Tarif ve tanımında bir türlü uzlaşamadığımız kavramlar üzerinden yıllardır tartışıyor ve kavga ediyoruz. Bu nedenle de bir türlü uzlaşamıyor, bir birimizle kaynaşamıyoruz. Laikliği dinsizlik olarak anlayan da, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olarak gören de hep bir arada yaşıyoruz. Bazılarımız, dine karşı tavır sergileyenleri,“İslam düşmanlığı” ile itham ederken, buna muhatap olan da, inançları doğrultusunda yaşamak isteyenleri gerici, yobaz ve mürteci olmakla damgalıyor. Böyle bir manzara ortaya çıkınca, “Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyen de, “Kahrolsun şeriat” diye slogan atan da aslında şeriatın ne olduğunu bilmeden birbirlerini hedef almaktadırlar. Bu kadar zıt kutuplarda dolaşırken maalesef düzgün bir şekilde tartışamıyor, bir birimizi anlamaya yaklaşamıyoruz.
Özellikle din alanında, tahmin edileninde çok üstünde olan bu bilgi boşluğu, insanımızın birbirlerini anlamaları ve kaynaşmalarını engelleyen en önemli etkendir. Yıllardır ülkemiz de tartışılan başörtü olayı da bu anlaşmazlıklardan biri olmuştur. Allah, Müslüman kadının başını örtmesini emrederken, (Nur. 31) Sevgili Peygamberimiz ise, bu örtü şeklinin bizzat tarifini yapmıştır.(Buhari- Müslim) Bu doğrultuda Müslüman kadınlar, dinin bir emri olarak on dört asır boyunca başlarını hep örte gelmişlerdir. Yüksek okul öğrencileri ve kamuda çalışan kadınlarımız da, başlarını bu inanç doğrultusunda örtmektedirler. Toplumun çoğunluğu bunun bir inanç özgürlüğü olduğu ve engellenmemesi gerektiğini savunurken, etkili azınlığa göre ise, bunun bir inanç özgürlüğü değil, siyasi amaçlı olduğu, Cumhuriyet ve Laikliğin hedef alındığı iddiasındadırlar. Yıllar süren bu kavga da Başörtü, bir tartışma aracı olmuş ve onun üzerinden kutsal değerlerimiz hafife alınarak, aşağılanmıştır. Şu iki örnek bunun açık örneğidir.
1. -Birilerinin, kafaları hangi saçmalıklarla doldurduğuna bakın- köşe yazısı: “Eve besmele ile girilmesi ve içeridekilere selam verilmesi, Yemeğe başlar veya bir şey içerken Bismillah denilmesi. Yemeğin sağ el ile yenmesi, Tırnakların kesilip etrafa dağıtmadan toplanıp gömülmesi, Helâda kıbleye karşı oturulmaması ve ayakta küçük su dökülmemesi, Üç ihlâs okuyarak yatağa girilmesi. Ayakkabı giyerken önce sağ ayaktan başlanması, Aksırıl dığına Elhamdülillah, denilmesi, Camide safların düzgün ve sık tutulması. Abdestli olarak yatağa girenin, gece ölürse şehit sevabı alacağı… İşte size İrtica’nın boyutunu gösteren tehlike!” (28.9. 2005)
2. -İslam dini çoğumuzu askerden daha çok korkutuyor. Söz konusu İslam olunca, hepimiz bu fanatizmden ürküyoruz. Askeri yönetimin hapsi var, geçici cezası var. Ama İslam’da cinayet var. Biri geliyor ve sonra kendi isteğiyle gidiyor. Öteki – Şeriat devleti- gelirse bir daha gitmeyecektir… Dini, birliğimizin çimentosu olarak nitelendirmek, ulusal değerleri yıkmak, ümmet binasını yeniden inşa etmek demektir.”(18.10. 2007) Birinci örnekte Sevgili Peygamberimizin tavsiyeleri alaya alınıyor, İkinci örnekte ise, İslam’ın korku dini ve birliğimizin çimentosu olmadığı, bu çimentonun Laiklik olduğu iddia edilerek, Laikliğin dinin alternatifi olduğu ima ediliyor. Milletimizin ekseriyetine göre, bizi ayakta tutan asli maya Laiklik değil, dini ve milli değerlerimizdir. Müslüman Türk Milleti Tarihi süreç içinde, karşılaştığı tüm buhranlı dönemlerinde bu değerler etrafında kenetlenmiş ve tüm zorlukların altından birlikte kalkmıştır. İstiklal Savaşımızda da, Ecdadımız bu değerler etrafında yekvücut olmuş, düşmanı Vatan toprağından söküp atmıştır.
İnanmakla inanmamak arasında bocalayanlar, Dinimiz İslam’ın birleştirici ve kaynaştırıcı rolünü görmeli, toplumu yaşam tarzına göre tasnife tabi tutarak, ilerici, gerici, çağdaş ve çağdışı şeklinde suçlama ve tahkir etmekten vazgeçmelidir. Milletimiz içinde sağcı- solcu, dindar, dinsiz, laik olan ve olmayanların varlığı dikkate alınarak, ayrımsız bir birimize hoş görülü davranılmalıdır. İki de bir ortaya çıkarak, Başörtü karşıtı ve Laikliği koruma bildirileri bir kenara bırakılmalı, bir birimizle değil, tek vücut iç ve dış düşmanla mücadeleye yönelmeliyiz. Kısaca, Dünya görüşümüz, ideolojimiz, giyim kuşamımız ne olursa olsun, öncelikle, birbirimize katlanmayı öğrenmek zorundayız. Allah’a emanet olunuz.