MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, parlamentoda düzenlediği basın toplantısında "ana dilde savunma hakkı" konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Başlangıç itibarıyla "4 parçada özgürlük" sloganıyla yola çıkan KCK'nın, 4 parça olarak nitelendirdiği Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de 4 ayrı partisi bulunuyor. Türkiye'de PKK çatısı altında bulunan örgüt unsurları; İran'da PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi), Irak'ta PÇDK (Kürt Demokratik Çözüm Partisi) ve Suriye'de PYD (Demokratik Birlik Partisi) adları altında faaliyet gösteriyor.
Özeti şudur: KCK, dört ülkede şimdilik sınırlar içinde kalınarak meydana getirilmiş paralel bir çatı devleti yapılanmasıdır. 25 Mayıs 2007 günü Kongra-Gel tarafından yürürlüğe konulan KCK sözleşmesi, bölgede uygulamaya konulan yeni bir devletin anayasa taslağıdır.
Dört ülkedeki parçaları kapsayan bir Pan-Kürdizm projesidir. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri resmi dil Türkçeyi anlamayan ya da konuşamayan kişiye tercüman hakkı tanıyor. Yıllardır mahkemeler Türkçe bilmeyenler için ücretsiz tercüman atayarak bu şekilde yargılama yapıyor.
AKP hükümeti CMK'nın 202'inci maddesini, "Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanık, iddianamenin okunması, esas hakkında mütalaanın verilmesi, üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir" şeklinde değiştirmeyi içeren yasa tasarısı getiriyor.
Böylece bir şahıs, Türkçe bilip kendisini çok iyi ifade edebilecek durumda olsa bile isterse ana dili ya da başka bir dil ile savunma yapabilecek. Egemenlik hakkının sahibi olan bir milletin kamu kudretinin kullanıcısı olan devletin yargısı Türkçe dilini bildiği halde konuşmaktan kaçınan kişiyi farklı dilde dinlemek ve tercüman vasıtasıyla anlamak zorunda kalacaktır. Bu bir dayatmadır. Bu durumda yargılananın mahkeme mi, yoksa yargılanan kişi mi olduğu sorusu gündeme gelecektir.
Mahkeme, önünü gelen kişinin Türkçe bildiğini bilecek ama şahıs Türkçe konuşmak istemeyip ana dilde savunmayı tercih etmesi sebebiyle, mahkemenin bilip anlamadığı bir dilde yapacağı savunmayı dinlemek zorunda kalacaktır.
Bu doğrudan doğruya dayatmanın ve siyasetin yargılamanın önüne geçmesi demektir. Yargılama sürecinde herkes ortak dili bilip konuşabilmekte ise aynı lisanı kullanması doğru olandır. Yargılanan kişi eğer ortak dili bilip konuşamıyorsa, zaten savunma hakkını kullanabilmesi için tercüman hakkından yararlanması tartışılmazdır. Türkçe bildiği ve kendini ifade edebildiği halde kişinin uygun gördüğü dille kendini ifade edebileceğini söylediği dilde yargılama hakkını veren yasal düzenleme yanlış olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır.
Bu durum mahkemeleri Türkçeden başka lisanları dinlemeye ve kişiyi tercüman vasıtasıyla anlayıp yargılama yapmalarına neden olacaktır.
Bu noktada önemli olanın sanığın meramını anlatacak kadar Türkçe bilip bilmediğidir. Bilmiyorsa sanığa savunma hakkını yapabilmesi için ücretsiz tercüman zaten mahkemece tayın ediliyor. Örgütün yaptırdığı dayatma ile sanığın savunmasını daha iyi yapmasını sağlanmak amaçlanmıyor aksine propaganda yapmak ve devlet zaafı yaratmak için bu dayatma yapılıyor.
Dünyanın hiçbir yerinde yargılanan kişiye, o ülkenin resmi dilini anladığı ve konuşabildiği halde başka bir dilde yargılama hakkı verilmemektedir. Aslında böyle bir hak verilmesi özünde egemenlik hakkının devri anlamına gelmektedir.
Türk demek bir anlamda Türkiye demektir. Türkiye demek de Türkçe demektir. Türkçeden başka yaşayan dil ve lehçelerin yaşatılması, konuşulması ya da korunması başka bir şey, Türk milletinin karşısına Türkiye'de bir başka millet, Türkçenin karşısında bir başka dil ikame etmek başka bir şeydir. Türkçe bildiği halde mahkemelerde başka dillerde savunma yapma hakkı talep etmek ise tam da böyle bir şeydir.
AKP resmen KCK'nın oyununa gelmiştir. Çünkü AKP zaten 63 maddelik manifestosunda ana dilde savunma hakkını sorun olmaktan çıkaracağını vaat etmişti. KCK bunu AKP'nin değil de kendi mensuplarının ölüm orucu sayesinde elde edildiğini sağlayarak bölgeye ciddi bir mesaj göndermiş olmaktadır.
Son zamanlarda bölücü örgütün bütün saldırılarının amacı AKP hükümetini Oslo türü pazarlığa oturtmak, Öcalan'ın da muhatap alınmasını sağlamaktı. İmralı'daki hükümlü Öcalan, AKP'nin uygulamaya koyduğu açılım politikaları sırasında " ister benimle görüşün, ister akil adamlarla görüşün, isterseniz DTP ile görüşün" anlamına gelen sözler etmişti.
Başbakan Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla DTP ile görüşmüştü. DTP, İmralı'yı işaret etmiş "muhatap Öcalan'dır", demişti. Habur'dan zafer kazanan kahraman edasıyla terörist bir gurup Türkiye'ye girmişti. Habur teröristleri "Pişman değiliz. Öcalan istedi, geldik" demişlerdir. Hükümet, dolaylı bir biçimde yokladığı akil adamlar da çözüm yerinin Öcalan olduğunu işaret etmişlerdi.
Süreçte AKP Hükümeti "Kürt Sorunu" adını verdiği konuda kimi muhatap almak istese o hemen 'İmralı'daki hükümlüyü' muhatap olarak gösteriyordu.
AKP hükümeti de Öcalan ile görüşme ve müzakere yöntemiyle sorunu çözme arzusunda olmasına rağmen kamuoyunun tepkisinden korktuğu için sorunu zamana yayarak halletme yoluna gitmiştir. AKP için konu bir zaman ve zemin meselesiydi.
Ölüm oruçları sırasında İmralı'yla görüşmeler, ana dilde savunma hakkı ile ilgili yasa değişikliği ve açlık grevinin sona ermesi AKP'ye beklediği fırsatı vermiş oldu.
Başbakan Erdoğan Mısır seyahatinden dönüşte "MİT'in İmralı'yla görüşmesinde sakınca yok. Asıl olan sorunları çözmek" diye açıklama yaptı.
Türkiye'nin yönetimini eline geçirmiş olan bu ekibin sorunu mu, yoksa Türkiye'yi mi çözdüğü uzunca olmayan bir zaman içinde ortaya çıkacaktır. Öcalan'ı muhatap almak için AKP ve BDP Ortak Hareket Etmiştir!
Cezaevinde doğrudan "örgüt baskısı" altında "ölüm orucu" tutulmasına hükümet resmen göz yummuştur. Örgüt bu insanların hayatı üzerinden, devlete dayatmada bulunmasını yetkililer sadece seyretmiştir.
Hükümet özellikle KCK'lı mahkûmları F tipi cezaevine koymayarak onların organize olarak ölüm orucu tutmalarına katkı sağlamıştır. Altmış dokuz gün süresince de sözde ölüm orucu propagandası yapılmasına izin vermiştir.
Bütün amaç Abdullah Öcalan'ın muhatap alınmasına karşı kamuoyunda oluşacak tepkiyi ortadan kaldırmaktı. Selahattin Demirtaş, "Açlık grevine girenler şov yapmıyor. Barış için açlık grevleri için müzakereler derhal yapılmalıdır. Talepler bir an önce yerine getirilmelidir" diye İmralı'yı yeniden adres göstermiştir.
Bülent Arınç, ölüm orucu tutanların isteklerinin büyük ölçüde yerine getirildiğini söylüyor. İmralı'ya Öcalan'ın kardeşi gönderiliyor. İmralı'dan ölüm oruçları için "bitirin" emri geliyor. BDP derhal harekete geçiyor. Ölüm oruçları sona eriyor. Arınç, "milletimize geçmiş olsun" diyor.
BDP'li Kışanak, "Abdullah Öcalan bir kez daha önder olduğunu ortaya koyan bir duruş sergilemiştir" derken, Şemdinli'den gelen şehit haberleriyle beş eve daha ateş düşmüştü.
Bugün Kürt meselesinin çözümünde ne Türk siyasetçileri, ne Kürt siyasetçileri, ne de Kandil'deki PKK yöneticileri Öcalan'ın gücüne sahipler. Öcalansız savaş olabiliyor ama Öcalan' sız barış olamıyor". Medyada yandaşların, AKP'nin ve BDP'nin bütün amaçları buydu ve bunları söyletebilmekti.
AKP hükümeti otuz binin üzerinde insanını katlettiren Öcalan'ı muhatap alarak, Anayasaya aykırı olarak "anadilde savunma hakkı" ile ilgili yasa tasarıları hazırlayarak meşruiyetini tartışılar hale getirmiştir. AKP giderek Türkiye'nin en büyük milli güvenlik sorunu haline gelmiş bulunmaktadır! Herkesin olan bitenin ne anlama geldiğini anlaması gerekir.
Bölücülük şarkısı ne Öcalan'ın muhatap alınması ne de "ana dilde savunma hakkı" ile sona ermeyecektir. Ardından ana dilde eğitim hakkı, Kürtçe de resmi dil olsun talebi, anayasadan Türk milleti kavramının çıkarılması ve Kürtlerin statüsünün belirlenmesi talepleri gelecektir!
Herkesin titreyip, silkinip kendine gelmesi şarttır." dedi
MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin resmi dil Türkçeyi anlamayan ya da konuşamayan kişilere tercüman hakkı tanıdığını belirterek "Yıllardır mahkemeler Türkçe bilmeyenler için ücretsiz tercüman atayarak bu şekilde yargılama yapıyor." dedi
MHP'li Yeniçeri, "Bölücülük şarkısı ne Öcalan'ın muhatap alınması ne de "ana dilde savunma hakkı" ile sona ermeyecektir. Ardından ana dilde eğitim hakkı, Kürtçe de resmi dil olsun talebi, anayasadan Türk milleti kavramının çıkarılması ve Kürtlerin statüsünün belirlenmesi talepleri gelecektir! Herkesin titreyip, silkinip kendine gelmesi şarttır." dedi
MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, sözlerinde şunları kaydetti:
"Son zamanlarda Türkiye'nin iç gündemini üç önemli sorun haddinden fazla meşgul eder hale gelmiştir. Birincisi açlık grevleriyle başlayan ölüm oruçları, ikincisi ana dilde savunma hakkı, üçüncüsü de İmralı'daki kitle katliamcısı Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmeler.
Hatırlayalım, KCK'da tutuklu sanıklar, 'savunmamızı ya Anadilimizde yapacağız ya da savunma yapmayacağız' demişlerdi. Mahkeme ise 'anadilde savunma' yapmaya izin vermemiştir. Bunun üzerine KCK'lı sanıklar her duruşmayı propaganda ve protesto arenasını çevirmiş ardından da açlık ve ölüm orucu tutmaya başlamışlardır.
Anadilde savunma hakkı için ölüm orucu tutanların bunu niçin yaptıklarını anlayabilmek için KCK denilen paralel devlet yapılanması ve onun sözleşmelerine bakmak gerekir. KCK yapılanmasının fikir babası olan Öcalan'ın bu konudaki düşüncelerine kısaca değinmeden yapılmak istenileni anlamak mümkün değildir.
PKK'nın 31.10.1990 tarihli 4. Kongresinde Öcalan "Politik Rapor" adlı kitapta şunları söylüyor: "Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki, o kimliğe dayalı politikalar; dolaysıyla, kaderini tayin hakkı, insan hakları, kültürel haklar, siyasi haklar söz konusu edilsin... Öncelikle halledilmesi gereken kimlik sorunudur; kimlik savaşının kazanılması gereği birincil derecede önem kazanmaktadır. Bugün de savaşın bir boyutu "kimlik savaşı" olmaktadır.
Bireysel düzeyden tutalım, ulusal düzeye kadar, geliştirmeye çalıştığımız, biraz da kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinde gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir".
Öcalan'ın daha sonra yazdığı "Özgürlük Sosyoloji" adlı kitapta, "sınırlara dokunmadan ulus inşası" yapan bir örgütlenmeden bahseder. KCK bu amaca cevap vermek için kurulmuştur, hedefi "Bütün Kürtlerin ulus örgütü" olmaktır. Türkiye'yi Kendi İradesiyle Bölünmeye Razı Etmek! MHP'li Yeniçeri, "Bölücülük şarkısı ne Öcalan'ın muhatap alınması ne de "ana dilde savunma hakkı" ile sona ermeyecektir. Ardından ana dilde eğitim hakkı, Kürtçe de resmi dil olsun talebi, anayasadan Türk milleti kavramının çıkarılması ve Kürtlerin statüsünün belirlenmesi talepleri gelecektir! Herkesin titreyip, silkinip kendine gelmesi şarttır." dedi
MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, sözlerinde şunları kaydetti:
"Son zamanlarda Türkiye'nin iç gündemini üç önemli sorun haddinden fazla meşgul eder hale gelmiştir. Birincisi açlık grevleriyle başlayan ölüm oruçları, ikincisi ana dilde savunma hakkı, üçüncüsü de İmralı'daki kitle katliamcısı Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmeler.
Hatırlayalım, KCK'da tutuklu sanıklar, 'savunmamızı ya Anadilimizde yapacağız ya da savunma yapmayacağız' demişlerdi. Mahkeme ise 'anadilde savunma' yapmaya izin vermemiştir. Bunun üzerine KCK'lı sanıklar her duruşmayı propaganda ve protesto arenasını çevirmiş ardından da açlık ve ölüm orucu tutmaya başlamışlardır.
Anadilde savunma hakkı için ölüm orucu tutanların bunu niçin yaptıklarını anlayabilmek için KCK denilen paralel devlet yapılanması ve onun sözleşmelerine bakmak gerekir. KCK yapılanmasının fikir babası olan Öcalan'ın bu konudaki düşüncelerine kısaca değinmeden yapılmak istenileni anlamak mümkün değildir.
PKK'nın 31.10.1990 tarihli 4. Kongresinde Öcalan "Politik Rapor" adlı kitapta şunları söylüyor: "Bağımsız bir kimlik kazanılmamış ki, o kimliğe dayalı politikalar; dolaysıyla, kaderini tayin hakkı, insan hakları, kültürel haklar, siyasi haklar söz konusu edilsin... Öncelikle halledilmesi gereken kimlik sorunudur; kimlik savaşının kazanılması gereği birincil derecede önem kazanmaktadır. Bugün de savaşın bir boyutu "kimlik savaşı" olmaktadır.
Bireysel düzeyden tutalım, ulusal düzeye kadar, geliştirmeye çalıştığımız, biraz da kazanmaya çalıştığımız ulusal kimlik ve onun üzerinde gelişecek toplumsal özgürlük iradesidir".
Başlangıç itibarıyla "4 parçada özgürlük" sloganıyla yola çıkan KCK'nın, 4 parça olarak nitelendirdiği Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de 4 ayrı partisi bulunuyor. Türkiye'de PKK çatısı altında bulunan örgüt unsurları; İran'da PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi), Irak'ta PÇDK (Kürt Demokratik Çözüm Partisi) ve Suriye'de PYD (Demokratik Birlik Partisi) adları altında faaliyet gösteriyor.
Özeti şudur: KCK, dört ülkede şimdilik sınırlar içinde kalınarak meydana getirilmiş paralel bir çatı devleti yapılanmasıdır. 25 Mayıs 2007 günü Kongra-Gel tarafından yürürlüğe konulan KCK sözleşmesi, bölgede uygulamaya konulan yeni bir devletin anayasa taslağıdır.
Dört ülkedeki parçaları kapsayan bir Pan-Kürdizm projesidir. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri resmi dil Türkçeyi anlamayan ya da konuşamayan kişiye tercüman hakkı tanıyor. Yıllardır mahkemeler Türkçe bilmeyenler için ücretsiz tercüman atayarak bu şekilde yargılama yapıyor.
AKP hükümeti CMK'nın 202'inci maddesini, "Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanık, iddianamenin okunması, esas hakkında mütalaanın verilmesi, üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir" şeklinde değiştirmeyi içeren yasa tasarısı getiriyor.
Böylece bir şahıs, Türkçe bilip kendisini çok iyi ifade edebilecek durumda olsa bile isterse ana dili ya da başka bir dil ile savunma yapabilecek. Egemenlik hakkının sahibi olan bir milletin kamu kudretinin kullanıcısı olan devletin yargısı Türkçe dilini bildiği halde konuşmaktan kaçınan kişiyi farklı dilde dinlemek ve tercüman vasıtasıyla anlamak zorunda kalacaktır. Bu bir dayatmadır. Bu durumda yargılananın mahkeme mi, yoksa yargılanan kişi mi olduğu sorusu gündeme gelecektir.
Mahkeme, önünü gelen kişinin Türkçe bildiğini bilecek ama şahıs Türkçe konuşmak istemeyip ana dilde savunmayı tercih etmesi sebebiyle, mahkemenin bilip anlamadığı bir dilde yapacağı savunmayı dinlemek zorunda kalacaktır.
Bu doğrudan doğruya dayatmanın ve siyasetin yargılamanın önüne geçmesi demektir. Yargılama sürecinde herkes ortak dili bilip konuşabilmekte ise aynı lisanı kullanması doğru olandır. Yargılanan kişi eğer ortak dili bilip konuşamıyorsa, zaten savunma hakkını kullanabilmesi için tercüman hakkından yararlanması tartışılmazdır. Türkçe bildiği ve kendini ifade edebildiği halde kişinin uygun gördüğü dille kendini ifade edebileceğini söylediği dilde yargılama hakkını veren yasal düzenleme yanlış olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır.
Bu durum mahkemeleri Türkçeden başka lisanları dinlemeye ve kişiyi tercüman vasıtasıyla anlayıp yargılama yapmalarına neden olacaktır.
Bu noktada önemli olanın sanığın meramını anlatacak kadar Türkçe bilip bilmediğidir. Bilmiyorsa sanığa savunma hakkını yapabilmesi için ücretsiz tercüman zaten mahkemece tayın ediliyor. Örgütün yaptırdığı dayatma ile sanığın savunmasını daha iyi yapmasını sağlanmak amaçlanmıyor aksine propaganda yapmak ve devlet zaafı yaratmak için bu dayatma yapılıyor.
Dünyanın hiçbir yerinde yargılanan kişiye, o ülkenin resmi dilini anladığı ve konuşabildiği halde başka bir dilde yargılama hakkı verilmemektedir. Aslında böyle bir hak verilmesi özünde egemenlik hakkının devri anlamına gelmektedir.
Türk demek bir anlamda Türkiye demektir. Türkiye demek de Türkçe demektir. Türkçeden başka yaşayan dil ve lehçelerin yaşatılması, konuşulması ya da korunması başka bir şey, Türk milletinin karşısına Türkiye'de bir başka millet, Türkçenin karşısında bir başka dil ikame etmek başka bir şeydir. Türkçe bildiği halde mahkemelerde başka dillerde savunma yapma hakkı talep etmek ise tam da böyle bir şeydir.
AKP resmen KCK'nın oyununa gelmiştir. Çünkü AKP zaten 63 maddelik manifestosunda ana dilde savunma hakkını sorun olmaktan çıkaracağını vaat etmişti. KCK bunu AKP'nin değil de kendi mensuplarının ölüm orucu sayesinde elde edildiğini sağlayarak bölgeye ciddi bir mesaj göndermiş olmaktadır.
Son zamanlarda bölücü örgütün bütün saldırılarının amacı AKP hükümetini Oslo türü pazarlığa oturtmak, Öcalan'ın da muhatap alınmasını sağlamaktı. İmralı'daki hükümlü Öcalan, AKP'nin uygulamaya koyduğu açılım politikaları sırasında " ister benimle görüşün, ister akil adamlarla görüşün, isterseniz DTP ile görüşün" anlamına gelen sözler etmişti.
Başbakan Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla DTP ile görüşmüştü. DTP, İmralı'yı işaret etmiş "muhatap Öcalan'dır", demişti. Habur'dan zafer kazanan kahraman edasıyla terörist bir gurup Türkiye'ye girmişti. Habur teröristleri "Pişman değiliz. Öcalan istedi, geldik" demişlerdir. Hükümet, dolaylı bir biçimde yokladığı akil adamlar da çözüm yerinin Öcalan olduğunu işaret etmişlerdi.
Süreçte AKP Hükümeti "Kürt Sorunu" adını verdiği konuda kimi muhatap almak istese o hemen 'İmralı'daki hükümlüyü' muhatap olarak gösteriyordu.
AKP hükümeti de Öcalan ile görüşme ve müzakere yöntemiyle sorunu çözme arzusunda olmasına rağmen kamuoyunun tepkisinden korktuğu için sorunu zamana yayarak halletme yoluna gitmiştir. AKP için konu bir zaman ve zemin meselesiydi.
Ölüm oruçları sırasında İmralı'yla görüşmeler, ana dilde savunma hakkı ile ilgili yasa değişikliği ve açlık grevinin sona ermesi AKP'ye beklediği fırsatı vermiş oldu.
Başbakan Erdoğan Mısır seyahatinden dönüşte "MİT'in İmralı'yla görüşmesinde sakınca yok. Asıl olan sorunları çözmek" diye açıklama yaptı.
Türkiye'nin yönetimini eline geçirmiş olan bu ekibin sorunu mu, yoksa Türkiye'yi mi çözdüğü uzunca olmayan bir zaman içinde ortaya çıkacaktır. Öcalan'ı muhatap almak için AKP ve BDP Ortak Hareket Etmiştir!
Cezaevinde doğrudan "örgüt baskısı" altında "ölüm orucu" tutulmasına hükümet resmen göz yummuştur. Örgüt bu insanların hayatı üzerinden, devlete dayatmada bulunmasını yetkililer sadece seyretmiştir.
Hükümet özellikle KCK'lı mahkûmları F tipi cezaevine koymayarak onların organize olarak ölüm orucu tutmalarına katkı sağlamıştır. Altmış dokuz gün süresince de sözde ölüm orucu propagandası yapılmasına izin vermiştir.
Bütün amaç Abdullah Öcalan'ın muhatap alınmasına karşı kamuoyunda oluşacak tepkiyi ortadan kaldırmaktı. Selahattin Demirtaş, "Açlık grevine girenler şov yapmıyor. Barış için açlık grevleri için müzakereler derhal yapılmalıdır. Talepler bir an önce yerine getirilmelidir" diye İmralı'yı yeniden adres göstermiştir.
Bülent Arınç, ölüm orucu tutanların isteklerinin büyük ölçüde yerine getirildiğini söylüyor. İmralı'ya Öcalan'ın kardeşi gönderiliyor. İmralı'dan ölüm oruçları için "bitirin" emri geliyor. BDP derhal harekete geçiyor. Ölüm oruçları sona eriyor. Arınç, "milletimize geçmiş olsun" diyor.
BDP'li Kışanak, "Abdullah Öcalan bir kez daha önder olduğunu ortaya koyan bir duruş sergilemiştir" derken, Şemdinli'den gelen şehit haberleriyle beş eve daha ateş düşmüştü.
Bugün Kürt meselesinin çözümünde ne Türk siyasetçileri, ne Kürt siyasetçileri, ne de Kandil'deki PKK yöneticileri Öcalan'ın gücüne sahipler. Öcalansız savaş olabiliyor ama Öcalan' sız barış olamıyor". Medyada yandaşların, AKP'nin ve BDP'nin bütün amaçları buydu ve bunları söyletebilmekti.
AKP hükümeti otuz binin üzerinde insanını katlettiren Öcalan'ı muhatap alarak, Anayasaya aykırı olarak "anadilde savunma hakkı" ile ilgili yasa tasarıları hazırlayarak meşruiyetini tartışılar hale getirmiştir. AKP giderek Türkiye'nin en büyük milli güvenlik sorunu haline gelmiş bulunmaktadır! Herkesin olan bitenin ne anlama geldiğini anlaması gerekir.
Bölücülük şarkısı ne Öcalan'ın muhatap alınması ne de "ana dilde savunma hakkı" ile sona ermeyecektir. Ardından ana dilde eğitim hakkı, Kürtçe de resmi dil olsun talebi, anayasadan Türk milleti kavramının çıkarılması ve Kürtlerin statüsünün belirlenmesi talepleri gelecektir!
Herkesin titreyip, silkinip kendine gelmesi şarttır." dedi