Avrupalıların iki yüzlü ve sahtekar davranışlarını iyi anlamak için tarihi iyi bilmek ve sömürüp kemirdikleri ülkelerde nasıl bir uygulama yaptıklarını araştırmak gerekmektedir. Sömürdükleri ülkelerde aklınıza gelen her şeye; yer altı kaynaklarının dışında kız çocuklarına varıncaya kadar her türlü onursal varlığa el koymuş küfür milletidir bunlar. Atalarımız boş yere dememiştir “gavur” diye. Ama şunu da hakkını vererek belirtmek gerekir; kendi kendini yenileyen ve iyi bir eleştiri düzenleri de vardır. Bu açıdan da bizden çok ileridedirler. Yeryüzünde fethettikleri ülkeler için canlarını feda etmiş Türkler dışında millet yoktur. Ama Avrupalılar işgal ettikleri ülkelerde ekonomik menfaat adına her şeye ama herşeye el koymuş sömürüp kemirmişlerdir. Türkler ise “İslami adalet” ülküsü peşinde canlarını bile fethettikleri ülkeler için vermiştir. Tevbe süresi 29. ayete dayanarak cizye denen vergilendirme sistemi geliştirmişlerdir.
Atalarımızın Felemenk dediği, Hollandalılar, Moskof dediği Ruslar, sirtaki ve eğlence hastası Yunanlılar ve diğerleri hep aynı kefe içinde görülmelidir. Şikayet etmek ve onlara karşı kimlik geliştirmek değil de sadece tarihi ve gerçekleri bilmemiz yetecektir.
Hollanda Parlamentosunda Ankara’da teröristlerin şehit ettiği vatandaşlarımıza saygı duruşu talebini “gereksiz” diye reddedenler ile terörist örgütlere kol kanat gererek rahmetli Sabancı’nın katilini adeta koruma altına alan Belçikalı yetkililer hep aynı gözle görülmelidir.
Şu Felemenkler bizden padişah fermanı ile aldıkları laleyi ve “laleler ülkesi Felemenkya” imajını onların elinden almak bizim için bir ölüm kalım meselesi kadar önemlidir. Bunun için sadece kafamızı ve bakışımızı değiştirmek yetecektir. Afrika’nın sefil ve garip ülkelerinde ayda 10-20 dolara çalıştırdıkları insanlara laleler ürettirip uçakla Hollanda’ya sokup ihraç yapacak kadar da kurnazdırlar. 1602-1942 yılları arasında sömürüp kemirdikleri Endonezya adalarında erkeklerin malum ihtiyaçlarını karşılamak için “nyai” adını verdikleri yaşları 12 ye kadar düşen kız çocuklarına el koyacak kadar da sefildirler. Yine Batı Cava adasında bugünkü Banten çevresinde “Vali, kontrolir” sıfatlı idarecilerin herkesin bildiği sır olarak görmezlikten geldiği “fuhuş” Endonezce tabirle “prostitusi” işlemlerini “bupati” denen Endonezya kaymakamlar aracılığıyla yaptıracak kadar da sefih karakterlidirler. Bu arada mezkur konuları Eduard Douwes Dekker (1820 – 1887) adlı bölgede kaymakam yardımcısı (asisten residen) sıfatıyla görev yaptıktan sonra rezaletleri görüp de “Multatuli” takma adıyla roman yazan Felemenk insaflı yazarın da bulunduğunu belirtmemiz gerekir. Avrupalıların “hırsızlık” yaptıklarını örneğin bu dünyada İsviçre diye bir ülkenin “banka hırsızlığı” uzmanı olduğunu savunmaktayız. Açıkça ifade edelimki amacımız aşağılamak da değildir. Sadece gerçeği ifade etmek için başka bir ifade bulamadığımızdandır. Ancak bu noktada hırsızlık ifadesinin hemen ardından “ülkeleri için hırsızlık” yaptıklarını da belirtmek zorundayız. Onlar ülkeleri için hırsızlık yaptıklarından eylemleri de bir anlam kazanmaktadır.
Türkiye’de arada sırada yakalanan ve gayri meşru piyasası 500 milyon dolar olduğı eski Kültür Bakanlarından Fikri Sağlar’ın yaptırdığı bir araştırma ile tespit edilen hırsızlık ve kaçakçılık piyasasının altından İngiliz, Amerikalı, Hollandalı, Fransız çıkar. Onlar hırsız olduğu kadar biz de aptallık yapmaktayız. Bu da ayrı bir konudur. Kendi menfaatlerine uygun düşen her türlü terörizmi, hırsızlığı ve kaçakçılığı desteklerler. Kendi kavramlandırma mantığı içinde terimlendirirler. İsviçre bankacılığının arka yüzünde bu gerçek yatar. Bazı ülkeleri soyup soğana çeviren milyarlarca dolarları çalanlar için yeryüzünde garanti veren İngiliz ve İsviçre bankalarıdır. Parayı getir de nereden getirirsen getir mantığı esastır. Siz bakmayın ilkesel gözüktüklerine. Sadece bir soru soralım: Endonezya ikinci devlet başkanı Suharto 1965-1998 arasında yönettiği ülkeden sülalesi adına 25 milyar doları hangi İsviçre bankalarına üfürdü? Bu paralar 95-225 dolar arası resmi asgari ücret olan yoksul Endonez halkının paralarıdır. Bunlarda adalet, vicdan, insaf olsa bu paraları İsviçre dağlarına yatırmazlar, yoksul Endonez halkına iade ederler. “En iyi hırsız en iyi sör” atasözünü üretenler İngilizlerdir. Ha terörist eylemler, ha banka hırsızlığı, al birini vur ötekine. Ne farkı var?
PKK VE TERÖRİST SEVDASI NEREDEN KAYNAKLANMAKTADIR?
Her neyse bizim esas değinmek istediğimiz fikir; PKK savunuculuğu yapmalarının nedeni “hürriyet, insan hakları” falan olmadığıdır. Terörün ne kadar hürriyet hakkı olabilir ki? Bunun bizden daha iyi bilecek kadar da mantıklıdırlar. Peki nereden geliyor PKK sevdası? İslam dünyasında gelecekte ayağa kalkıp mazlum milletlere önder olabilecek bir tek ülke vardır: Türkiye. Türkiye’nin bölünmesi onlar için Ortadoğu’da daha rahat yeraltı kaynaklarını sömürüp kemirebilecekleri küçük kukla devletler vasıtasıyla daha rahat at koşturacaklardır da ondan. Eğer Türkiye’ye dayatılan kürt politikası tutarsa Ortadoğu’da uydu bir kürt devleti batılı ülkeler için “güvenilir dost” olacaktır. Felemenkler ve Belçikalılar bu niyetlerini daha açıkça gösteren politikalar üretmektedirler. Adımız gibi eminizki iki yüzlü politikalarının temeli de böylesi bir beklentiye dayanmaktadırlar. Neden Belçika saldırılarından sonra Paris Eyfel Kulesi Belçika bayrağına büründürüldü? Ankara saldırılarından sonra ne olduğuna bakın; yapılan eylemin anlamını daha iyi çözersiniz. Bencillik ve iki yüzlülükten fazlası vardır, azı yoktur.
TERÖRİST ÖRGÜT YOKTUR; KUKLA ÖRGÜTE BAK DEVLETİ GÖR
Ülkemiz 1923 yılından bu yana en ağır günlerini yaşamaktadır. Bu amaçla da bir zamanlar ASALA adlı Ermeni terör örgütüne havale edilen ve Türk milletinin başına bela edilen saldırılar ardından PKK ve peşinden giden hainlere havale edildi. Neden? ASALA alt yapısı olmayan bir kurum idi. Ama PKK ise bu açıdan daha şanslı idi. İşte bu noktada sıradan temiz kalpli kürt vatandaşlarımız da hain emellerine alet edilmiştir.
Türkiye’nin zayıflaması, bocalaması başta Ruslar olmak üzere Avrupa için iyi haberdir de ondan, PKK sevdası sürmektedir. Ağızlarında “dostluk” lafları yüreklerinde “kin” dolu bir dünyadan söz ediyoruz: Avrupa ülkeleri. Papanın ağzından “sevgi” lafı düşmez ama yüreği “kin” doludur İslam milletine karşı. Bunun gibi bir şeydir bu. Bize düşen ise PKK ve türdeşlerine saygı besleyen Avrupa ve ABD gibi ülkelere karşı gençlerimizi bilim ve araştırmaya sevk etmek; Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanında son sahnede “kılıç” değil de “Nizamülmülk’ün Siyasetname” adlı eserine talip olan nesiller üretmektir.