IŞİD’in Suriye’deki Kobani şehrinin kapılarına kadar dayanması, ilginç bir biçimde Türkiye’yi karıştırdı. Sokak gösterilerinde ölenler oldu ve bazı Kürt siyasetçiler, Kobani düşerse Türkiye’deki çözüm süreci de biter türünden açıklamalar yaptı. Tüm bunlar, ilk bakışta anlamsız gibi görünen gelişmelerdir. Zira Kobani Türkiye dışında bir şehirdir ve Kobani’de olanlar ve olabilecekler konusunda Türkiye’nin sorumlu olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. O zaman tüm bunlar ne anlama geliyor? Daha önceki analizlerimde de belirttiğim gibi, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu jeopolitik koşullar, Türklerle Kürtleri tarihsel olarak hep birlikte olmaya zorlamıştır.(1) Kader birliği, bazen bir tercihin sonucu bazen de tarihsel koşulların bir dayatması olarak ortaya çıkmıştır. Kürtlerin huzursuz olduğu bir ortamda Türkiye’nin yükselişi, Türkiye’nin zayıf olduğu bir durumda da Kürtlerin barış ve istikrar içerisinde yaşaması mümkün değildir. Bugün de PKK’lıların bile Türkiye’den yardım istemesi gibi garip bir durumla karşı karşıyayız. İşte tam da bu noktada Kobani gelişmeleri bağımsız bir Kürdistan hayali kuranların ders alması gereken bir örnek olay oluşturmaktadır. Kobani, bağımsızlık hayali kuran Kürtlerin ve muhtemelen bağımsız bir Kürdistan’ın ne tür risklerle karşı karşıya olduğunun bir örneğidir. Zayıf(latılmış) bir Türkiye, yalnızlaşmış ve bölgedeki düşmanca aktörlerle tek başına uğraşmak zorunda kalan Kürtler anlamına gelir. IŞİD ile baş edemeyen Kürtlerin, bölgede demokratik, özgürlükçü ve güçlü bir Türkiye olmadan yaşama şansları yoktur. İşte Kobani bunu göstermektedir. Fakat insanların gördüğü bu mudur? Şüphesiz ki son olaylar kamuoyundaki algıların farklı olduğunu gösteriyor. Ama kamuoyu yönlendirilmeye müsait görüşleri temsil eder. Nitekim bu gerçeklerin görülmesini engellemek için iki gündür Kürtler ve Türkleri birbirine karşı kışkırtıp Türkiye’yi de karıştırmak isteyen provokatörler iş başında. Sosyal medyadan da görüldüğü kadarıyla bu provokasyonlar işe de yarıyor. Peki, süreç nasıl işliyor ve bu provokasyonların amacı ne? Soğukkanlı bir şekilde değerlendirildiğinde, Kobani’nin henüz başladığına inanmadığım çözüm süreci için gerçek anlamda bir başlangıç potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. İnsanların Türk-Kürt birlikteliğinin zorunluluğunu ve bağımsızlık/ayrılık idealinin gerçekçi olmadığını görmesi için Kobani bir fırsattır. Kürtlerle Türklerin kaçınılmaz kardeşliğini ve güçlü ve demokratik bir Türkiye’ye olan ihtiyacı, Kürt halkının da görmesi an meselesidir. Kobani bu fırsatı yaratmıştır. Fakat bunu engellemek isteyen bazı çevreler, şu anda algı saptırma yöntemleriyle devreye girmiş görünüyor. Birlik zorunluluğu gerçeğinin görülmesini engellemek isteyenler, herkesten daha hızlı davranıp, çözüm süreciyle Kobani arasında bir bağ kurdular. Önce Ankara tehdit edildi, ardından sokaklar harekete geçirildi. Aslında Kobani ile çözüm süreci arasında, Ankara’yı tehdit edenlerin ifade ettiği türden değil ama yukarıda belirttiğim türden çözüm sürecine katkı yapacak bir bağ var. Fakat onlar daha önce davranarak bu bağın kamuoyu tarafından kendi istedikleri biçimde yorumlanmasına ve algılanmasına çalışıyorlar. Türkiye’yi hareketsiz kalmakla suçluyorlar. Halbuki, uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye’nin tek başına Suriye topraklarına giremeyeceğini onlar da biliyor. Fakat asıl amaç zaten bu değil. Amaç, olayı saptırarak buradan siyasal rant sağlamak ve hükümeti köşeye sıkıştırarak taviz koparmak. Bu süreçte uluslararası bazı aktörlerin ve müttefiklerin de Suriye’deki kirli işi Türkiye’ye havale etmek için bastırdıklarını görüyoruz. Uluslararası basın ve medya kuruluşlarında da Türkiye’nin hareketsizliğini eleştiren ve içerideki olaylarla örtüşen yorumlara rastlamak mümkün. Hatta bazı uzmanlar, uluslararası bir karara ihtiyaç olmadan Türkiye’nin Kobani’ye müdahale etmesi gerektiğini savunuyor. Oysa biliyoruz ki, bugün Türkiye’yi bu ateşe itenler, bundan bir iki yıl sonra Türkiye’yi aynı gerekçeyle yerden yere vurup, komşu ülke topraklarına müdahale etmek için bahane kollayan bir ülke olmakla suçlayabilir. Bu yüzden hem Kobani hem de Suriye konusunda Türkiye kesinlikle tek başına hareket etmemelidir. Bir NATO üyesi olarak bunu yapması, zaten ittifakın ilkeleriyle çelişir. Türkiye’nin hem iç hem de dışarıdaki baskılara boyun eğmeden devlet yönetimi konusundaki deneyim birikimiyle soğukkanlı kararlar alması gerekir. Ülke-içi güvenlik sağlanmadan ve potansiyel riskler ortadan kaldırılmadan sınır-dışındaki sorunlara müdahil olunması söz konusu olamaz. İçerideki provokasyonlar, soğukkanlı düşünme ve sağduyuyla hareket etme olasılığını ortadan kaldırmayı ve duyguları bilinçli olarak kışkırtmayı amaçlıyor. Duygusallığın ön plana çıktığı ortamda da insanlar artık önlerindeki gerçeği göremez hale geliyor. Türkler, yakılıp yıkılan sokak görüntüleri nedeniyle nefret duygularını kontrol edemez hale getirilirken, Kürtler de Kobani’deki olası katliamlar nedeniyle duygularına esir olup çaresiz bir biçimde Türk hükümetini sorumlu görmeye başlıyor. Provokatörler, böylece amaçlarına ulaşarak birleştirici olabilecek bir olaydan çatışma çıkarmayı amaçlıyor. Olası bir Türk-Kürt kucaklaşmasına karşı, bayrak yakıp Atatürk büstlerini kırarak bu dönemde gerilimin ateşlenmeye çalışılması da bir tesadüf gibi görünmüyor. Yardım beklenen ülkenin değerlerine ve sembollerine saldırarak destek alma yöntemi dünyada bir ilk olmalı(!) Bu kışkırtmaların nedeni, siyasi rantları tehlikeye giren belirli çevrelerde yaşanan paniktir. Kobani’den ders çıkarılabilirse, siyasal rant peşindeki provokatörler devre dışı kalır ve Kürt halkı ile Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında yeni ve eskisinden daha güçlü duygusal bağlar tesis edilebilir. Bu bağlar, karşılıklı güven çerçevesinde çözüm sürecinin de temelini oluşturur. Fakat bunu istemeyen çevreler, devre dışı kalmamak için ellerinden geleni yapıyor. Ortadoğu’daki çoğu sorunun çözümsüz kalmasında aslında benzer süreçler devrededir. Ortadoğu’da insanlar duygularını kontrol altında tutamadıkları için manipülasyonlara yatkındır. Sorunların çözümünü istemeyenler, genellikle duyguları kışkırtarak çözüm için çıkan gerçek fırsatların görülmesini engellemektedir. Duyguların kabardığı dönemlerde insanlar soğukkanlı düşünemez ve önlerindeki uzun vadeli fırsatları göremez. Bu yüzden çözüm fırsatları ortaya çıktığında, duyguları kışkırtacak olaylar çıkartılarak dikkatler başka yerlere yönlendirilir. Şu anda aynı süreç Türkiye’de de işletilmektedir. Kobani, bağımsız Kürdistan isteyenlerin Kürt halkının güvenliğini sağlayamadığının ve sağlayamayacağının kanıtıdır. Bunun ortaya çıkmasından rahatsız olanlar, Kürt halkının çaresizlik ve güvensizlik duygularını Türkiye’ye yöneltilmiş bir nefret duygusuna dönüştürmeye çalışmaktadır. Çünkü asıl sorgulanması gereken kendileri ve izledikleri maceracı politikalardır. Dikkatler başka yerlere yönlendirilmezse sorumluluğun kendilerinde olduğunun ortaya çıkacağını onlar da biliyor. Kürtleri, başarısız olmaya mahkûm bir maceraya sürükleyen bu Kürt milliyetçileri, halklarının geleceğini ipotek altına alarak Kürtlere herkesten daha çok zarar vermektedir. Kobani, bölgede bir bilinç kırılması yaratabilir. Bu kırılma, ya Kürt milliyetçilik bilincinin pekişmesi ya da Türkiye’de birlik ve beraberlik yönünde olacaktır. Provokatörler, kırılmanın birinci yönde gerçekleşmesi için çaba harcamaktadır. Bu sürecin, bunun farkında olarak yönetilmesi son derece önemlidir. Umarım duygular daha kontrolsüz bir hale gelmeden gerçekler görülebilir ve ülkemizde hak edilen barış ortamı bir an önce tesis edilir. Bunun için, Türkiye’de yaşayan herkes gibi Kürtlerin de güçlü, istikrarlı ve demokratik bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Son sokak olayları bu üç unsura da zarar veriyor.
Doç. Dr. Haluk Özdemir
Doç. Dr. Haluk Özdemir