"Her nefs ölümü tadacaktır." (Âl-i İmrân, 185 - Enbiyâ, 35)
"İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn" (Hepimiz Allah'a aidiz yine O'na döneceğiz) (Bakara, 156)
Ankara'da yayınlanan aylık Çağrı Dergisi'nin 2014 Şubat sayısında, 'İki Numûne Şahsiyet: Süleyman Demirel ve Feyzi Halıcı" başlıklı yazımın yayınlanışından bir seneyi geçen bir süre sonra, Türkiye Cumhuriyeti'ne yedi defa Başbakan ve bir defa da Cumhurbaşkanı olarak hizmet eden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 17 Haziran 2015 târihinde bu fâni dünyaya vedâ etti.
Sözünü ettiğim yazımda, Süleyman Demirel'in 2013 yılında yaptığı faaliyetleri dile getirmiş; doksan yaşında bulunmasına, dünyânın bütün nimetlerine, elde edilebilecek bütün imkânlarına ve mevkilerine sahip olmasına rağmen, hâlâ büyük bir gayret içersinde çalışmasındaki azmi takdirle dile getirmiştim.
Tekrar yazayım, Süleyman Demirel, o târihte doksan yaşındaydı. Bir süre önce muhterem eşini kaybetmişti. Bu dünyada, kendisine fayda temin edebilecek hiçbir şeye ihtiyacı yoktu ve 2013 yılı içersinde, 13 Devlet adamıyla görüşmüş; 26 yabancı büyük elçiyi kabul etmiş; basına 39 mülâkat vermiş; yurt içi ve dışında 7434 kilometre yol katetmiş; 60 törene, açılışa ve san'at faaliyetine katılmış; 3 konferans vermiş; 4677 kişiyi kabul etmiş; 24.255 kişi ile telefonla konuşmuş ve 207.738 kişiyle yazışmıştır.
Hepsini, yâni, bu süre içinde bütün yaptıklarını bir tarafa bırakıyorum, bu yaşta ve bu mevkideki bir insanın 207.738 kişiye birer cümle, bir selâm ve sevgi ifadesiyle cevap vermesi bile ne kadar büyük bir emektir düşünmek lâzımdır. Bu, en azından, beşer yüz sayfayı aşkın on kitap hacminde bir çalışmaya denk değil midir?
Emsâllerinin / akranlarının değil, kendinden nice gençlerinin köşe-bucak inzivâya çekilip keyif çattığı bir zamanda, O, büyük bir mes'uliyet hissiyle bu titizlik ve cömertlikle çalışıyorsa, O'dan ibret alınmalı ve takdirle anılmalıdır.
Kendisine "darbe" yapanlar hakkında bile dâvâcı olmamış ve 'millî irâdeyi' kastederek, "Ben, onlarla hesaplaştım!" tarzında bir ifadeyle, nezâket ve olgunluk içersinde mes'eleye son noktayı koymuştur.
Ancak; kendisinin açtığı okullarda tahsil görüp makam sâhibi olan niceleri O'nun bu hâlini takdirden - maalesef - uzak kalmışlardır. Hattâ, 2011 yılında, meydanlarda, O'na, şu cümlelerle hitap edilmiştir: "Otur oturduğun yerde, ne işin var böyle gazete gazete dolaşıyorsun? Otur da bey zannetsinler yahu. Hâlâ rahat durmuyorsun, 87 yaşında hâlâ ortalığı karıştırıyorsun."
Yazık!!!
Cumhuriyet Dönemi'nde, 1950'den sonraki liderlerin hemen hemen hepsini gördüm. Görmesem bile, televizyonların yaygınlaşmasıyla onları daha yakından tedkik ve tahlil etme imkânım oldu.
İçlerinde, 'güleryüzlü ' kabul edilen Adnan Menderes'in tebessümünde bile ekseriyâ bir tedirginlik vardı. Berrak değildi. Bu sebeple; O'nunkine, gülme'den ziyâde tebessüm diyebiliyorum. Celâl Bayar ve İsmet İnönü'nün güldüğüne hiç şahit olmadım. Hatta, Celâl Bayar'la ilgili bir de hâtıram vardır ki, onu hâlâ endîşe, üzüntü ve hattâ korkuyla söylerim.
Orta okuldaydım. 1954 yılı olabilir. Celâl Bayar Cumhurbaşkanı'dır. Beşikdüzü'nde, hocalarımız bizi, Cumhurbaşkanı'nı karşılamak üzere, o zamanki, Samsun-T(ı)rabzon yolu denilen yola çıkarıp sıraladılar. Ben ve arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı tâbirini yeni yeni kavramaktayız ve merak içindeyiz. Radyonun, çok az evde bulunduğu zamanlardayız. Zâten, okulumuzun öğrenci mevcudu da çok az. Yüzümüz deniz tarafına dönük. Kafalarımız hep birden sola yâni batı yönüne çevrili. Samsun istikametinden üstü açık bir taksi göründü. Heyecan içindeydik ve Cumhurbaşkanı'nın nasıl biri olduğunu görmek için sabırsızlanıyorduk.
Gayet yavaş hareket eden bir taksinin içine oturmuş vaziyetteki yaşlı bir adam, elindeki çiçek demetini bir o yana, bir bu yana sallayarak çekip gitti. Ne bir kelâm, ne bir kuru sun'i tebessüm!..
Doğrusunu isterseniz, bekledim ki, Cumhurbaşkanı arabasını durdurur ve bir- ikimizin başını okşar ve "Nasılsınız yavrularım / evlâtlarım!" türünden birkaç cümle eder. Gidiş, o gidiş!..
Her nedense, benim, hâlâ, o günkü Cumhurbaşkanı tavrıyla zihnim bulanıktır. Zorla değil ya, o gülmeyen çehrenin, nasıl, "cumhur"un "başı' olduğu intibamı zihnimden bir türlü atamıyorum.
Süleyman Demirel, o târihten 2015'e kadar gördüğüm liderlerden değil, belki de daha öncesinden beri 'en güler yüzlü lider' olarak zihnimde yer etti.
Kapalı, sahte, örtülü değil; ap-açık, berrak, samimî bir gülümseyiş'e sâhip!..
Hattâ, zaman zaman 'kahkaha' bile 'patlatan' cinsten!..
Bu çehreyi, ilk defa, Sadettin Bilgiç'le, Adâlet Partisi Genel Başkanlığı müâdelesi esnâsında Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında görmüştüm. O yıllar, herkes, O'nun için bir şeyler diyordu. Bâzısına inanıyor, bâzısına da günün şartlarında gülüp geçiyorduk. Fakat, ben ve arkadaşlarım, daha çok Bilgiç cephesinde toplaşıyorduk. Yâni; Süleyman Bey'i sevmemek değil, O'na 'nazaran' bir tercihti bu!..
Netîcede gençtik ve biz de, kendimize göre çıkış yolları arıyorduk. Bilmiyorum ne dersiniz ammâ, hâlâ da öyle değil miyiz? Dâimâ bir 'çıkış yolu aramak üzre bulunmak' ne güzeldir!..
Çağrı Dergisi'nde yayınlanan "İki Numûne Şahsiyet: Süleyman Demirel ve Feyzi Halıcı" başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi, ben, ilk defa, O'nun hakkındaki kesin bilgiyi Alparslan Türkeş'ten öğrendim. Biliyordum ki, Türkeş, aynı zamanda Sadettin Bilgiç'in de yakın dostudur. Bu bakımdan, O'nun, Süleyman Demirel hakkındaki kanaati önemlidir. Dahası; O da bir partinin genel başkanı olarak siyâsî bir hüviyet taşıyordu ve oy'a, en çok ihtiyaç duyduğu bir zamandaydı.
Bu zaman, Türkeş'in, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı olduğu 65'li yıllardı. Erzurum'da, Mumcu Caddesi'nde, bir apartmanın bodrum katındaki parti merkezinde bir basın toplantısında gazetecilerden biri, kendisine şu soruyu tevcih etti:
" -Efendim; Süleyman Demirel otuz altı yaşında askere gitti. Asker kaçağıymış. O'nu, siz, askere sevk etmişsiniz, doğru mu?
Hiç unutmam, Alparslan Türkeş, yumruğunu masaya vurarak gazeteciye âdeta haykırarak o tok sesiyle şunları söyledi:
- Bana, ciddî sorular, memleket meseleleri sorunuz! Süleyman Bey, askere sevkinden önce de bu devlete hizmet ediyordu. Vatan hizmeti yapıyordu! Ben, O'nun, sâdece sevk işlemini yaptım, o kadar!"
1955'lerin Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel, şimdilerde de devlet idâresine tâlip olmuştu. Bundan daha tabiî ne olabilirdi? Ve 28 Kasım 1964 târihinde Adâlet Partisi Genel Başkanlığı ile başlayan hizmet yolculuğu, 1965 yılından îtibâren 1993 yılına kadar fâsılalarla 7 defa Başbakanlık ve 1993 ilâ 2000 yılları arasında da 7 yıl Cumhurbaşkanlığı göreviyle son buldu.
O; Çoban Sülü'ydü. "Yedi küpeli gelin" dediği Keban, O'nun ülküsüydü.
O; Barajlar K(ı)ralı'ydı.
O; Böyyük Türkiye sevdâlısı'ydı.
O; Demokrattı. Hizmet âşığı, millî ve mânevî değerlere sâhip bir münevverdi.
O; bir zamanların "Bir Bilen"iydi.
O; Boğaz Köprüsü'nün mîmârıydı.
O; hesap adamıydı.
O; bu vatanı, Türk milletini çok severdi. Hırsı, azmi, bütün gayreti bunlar içindi ve çok çalışkandı. Sabırlıydı. Sabrı; tebessüm olarak çehresinde ifade buluyor ve bu hâliyle milletin gönlüne girmesini biliyordu.
O; Türk Dünyâsı'nın mes'elelerinin de yakın tâkipçisiydi. 1992 yılında, Alparslan Türkeş tarafından başlatılan Türk Dünyâsı Kurultayları'na Başbakan olduğu sürece destek olmuştur. Dünyâ Türklüğü'yle işbirliği hedefini dâimâ canlı tutmuştur.
O; "Nassınız?" deyip, peşinden, "Eyisiniz eyi!" cevabıyla; "Dün dündür, bugün bugündür!", "Yürümekle yollar aşınmaz!"; "GAP'ı gaptırmam!"; "Benzin vardı da biz mi içtik?"; "Derin devlet, normal devletin raydan çıkmış hâlidir."; "Elektriğin komünisti olur mu?"; "Kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim!"
Ve; "Milletle kavga edilmez. Ederseniz bu kavgayı millet kazanır."
Gibi vecîz, nükteli ve düşündürücü sözleriyle "millî irâdenin hakîkî temsilcisi"ydi.
Türk târihinin elli yıllık döneminde büyük ve hayırlı hizmetlere imza attı.
Sevenlerine sabır; kendisine, Allahü teâlâdan rahmet diliyorum.