hattâ bazılarında da " İslâm" kelimesi kendisini gösterir. Bu devletler; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti gibi komünist kızıl rejimler; İran İslâm Cumhuriyeti ve Libya Arap Halk Sosyalist Cemâhirîyesi gibi ne olduğunu pek anlayamadığımız, mânâları, gizli niyetlerde saklı karmaşık " cumhuriyetler" dir.
Mustafa Kemal tarafından kurularak 29 Ekim 1923 târihinde ilân edilen ve 1924'te kabûl edilen ilk Anayasa'mızdan îtibâren bugüne kadar: " Türk Devleti bir Cumhuriyettir." veya " Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir." ifadeleri, bu öz'e sâdık kalınarak ve iç muhtevada günün şartlarına göre değişiklikler yapılarak; fakat, Türk Milleti'nin kendi kültürüne, sosyal hayatına ve dünya ile münâsebetlerine uyumlu olmaya çalışılarak devamedegelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 15 Ekim 1925'te, " Cumhuriyet, fazîlet ve ahlâka müstenit bir idâredir. Cumhuriyet fazîlettir." demektedir ki; bizce, bu, "cumhuriyet" kelimesinin " içi doldurulmuş" , belki de ilk ve tek siyâsî tarifidir.
Bununla ne demek istiyoruz?
ABD'den Fransa'ya, Sovyetler'den Çine, İran ve Libya'ya kadar uzanan " cumhuriyet" uygulamalarındaki esasın- her ne kadar, adâleti tahakkuk ettiriyoruz diyorlarsa da- tahakkümcü ve belli zümreleri himâye etmekte ve korumakta olduğunu müşâhede etmişizdir.
Bir kelime; kendine yüklenilen mânâ'ya ve uygulandığı sahadaki kalıcı şekline ve sürdürdüğü hükmüne göre değer kazanır. Ve eğer; o mânâ, onda, hakikatte tatbik sahası bulamıyor ve kendini ispat edebilecek bir zeminde kendini gösteremiyorsa, elbette ki, hiçbir varlık 'a müstenit olmadığı için, hiçbir hükmü de bulunmaz. Yâni; iptal'dir.
Bu düşünce içersinde; " fazîlet"in mânâsını kavrayamayanların, "cumhuriyetin kıymetini" bilmeleri, elbette ki, mümkün değildir.
" Fazîlet ve ahlâka müstenit" olmayan " bir idâre" nin, adı ne olursa olsun makbûl olamayacağının bilinmesi gerekir ki, Atatürk'ün söylediği de budur.
O hâlde Cumhuriyet; bütün şûbeleriyle, sâdece, "adâlet"e dayalı değil; "adâleti temsil mevkii"nde olmalı ki, ahlâklı ve fazîletli olsun.
Mâdemki o, cumhûrun/halkın/milletin müştereken tesis ettiği bir idârî sistemin adıdır; " temsilde kusur" bırakmamalıdır.
Milletin meydana gelmesinde temel taşı olan her fert, ondaki "fazîlet ve ahlâk" la feyizlenmeli, ışıklanmalı ve bunlarla bahtiyarlık duymalıdır.
"Fazîlet"in ve "ahlâk"ın bulunmadığı yerde, ne sevgi, ne huzur, ne nezâket ve ne de hoşgörü yeşerebilir.
Edebin olmadığı yerde ise fazîletten; her ikisinin bulunmadığı yerde de " cumhuriyet"ten bahsetmek beyhûdedir.