AKP iktidarının ilk yıllarında Ortadoğu ve Avrupa’da insanların sıkça sordukları soruydu;
İslam ve demokrasi aynı çatı altında barınabilir mi?
İslam ülkesi olduğuna dair her türlü veriyi gayet iyi kullanan, ekonomik göstergelerde iyileşmenin görüldüğü, AB çatısı altına girme yolunda atılan adımlar ve demokratik hamlelerle Ortadoğu için model ülke olabilecek “Demokrat-Müslüman” Türkiye, Avrupa’nın da takdirini kazanıyordu.
Komşularla “sıfır sorun” söylemiyle ülke içinde ve dışında insanların güveni kazanılıyordu.
GÜN, BUGÜN.
Arap baharının getirdiği yıkımdan etkilenen her devlet için bir stratejisi bulunan Türkiye, her stratejisinin –ne yazık ki- acemice şekillendirilmiş olduğunu gördü. Stratejik hatalarını inatla sürdürerek ülkeyi içinden çıkılamaz zor durumlara soktu.
Irak’ta yanlış ata oynayan hükümetimiz, Bağdat yönetimi ile ters düşünce Kuzey Irak’ta petrol kartına sarılarak Türkmen kardeşlerimizi ateşe attığını göremedi.
Altı ay ömür biçtikleri Suriye rejimine karşı destekledikleri muhalif cephe çökünce, diplomasinin olmazsa olmazı “geri adım” politikasını uygulamayı kendisine yediremedi. Gerek ABD ve gerekse Avrupa ülkeleri kötünün iyisi kabul ettikleri Esat’a yönelirken, hükümetimiz İşid denen katillere yöneldi. Yakın tarihte Suriye’de Esat yönetiminde suların durulduğunu görsek bile, halihazırda sayıları 2.5 milyonu bulan göçmenle uğraşıyor olacağız.
Libya’da yaşadığımız dramdan, Mısır’da yaptığımız gel-git politikasından, Ermeni meselesinde düştüğümüz acınası durumdan, Ukrayna konusunda Rusya’nın oyuncağı oluşumuzdan bahsetmeyeceğim.
Bu hükümet diplomasi konusunda boyundan büyük oyunlara girdiğinden, “Demokrat-Müslüman Devlet” tezini bir daha anılmamak üzere tarihe gömme kötülüğünü yapmıştır.
“Neo Osmanlı”, “Osmanlı Kardeşliği” gibi Arap ülkelerinin maziye gömdüğü ve sözlüklerinde bulunmayan kavramlara sarılarak yapılacak en büyük hatayı en başından yapmıştı zaten.
Nereden nereye geldiğimizin bir diğer hatta en büyük göstergesi ise,
Henüz başbakan bile olmadan Beyaz Saray’da ağırlanan R.T. Erdoğan’dan, Obama tarafından telefonlarına çıkılmayan R.T.Erdoğan’a uzanan üzücü süreçtir. ABD’ye uçan fakat New York’tan öteye geçemeyen, Washington’a kabul edilmeyen Ahmet Davutoğlu’na uzanan bir süreç.
BENİM TEZİM İSE;
Bu hükümet İslam ve Osmanlı söylemleri ile buraya kadar geldi. Unutulan gerçek ise insanın inancı, söylediği değil yaşadığıdır. İçeriyi temizlemeden dışarıya rol model olma sevdasının yanlış olduğunu 13 yıl boyunca binlerce örnekle görmüş olduk.
İdeal-pratik meselesi de diyebiliriz, sözle söylediğinin tam tersini yapmak bu iktidarın hastalığı haline geldi.
Bize uysa da uymasa da tüm beşeri idealler insanlık yararına çıkmıştır. Kominizm, faşizm, kapitalizm gibi görüşlerin tamamında insan refahı ideali vardır.
Bizim iktidarımızın en büyük problemi;
Bilgi seviyeleri yeterli olmadığı halde ve eldeki bilginin doğruluğu tartışılacak haldeyken, İslamiyeti bilmeden İslamcılık, Osmanlıyı bilmeden Osmanlıcık oynamaya kalktılar. Yeni bir akıma hiç gerek yoktu.
ÖRNEK VERELİM
Osmanlıda “Hâkim güvencesi” denen bir kavram vardır. Fatih Sultan Mehmet, kolunu kestirdiği bir gayri Müslim ile mahkemelik olduğunda, Galata kadısı Hızır bey, tarafları bir araya getirir. Fatih, davacıdan daha yüksekte oturmaktadır. Kadı efendi, Fatih Sultan Mehmet’e,
“İn aşağı beyim.” der.
Davalı ve davacı aynı hizada duracak ikazında bulunur. Burada “bey” kelimesinden kasıt; İmparatorluk birçok beylik arasından Osmanlı beyliğine nasip oluyor ama sonuçta sadece o beylerden birisi ve gururlanmaya gerek yok.
“Gururlanma padişah senden büyük Allah var” diyen Osmanlı insanından, “peygamber gurur yaptı” diyenlerin sistemine giden terbiyesiz bir yol.
Eskinin hâkimi “kadı Hızır bey” tarafından ikaz edilen üç kıtanın sultanından, hâkimlerin görevden el çektirildiği günümüze uzanan zavallı bir yol. Bugün Osmanlıdan bahsedilmesi hele Osmanlıcılık hayalleri epey bayağı kalıyor. Kendi tabirleriyle;
“OSMANLININ ATTIĞI TIRNAK BİLE OLAMAZSINIZ”
Avrupa, savaşmaktan ve özellikle din savaşlarından bıktığı için “laiklik” diye bir olguyu ortaya çıkardı.
İslam’ın yüzyıllar önce verdiği kutsal mesajlara, Avrupa yeni yeni ulaşıyor. Bırakın İnsan haklarını, hayvan hakları konusunda bile Avrupa’ya özenirken, İslamiyet’in özünde hayvan haklarının zirve noktasının bulunduğundan habersiz, hala kanun yapma çabasındayız.
Avrupa’da sokağa tükürene para cezası kesilmesi, Hitler tarafından çıkarılmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han döneminde –bağışlayın- yerdeki tükürüğün üzerinin kireçle kapatılması için çalıştırılan insanlar olduğunu unutuyoruz.
Bulunduğumuz coğrafyanın bir özelliğidir; can güvenliği tehlikeye giren insanlara ev sahipliği yapmak.
II. Dünya Savaşında Yunanistan’dan aldığımız göçleri, Bulgar zulmünden kaçanları unuttuk belki ama SSCB dağılınca ülkemize gelen Rusları fuhuş işçisi görmek hangi anlayışa sığar. Günümüzde Suriye’den kaçıp bize sığınan kadınların çocuklarına ekmek alabilmek için namusunu cüzi miktar kâğıt parçasına satması ve buna göz yumulması hangi din anlayışında var.
Bu şartlar altında Müslüman olduğunu dile getirmek sizi kurtarır mı?
Gerek Avrupa gerek Dünya halklarına kendimizi ifade edebileceğimiz tarihi fırsatları boşa harcadık.
Avrupalının “parlamento” dediğine biz “meclis” diyoruz. Parlamento kelimesi Fransızca “parler” yani konuşmak kelimesinden gelir. Bizim meclis ise Arapça “cülus” yani oturmak kelimesinden türemiştir. Padişah tahta çıkarken kapıkulu askerlerine dağıtılan cülus bahşişinden hatırlayabiliriz.
Meclisin konuşulan, tartışılan ve fikir üretilen bir yer olduğunu unutup birilerine kapıkulu olan insanların çoğunluğuyla idare edildiğini görmemek saflık olur.
NETİCE OLARAK
Bu hükümet fikir ve eylem bazında miadını doldurdu. Müslüman kimliğine yakışır vaziyette;
“emanet ehline teslim edilmeli” ve “korkmamalı”
Emaneti ehline teslim edin çünkü ülkeyi yönetemiyor ve içinden çıkılamayacak zor durumlara sokuyorsunuz. Korkmayın çünkü çalışıp, kendinize çekidüzen verip tekrar gelebilirsiniz. Gelemeyiz endişesi yaşayanlara en güzel örnektir, Süleyman Demirel. Altı defa gidip yedi defa geldiğini hatırlayın.
Hatalarınızdan ders çıkarın, ganimet sevdası ile insanları yokluğa terk ettiniz. Uhud savaşının kaybedilmesinin yegâne sebebinin ganimet sevdası olduğunu unutmayın. Anlayan Müslüman kardeşim için Uhud savaşı çok güzel bir örnektir.
Müslüman kimliğinizle, adaleti elden bırakmayan bir liderle gelin. İslam tarihinin adalet timsali Hz. Ömer’in bile hesap verdiğini unutmayınız.
Rica ediyorum, oturun ve Victor Hugo’nun “Sefiller” adlı kitabını okuyunuz, okudum diyenler tekrar okusun. Okuduğu halde hala bu iktidardan bir şeyler bekleyenlerin kitabı boşa okuduğunu söyleyebilirim.
SON SÖZ
Yakın zamanda beddua ettiğini iddia ederek, alay edilen “Mülaane ayeti” aklınıza gelsin. “Mülaane” yani karşılıklı lanetleşmenin Kuran’daki ikinci örneği “kadına iftira” konusundadır. Meral Akşener hanımefendiye iftira atanların, yüce kitabımızdan bihaber olan Müslüman müsveddeleri olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Bizimle yürümeseniz bile yolunuz açık olsun.