Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından "demokratikleşme paketi" ile ilgili açıklama yapıldı.
İşte yapılan açıklama
Son açıklanan “Demokratikleşme Paketi” ile q, x, w harflerinin kullanılması, özel okullarda yerel dil ve lehçelerde eğitim ve öğretim yapılması, değiştirilmiş yer isimlerinin eskiye döndürüleceği ifade edilmiştir. Belirli çevrelerce uzun süredir gündemde tutulan dil ile ilgili bu düzenlemeler, paketin en masum, en haklı maddeleri gibi gösterilmiştir.
İşte yapılan açıklama
Son açıklanan “Demokratikleşme Paketi” ile q, x, w harflerinin kullanılması, özel okullarda yerel dil ve lehçelerde eğitim ve öğretim yapılması, değiştirilmiş yer isimlerinin eskiye döndürüleceği ifade edilmiştir. Belirli çevrelerce uzun süredir gündemde tutulan dil ile ilgili bu düzenlemeler, paketin en masum, en haklı maddeleri gibi gösterilmiştir.
Daha önce pek çok kez Başbakan Erdoğan tarafından tekrarlanan “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” söylemine “tek dil”in eklenmemesi öteden beri dikkat çekmekteydi. Hiç kuşkusuz, “tek dil” ifadesi, bir ülkedeki bütün insanların ana dillerinin “tek dil”de eritilmesi, “tek dil”in egemen kılınması gibi bir ilkeyi ve uygulamayı içermemektedir. Bir ülkedeki bütün vatandaşların ana dillerinin inkârı, tabiat kanunlarına aykırıdır. Son araştırmalara göre dünyada 6.915 dil bulunduğu ortaya konulmuştur. Ülke sayısına bölündüğünde her ülkeye ortalama 35 dil düşmektedir. “Tek dil” sözü ile kast edilen bireylerin değil devletin “tek dil”e sahip olmasıdır. Nitekim 193 devletin büyük bir çoğunluğu “tek dil”e sahiptir. Yalnızca birkaç ülkede devletin iki dili bulunmaktadır.
Devletin tek dile sahip olması, başta Anayasa olmak üzere bütün kanunlarının, yönetmeliklerinin kısacası hukukî mevzuatının “devlet dili” ile çıkarılmış olması, bunların uygulamalarının, iş ve işlemlerin “devlet dili” ile yapılması, kısacası yasamadan yargıya yürütmeye “devlet dili”nin kullanılmasıdır. Ana dili devlet dilinden farklı bireylerin ana dillerini yaşatmaları, öğrenmeleri, geliştirmeleri, yeni kuşaklara aktarmaları, elbette en doğal haklarıdır. Ancak bu hak, dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi ana dilini öğrenmek ile sınırlandırılan bireysel haktır. Bir başka dilin resmî veya özel okullarda eğitim ve öğretim dili olarak kullanılması, kısa vadede olmasa bile yakın gelecekte “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” söylemini sarsacak uygulamalara dönüşecektir.
ÖZEL OKULLARDA YEREL DİL VE LEHÇELERDE ÖĞRETİM
Son yapılan açıklamalar, özel okullarda yerel dil ve lehçelerdeki öğretimin lise ile sınırlı tutulacağı yönündedir. Demokratikleşmeden çok kamuoyunda “teröriste taviz verme, teröristle müzakere” olarak algılanan bu adımın “ilköğretimden yükseköğretime kadar ana dilde eğitim ve öğretim” isteyen muhataplarını memnun etmediği açıklamalarından anlaşılmaktadır. “Devlet dili”nden bir kere taviz verince bunun sonunun gelmeyeceği çok açıktır. Lisede bir başka dille yapılacak öğretimin sonucunda bu okuldan mezun olan öğrenci, bütün ülke öğrencileri için yapılan üniversite giriş sınavında yerel dil ve lehçelerde hazırlanmış sorular isteme hakkı elde etmiş olmayacak mıdır? Yükseköğrenimini yine yerel dil ve lehçelerde görme hakkını istemeyecek midir?
Başlangıçta zararsız gibi görülen özel okullarda yerel dil ve lehçelerde öğretimin aşamalı olarak bütün öğretim kademelerine yayılması taleplerini doğuracaktır. Bunun sonucu ise farklı dillerde öğrenim görmüş ve meslek edinmiş kitlelerin ortaya çıkmasıdır. Bu durum kamu kurumlarında ve özel kurumlarda farklı dillerde öğrenim görmüş personel istihdamını da gündeme getirecektir. Bir şehrin, bir ilçenin, bir mahallenin yerel dil ve lehçede hizmet veren personel istemesinin önü açılacak, atamalarda ve görevlendirmelerde dil ayrıcalığı ortaya çıkacaktır.
Nitekim daha şimdiden dil ayrıcalığının sonuçları kendisini göstermiştir. Devletin yerel dil ve lehçelerde yapılacak eğitim dolayısıyla öğretmen açığını gidermek üzere atamalar yapacağı öğrenilince son yapılan üniversite giriş sınavında Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümüne aşırı talep olduğu, kontenjanların dolduğu, taban puanlarının Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerini geride bıraktığı gibi haberler gazetelerde yer almıştır.
Bütün bunların, “tek devlet dili” uygulamasına zarar veren bir adım ile başlayacağı son derece açıktır. Farklı dil ve lehçelerde özel veya resmî okullarda eğitim ve öğretim yapılması, birliğimizi bozacak en tehlikeli adımdır.
TÜRK ALFABESİNDE BULUNMAYAN HARFLER
“Demokratikleşme Peketi”nde Türk alfabesinde yer almayan q, x, w gibi harflerin kullanılmasının önündeki engel “klavyelere özgürlük getiriyoruz” sözüyle duyurulmuştur. Bunun ne kadar boş bir söz olduğunu klavyelere bakan herkes görebilir. Türkçenin yapısına aykırı klavyelerin baş köşesinde ilk iki harf q ve w bulunuyor. x harfi de altlarda yer alıyor. Oysa bu ifade ile Türk Ceza Kanunu’nda belirli harflerin kullanılmasından dolayı var olan cezai müeyyide kaldırılmaktadır.
Türk alfabesinde bulunmayan harflerle devletin işlem yapması düşünülemez. Başka dillerde çeşit çeşit harfler bulunabilir. Bunlar dillerdeki ortak veya alıntı sözlerde başka harflerle karşılanabilir. Ancak her devletin yazışmalarında, kanunlarında, uygulamalarında kullandığı alfabe, “devlet dili”nin alfabesidir. Bir başka dilde bir kelimenin veya bir adın bu alfabede bulunmayan harflerle yazılmak istenmesi “devlet dili”ni ilgilendirmez. Ancak bir yer adının, bir resmî duyurunun “devlet dili”nde bu harflerle yazılmasını istemek, “devlet dili”ne müdahaledir. Yıllardır Türkiye’de yapılmak istenilen de budur. Türkçede k, v gibi harflerle karşılanabilen kelimeleri ısrarla q, w harfleriyle yazma girişimleri amacına ulaşmış bulunmaktadır. Amaç, kelimelerde bile ayrışmaya gitmektir. “Nevruz” ve “Newroz” yazılışlarıyla bayramlarda bile harf farklılıklarıyla başlayan ayrışma, toplumdaki ayrılığın temelini oluşturacaktır. Dillerin farklı alfabeleri bulunabilir, ama bir ülkedeki resmî dilin, devlet dilinin alfabesinin yozlaştırılması anlamına gelen bu düzenlemenin “klavyelere özgürlük” diye sunulması, Türk milletinin zekâsıyla alay etmekten başka bir şey değildir.
ESKİ KÖY İSİMLERİNE DÖNÜŞ
“Demokratikleşme Paketi”nde 1949 yılında çıkarılan İl İdaresi Kanunu’nun 2’nci maddesinde yer alan ve “dayatma içeren ibare”nin kaldırılacağı, köylerin 1980’lere kadar kullandıkları tarihî isimlerini yeniden almasının mümkün hâle getirileceği de ifade edilmiştir. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 1949 yılında çıkarılmış ancak pek çok kez değiştirilmiştir. Kanun’un 2. maddesinin (d) fıkrasının ikinci bendi “Türkçe olmayan ve iltibasa meydan veren” köy adlarının değiştirileceği yönündedir. Bu hükmün uygulanması Demokrat Parti iktidarında başlamış ardından gelen hükümetlerce sürdürülmüş ve 1978 yılında bu çalışmaya son verilmiştir. Çalışmada yalnızca Türkçe olmadıkları için değil olumsuz, tuhaf anlamlar içeren Türkçe yer adları da değiştirilmiştir. Yapılan bu uygulamanın dünyanın pek çok ülkesinde örneği vardır.
Her şeyden önce, bir köyün adının tarihîliğine kim karar verecektir? İnsanlık tarihi boyunca Anadolu, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bunlardan kalma bazı yer adları, olduğu gibi veya kısmen Türkçenin ses yapısına göre değişime uğrayarak hâlâ yaşamaktadır. Bir yerin tarihî adı bir önceki adı değil, bilinen en eski adıdır. Ancak sırf “teröriste taviz” kabilinden köylerin adında gidilecek değişiklik, tarihî isme dönme olarak adlandırılabilir mi? Bir yerin tarihî ismi denildiğinde en eski asıl isminin kullanılması anlaşılmaz mı? Ancak bunun böyle olmayacağı yapılan ilk uygulamadan anlaşılmıştır. Tunceli’de merkeze bağlı Güdeç köyünün eski adının Haceriye olduğu, 1960’lı yıllarda değiştirildiği belirtilmiştir. Tunceli Valiliğine yapılan başvuru İçişleri Bakanlığınca uygun görülmüş ve köyün eski adına dönmesine izin verilmiştir. Bunun üzerine köyün girişine Haceriye değil Xeceriye şeklinde tabela asılmıştır. Bu uygulama, yapılan işin tarihî ada dönmekle ilgili olmadığını, yer adlarının yeniden değiştirilmesi anlamına geldiğini göstermektedir. Öte yandan Türk alfabesinde bulunmayan harflerin de resmî tabelaya girerek “devlet dili” ilkesinin de yerle bir edildiğini gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak, açıklanan pakette yer alan ve kısmen hemen uygulamaya geçirilen dil ile ilgili düzenlemelerin ve andımızın kaldırılmış olmasının millî birliğimiz açısından kaygı verici olmanın da ötesinde ciddî tehlikeler içerdiği görülmektedir. Yüce Meclisin üyelerini ve Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekası davasına inanan bütün gönüllü kuruluşları teröristlerin asla tatmin olmayacakları bu tür adımların daha ileri götürülmemesi için seslerini yükseltmeye davet ediyoruz.