Endonezya’da televizyonlarda dini içerikli programlar genellikle sabah erken vakitlerde yayınlanmaktadır. Sabah 05.30-06-30 sıralarında bir çok kanalda çok yaygın bir şekilde izlenebilir. Tabii dini program deyince İslâm içerikli dini program olduğu hemen anlaşılacaktır. Ancak hiristiyanlık içerikli dini programlar da nadiren görülmektedir. Televizyonlarda İslâm dini içerikli yayıncılık ile salonlarda İslâm dini içerikli talk showculuk bu ülkede çok yaygındır. Diyebilirim ki Endonezlerin milli karakterini tanımak ve anlamak, idrak etmek ve tefehhüm etmek isteyenler bu programları ciddiyetle izlemek zorundadırlar. Ülkede küçümsenmeyecek derecede hiristiyan da vardır.
Hem Müslüman hem de Türk kimliği ile İslâm dini içerikli programları izleyip de “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmak” ölçüsünü tutturmak endişesini taşıyan bir insan olarak yazmak istediğim şu satırlar karamsar bir bakıştan başka bir şey okuyucuya veremeyeceği için de müslüman olarak üzgün, insan olarak mantıklı olduğumu sanıyorum. Geri kalanı satırları okuyanların idrak ve basiretine bağlıdır.
Bir kere olumlu bir izlenimimi en başta kaydetmeliyim: Kadının toplum içindeki yeri açısından baktığımızda; her gün Türkiye’de; ortalama 6 kadının; bıçaklanarak, kurşunlanarak, baltayla kesilerek öldürüldüğü tek laik İslâm ülkesinde bile görülmeyen, diğer İslâm ülkelerinin hiç birisinde de zaten görülemeyen medeni ve ileri uygulamalar gelecekte bu milletin uyanabileceğinin işaretlerini vermekte umut tazelemektedir: Piyano, harp, keman, def gibi müzik aletini solo ve koro halinde kullanan başörtülü hanımlar dini programlarda ilahi söylemektedirler. Endonez bayan üstazeler (hocahanım: ustadze) ya tek başına ya da bir bey hocaefendi eşliğinde “tebliğ” yapmaktadırlar. Bu işi nasıl yaptıkları konusuna aşağıda dönmek üzere sadece bir hanım olarak boy göstermeleri gerçekten etkileyici ve İslâm dünyasında sürekli aşağılanan kendileriyle ilgili hususların kendilerinden başka herkese sorulup danışıldığı İslâm ülkelerine göre de çok müsamahakar ve sevimli bir İslâm görüntüsü vermektedirler. Hele hele bir hocahanımın erkek çocukların sünneti (khıtan) anlatırken “kilitoris, zakar” dan bahsetmesi, karşı cinslerin cinsel organlarını işlevlerini açıkça zikretmesi ve bunu bir bilimsel eda ile anlatması ise yukarıda yazdığım gibi sözlerin içeriğinin felsefi ve bilimsel değeri değeri hariç; hoşgörü ve müsamahanın ve birbirine tahammülün gerçekten üst düzeyde olduğunu gösteren ve bu milletin temelde çok asil milli bir karakteri olduğunu kanıtlayan uygulamadır. Özellikle kadınların son derece serbest ve hassas yapıları her yerde sadece dini alanlarda değil Cakarta otobüslerinde bile ön sıraların sadece kadınlara ayrılmış olması pozitif ayrımcılığın bu kadar ileri gittiği bir İslâm ülkesinde olduğumuzu unutturacak derecededir, diyebilirim. Arap İslâmlığı bu ülkede atalarından miras aldıkları kültüre pek nüfuz edememiştir. Eğer içlerine işlemiş olsaydı, kadınlar din adına aşağılanacak ve birçok insani hakları bile kısıtlanacaktı. Geleneksel yaşam İslam dininin ilmihal savunucularının giremediği bir alan olarak karşımızda durmakta ve Endonez müslümanlığının deriden aşağı inemeyen, düşüncesiz ve sadece ibadet ağırlıklı basit ve kolay din zihniyetinin görüntüsüne muhalif belki de gelecekte kültür seviyesi yükseldikçe topluca zenginleşmeye aday bir güzergâha girebileceğine yürekten inanmak istiyorum. Din adına hem de İslam dini adına kadınlara toplum içinde asla kısıtlayıcı bir yaşam sunmayan Endonezlerin aslında ve özünde asaletli olduklarını gözlemliyorum. Ama aynı din adına fakirlikten asla kurtulmaya niyetleri olmadığını da gözlemliyorum. İki yaman çelişki bir arada. Bize kan kardeşimiz gibi yakın hissettiğim bu fakir halkın neden sadece riya ve görüntü, süs ve hava atma, bencilce bir İslam zihniyetine mahkum olduğunu yine kendilerinin sorumsuz bir Dünya yaşamına, iş savsaklama zihniyetine din temelli bir gerekçe bulmuş olmalarında aramamız gerekmektedir. Tembeller, temel temizlik kurallarından uzaklar ama hemen hemen her gün banyo ediyorlar. Namaz deyince akan sular duruyor.
Programlara kimler katılmaktadır? Programlara “Majelis talim” diye adlandırılan ve üyeleri ev hanımlarından oluşan herhangi bir cami cemaati üyeleri katılmaktadır. Her Majelis Talim gurubunun üniforma gibi özel bir kıyafeti oluyor. Tüm üyeler aynı tip ve renkte başörtüsü ve fintan giyinerek salonu doldurmaktadırlar. Aslında bunlar televizyon programına katılmaktan başka bir amacı olmayan söz verilince de sadece kendi adını ve gurubun adını söyleyen ardından dilek ve temennisini veya sorununu bir cümlede özetleyen hanımlardır. Düğüne gider gibi süsleniyorlar, kollarında saatleri olduğunu boyunlarında var ise kolye bulunduğunu da göstermek için özellikle önceden hazırlanıyorlar.
Böyle dini program çok yapılmaktadır. Konulara gelince son derece sığ ve yüzeysel düşünceden uzak seviyesiz ve etkilemeye yönelik konular seçilmektedir. Gerçi konu başlıklarına baktığımızda hiç de böyle değildir. Derin felsefi anlamlar içeren başlıklar boldur. Ama içerik ise tam bir çelişkidir. Bomboş ve kaktüslerde, denizlerde, orada burada Allah yazısının olduğunu kıkr dereden su getirerek kanıtlamaya çalışma, cenazelerin nasıl yıkanacağını yaratıcı drama etkinlikleri yaparak öğretmeye çalışma gibi programlar gerçekten ahmaklara anlatılacak şeylerdir. Allah ben size şah damarınızdan daha yakındayım derken sanki olmayan Allah’ı bulmuş gibi Allah’a küfredercesine bizim Atatürkçülerin de Artvin dağlarında gökyüzünde Atatürkün siluetini aramaları gibi bir gülünç durumdur.
Ekonomik durumu iyi olanlara 20-50 dolar arası para ödeyip hocaefendi görevi yapan şovmenin büyük salonlarda düzenlediği televizyon kayıtlı veya canlı yayınlı programlara gidiyor. Parası olmayan veya sıradan insanlar ise radikal İslami düşüncelere açık bazı hiziplerin camilerde düzenlediği toplantılara gitmektedirler.
Bu ülkede Müslüman olup da sosyalist fikirlere destek vermemek gerçekten mantık dışı iğrenç bir kapitalist İslam düşüncesi hakimdir. Züppelikten başka bir iş yapmayan iğrenç bir vaiz efendiyi dinlemek için yaklaşık 50 dolar ödeyen 800 e yakın insan seminere gidiyor. Aynı seminerin yapıldığı binanın arka tarafındaki sokakta ise bir ayda 120 dolarlık iş bulmak için dört gözle araştıran ve bekleyen binlerce insan var. Adam da seminerine ağlayarak başlıyor. Annem şöyle emzirdi beni, benim hanım da geceleri çocuğu şöyle emziriyor gibi. Parayı hak edecek bir şeyler dese yine avunacak bir şey bulabilirdik. İslam adına yapılan züppelik gerçekten tiksindirici. Cehaletin hakim olduğu ülkede kurnazlar fink atmakta, İslam dini de bir futbol topu gibi elden ele dolaşmaktadır.
Ülkede hemen hergün televizyon kanallarını rüşvet, yolsuzluk, akraba kayırma ve benzeri skandal haberler işgal ederken aynı ekranlarda boy gösteren soy süren bir sürü narasumber, ustadz, ustadze adı altında İslam kanaat önderleri, din bilginleri vesaireler bu konulardan hiç bahsetmemekte bahsederlerse de pek ender ve bir cümle ile geçiştirmektedirler. Ama programların isimleri öylesine çarpıcı ve büyüleyici ki: Islam itu indah, Rahmat untuk semua: İslam o güzel, Herkese rahmet. vesaire. Adeta işbirliği etmişçesine İslâm bu dünya ile ilgili değil de öbür dünya ile ilgili ne varsa o konuyu düzenleme üzerine kurulmuş bir din tasarımı olarak topluma sunulmaktadır.
En ciddi bir şekilde komik şov, yalaka şov diyebileceğimiz türden salakaların anlattığı İslam bir futbol topu gibi elden ele dolaşmaktadır. Satırların yazarı kendi ciddiyetinden çok emin olduğu halde seviyesiz sözcükleri seçmesini de hem bir taraftan üzüntü ile yadırgamakta bir taraftan da başka türlü izah edememenin üzüntüsünü yine bir müslüman olarak hissetmektedir. Gülmeye başlamadan önce gülmek, her fırsatta gülmek ve ağlamak için can atarcasına bir tavır takınmak nasıl izah edilebilir ki? Kemal Sunal’ın filimlerinin bir an önce Endonezce’ye çevrilmesinin bu anlamda iyi bir pazar kazanma fırsatı olacağından da hiç şüphem yoktur.
Mamah Dedeh adında bir hanım profesör. İlâhiyat profesörü. Hiçbirisi ülkede kiliselere yapılan saldırılardan söz etmemekte, hristiyanlarla birlikte bir ülke inşa etmenin erdemini Türkiye’deki müslümanlar gibi göremeyecek derecede sadece ve sadece önlerine bakmaktadırlar. Sokaklarda açıkta akan lağım ve atık suları onların derin bilgi alanına hiç mi hiç girmemektedir. Ama “haccı mabrour” konusu onları daha çok ilgilendirmektedir. Bu konu bankacılarımızın da İslâm! duygularını depreştirmekte sokaklarda yakılan çöpler, fosseptik çukurları onları da hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Aslında ilmihal konuları bile tam olarak yerine getirilmeyen temel dini kurallar gerçekleştirilmeyen bir ülkede İslâm anlatmak Müslümanların düştüğü gülünç durumu gözler önüne sermektedir. Namazın 6 tane dışında farz vardır, deyince herkes mutabıktır. Bunlardan ikisi de hadesten ve necasetten taharet deyince onda da herkes mutabık. Buraya kadarının gırtlaklarını yırtarcasına anlatan üstadlarımız, her nedense bu ülkede çevre ve beden temizliği diyebileceğimiz hadesten ve necasetten taharetin gerçekleşemediğini görememekte insanlara üstün zekâları ile “terdakhwa” yapamamaktadırlar.
Dini tebliğ etmek adı altında gizliden gizliye din paralaması yapılmaktadır.
(2.Şubat.2012, Tangerang)