İnternette kulaktan dolma bilgilerle Endonezya temalı vaaz ederken asıp kesen hocalarımız bizi aşağıdaki fikirlere götürdü. Her zaman söylediğimiz gibi insanları dışlayıp itham etmek istemiyoruz. Yaşama bakışımızdaki yetersizlikleri ortaya çıkarmak isteriz. Bunu biz yapmazsak adı “Hans” “Corc” “Yamamoto” olanlar söyleyince bir anlam ifade etmediği de aşikârdır.
Endonezya hakkında bilgi veren hocaefendilerin yanılgıları esasında et-kemik misali birbirinden ayrılmaz ikili olan ulusal karakter ve yaşam tarzımızın haysiyetini de yansıtıyor. Ulusal karakter açısından ulama sınıfı ile karşısındaki lâik milliyetçi kesimin de içine düştüğü açmaz birbirine benzer. Kısaca demek istiyoruzki kavgaya hazır, diklenmeye ve inada meyilli bir karakter olsa olsa kavga kaşağısı oluyor. Koyunun yünü olamıyor. Bu noktadan baktığımızda herkes benim ayranım şu kadar ekşi demeyi karşısındakinden bekliyor. Beklenti içine girmeden kendi eksiğini kendi hatasını yani vereceği taviz ve yapacağı fedakârlığı baştan ilân etmesi insan psikolojisine de uygundur. Türkiye bunu yapmıyor.
Endonezya yanılgıları bizi ulusal karakterimizdeki haysiyet ve kimlik arama ve geliştirme hastalığına getirip tıkadı.
Bir kere Hazreti İsa zamanındaki İslâmiyeti dillendiren ve lâiklik küfürdür diyen zihniyet ile lâikliği dinsizlik gibi benimseyip nefes bile aldırmayan zihniyetin törpülenmesi gerekir. Her iki taraf da domuzun kılından yapılan kavga kavşağısı olma huyunu terketmediği müddetçe bu ülkede uzlaşı kültürü gelişemeyeceğini üzülerek yazıyoruz. “Yenikapı Mitingi” Türkler millet mi olacak halk mı kalacak? Sorusunu soran Japonlara net bir cevap vermiştir ve harika bir cevap olmuştur. Ancak el feneri gibi uzaktan ölü ışık misali yanıp sönmemesi için “herkes karşımdaki ne taviz verecek?” kurnazlığı değil de “ben ne taviz vereceğim?” noktasında kilitlenmiştir.
Demokrasi bir taviz rejimidir. Neyi yapabileceğinizi değil de neyi yapamayacağınızı karşınızdakine empoze etmeniz gerekir. Bunu öğrenemedik. Geç öğreniyoruz.
Çok ağır öğreniyoruz. Elimizde 15 Temmuz 2016 gibi altın bir fırsat varken iflas eden bir paradigma, iflas eden İslâmi değerler dizisi önümüzde duruyorken kaç tane İslâm davası güden kişi böylesi bir ihanetin içinde zihniyetlerinin nerede durduğunu sorup yargıladı?
Kaç tane lâik halâ en haklı oldukları noktada bile inandırıcı olmadıklarını neden böylesine bir öfke boşalmasının hala inip sönmeyen bir balon gibi öfke kusmaya devam ettiğini sorup kendilerini yargıladı? Genel ölçekte böyle görünen manzara üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz Endonezya konusunda netten indirip dinlediğimiz meşhur ulamanın haykırıp köpürür gibi kime haykırdığı, kime köpürüp öfkelendiği belli olmayan bir boş ama oldukça sert bir sada içinde dinlediğimiz vaazlarını düşünüyoruz.
“Endonezya’da Hacca gitmeyen kızla kimse evlenmiyor.” Çok yaygındır bu fikir, din camiasında. Tam bir aldanmacadır. Neden?
Satırların sahibi 60 yaşında halâ hacca gitmedi. Boşandıktan sonra 54 yaşında Cakarta’ya gitti. Yaklaşık 5 bin dolar masraf edip evlenip geldi. Endonezya’da kimse de sormadı hacca gittin mi? diye. Haa bu arada 100 dolar devletin evlendirme memuru hoca efendiye 5 dolarlık masraf için “pungli” ödediğini de sonradan öğrendi. Pungli “haraç” demekti. Kurumun adı kısaca KUA idi ve bizim lâik evlendirme düzenini minnetle hatırladım. Yerlilerden 50 yabancılardan 100 dolar rüşvet alınıyordu. Yer Cakarta tarih 2010 Ocak.
Lâikliğe inananları küfürle ithame eden dini bütün müslüman kardeşlerime hatırlatırım. Satırların sahibi lâikliği benimsemiş bir ilâhiyatçıdır. “Zındık” olarak da zaman zaman itham edilmektedir. Ama nafile. Ne derseniz deyin hiç işlemiyor artık.
Niye yazdım bunu? 12. asırda devlet işi din işi farklı diyenleri küfürle itham eden İmam Gazali’yi şimdi kaynak gösterenlere. O dönemde böyle düşünülebilirdi. O dönemde kılıç, kalkan vardı. Şimdi ise buhar dönemini aştık. Toplu sanayi üretimini de aşıp bilişime geçtik bile. Demekki hukuk da devlet yapılanması da değişecek. Bu kadar basittir.
“Endonezya’ya müslüman tüccarlar gitmiş çok dürüstlermiş ve o yüzden müslüman olmuşlar.” ifadelerini dillerine pelesenk eden hoca efendiler nereden almışlar bu bilgileri, rivayet zihniyeti ve kültürünü? Cakarta havaalanına indiğinizde göreceğiniz manzara tam bir hayal kırıklığı ile adeta beyninizde inkılâp yapıyor. Hele hele kente gidip de başkentteki manzaralar “LÂİK TÜRKİYE” de İslâm varmış dedirtecektir. Tabi vicdan, insaf ve aklı olanlara.
Hacca gitmeyenden vazgeçtik hiristiyan, budist ve hinduların birbirlerine kız verip aldıkları toplumdur Endonezya toplumu. Bakınız birinci kurucu devlet başkanı Sukarno’nun hayatına; böyle bir kişidir. “Kejawen Islâm” inancı halen yaşamaktadır ve Endonezya’ya özgün bir hindu İslam gelenekleri karışımı uygulamalardır. Yazın Kejawen Islâm” çekin Endonezce yutubu anlamazsanız da sadece seyredin. Bu insanlar müslümandır. İçlerinde kaymakamlar (bupati) bazı uygulamalarıyla MUI denen Endonezya İslâm Bilginleri Meclisi ile çatışmaktalar.
Ayrıca kendi müslüman adı “Joni, Soni, Melson” olan beylerle hanımların adı “Anastasya” olan insanlarla karşılaşabileceğiniz bir toplumdu Endonezya toplumu.
Endonezya edebiyatına ve ürünlerine baktığımızda sömürü kültürü ve özentisini açıkça görürüz. Böylece durum daha net anlaşılır.
“Endonezya’ya giden tüccarlar dürüst idi” ifadesine gelince çok şüphe götürür.
Felemenk hırsız ve ırz düşmanları ne kadar dürüst idiyse onlar da o kadar dürüst idi.
Bir kere ülkeyi sömürüp kemiren Felemenklerin izni oranında ülkeye Arap asıllı müslümanlar girmiştir. Felemenk yasalarına göre hareket etmişlerdir. Ancak 15-16. yüzyıllarda gerek hiristiyan gerekse Wali Songo denen ulu İslâm kişilerinin tebliğ faaliyetleri adeta birbirleriyle rekabet halinde gelişmiş ve yarışı İslâm kazanmıştır.
Kanımızca karakterleri Hiristiyanlığa daha yatkın olmasına rağmen İslâmı benimsemelerinde en önemli etmen; zalimlerin Hiristiyan olmasıydı. Konu tartışmalıdır ve araştırmaya değer bir husustur. Acizane 7 senedir sürmekte olan Endonezya araştırmaları ürünü olarak fikrimizi arzettik.
Demek oluyorki ortada dürüstlük ile değil de başka sebeplerle izah edilebilecek bir durum söz konusudur. Birisi kendilerine zulmedenlerin hiristiyan olması bir tepki doğurmuş olabilir. Tacirlerin dürüst olması diye bir şey değil de tam tersine müslüman tacirlerin zulmüne uğrayan Endonezlerden bile söz edilebilir. Hacca gemi ile gitmek için ömrünün on yılını tefeci “Al Saqaf ailesine” adayan nice müslüman hac yollarında yalınayak başı kabak Endonezya adalarından kutsal topraklara hareket için harcamıştır. (Family Al Saqaf diye yazıp İngilizce, Malezce, ve Endonezce kayıtlara bakabilirsiniz) 19. asır boyunca böyle olmuştur. Endonezya Ulusal Arşiv Dairesi (ANRI) kayıtlarından bulup çıkardığımız bir husustur. Alsaqaf ailesi seyyit idi. Yani Hz. Muhammet soyundan geliyordu. O dönem Felemenk sömürgenlerle işbirliği yapmıştı. Singapur’da meşhur bir aile olarak bilinir.
Kısacası gerçekle yüzleşmek için o cesareti taşımalıyız.
Sorun şudur: Bizim din zihniyetimiz sakattır. Tabu üretmekte ve önümüze önyargı duvarını dikerek adeta güven duygumuzu yok etmektedir. Önce aklımızı kullanmayı öğrenmek zorundayız. Yoksa ulama sıfatlıların kafa karıştıran rivayet kültürü ile daha çok cebelleşeceğiz. Sadece gördüğümüzü yazsak yetecektir. Sadece gördüğümüzü. Ben şunu gördüm, demek noktasında bile değiliz. Yeteneğimiz vardır. Önyargımız da. Yeteneklerimizi atamayız ama önyargılarımızı atabiliriz.