Hayat, tecrübeler mecmûudur. Ne kadar hâdiseyle muhatap olursanız olunuz, onu, ister bilfiil yaşayın, ister uzaktan müşahede edin, hepsi, bu hâneye yâni 'tecrübe'ye yazılır. Fakat bir şartla ki, ondan "ibret" almak mecbûrîdir. İbret alınmayan 'tecrübe', tecrübe değildir!..
Biz, umûmî olarak tarihimizi bilemiyoruz ve bildik sandığımız târihimizi de tahlil etme irâdesine pek de sâhip değiliz. Şâyet, bunu, kısmen bile başarabilmiş olsaydık, bugün, bu vahîm hâdiselerle karşılaşmaz ve bunlar karşısında şaşırıp kalmazdık.
Düşünüyorum da, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, mes'ul mevkideki mensuplarının, başarısızlıklarını, -bir başarı gibi- hiç tereddüt etmeden rahatça söylemeleri, şahsen, beni ziyâdesiyle üzüyor ve endîşelendiriyor.
İşte bir haber:
"İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ'ye malî destek sağlanmasına yönelik hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede dikkat çekici bilgilere yer verildi. Savcı Zafer Dur'un hazırladığı iddianamede Fethullah Gülen'in, 1998'de Vatikan'da görüştüğü Papa 2. Jean Paul tarafından "gizli kardinal" olarak atandığı ifade edildi. Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK) içinde FETÖ örgüt üyelerinin general kadrosunda 150, subay kadrosunda 10 bin, astsubay kadrosunda 12 bin kişi olduğu belirlendi." (Basın: 04 Eylül 2016)
Aklım almıyor: 150 general, 10 bin subay ve 12 bin astsubayı bu hâle gelmiş bir orduyu düşününüz!..Yazık, günâh ve vahîm değil mi? Başkaları, bu kadar general, subay ve astsubay ile kaç ordu kurarlar?
Bir başka haber:
"(...) Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Hürriyet'te yayınlanan habere göre "Askeri lise, harp okulu, sınıf okulu, kurmay olursa akademi, 10 yılın üzerinde bir eğitimden bahsediyoruz. Biz bu insanların düşüncelerini nasıl değiştirememişiz? Generaller bile var, Özel Kuvvetler'deki olayı hatırlayın. Korkunç bir eğitim-öğretim süreci var. General olmuş. Yıllarca "Rehberimiz Mustafa Kemal Atatürk'tür"diyoruz. Gösterdiği yol, akıl ve bilim. Ama bu insanlar öyle bir kişiyi ölümüne takip ediyor. Ana düşünce, din devleti kurmak! Bu insanların düşüncelerini değiştirmekte başarısız kalmışız. Esas acı veren bu. Atatürk'ün ordusunda general olacaksınız ama onun 180 derece tersinde yer alacak, Türk milletine ateş edecek bir noktaya geleceksiniz. Bu inanılmaz bir şey! İnsanın yüreğini yakıyor" dedi." (Arslan Bulut, Yeniçağ Gazetesi, 05 Eylül 2016, Sf. 9)
İlker Başbuğ'un, "Bu inanılmaz bir şey"i, bize, şimdi söylemesi değil; bunun sebep(ler)ini, bize, açıklaması gerekirdi. Şâyet doğru ise, bu 150 general, 10 bin subay, 12 bin astsubay durup dururken böyle olmadı!..Bu işin bir mâzîsi/geçmişi vardır!..
" Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı bir profesör, hedeflerinin, FETÖ'nün tamamen sistemin dışına atılması olduğunu belirterek, kurumda sadece söylenti veya şikâyetler üzerine değil, çapraz
sorgulamalarla sonuca gidildiğini söyledi...Hedefimiz, kendisini devlet otoritesinin karşısında paralel bir güç olarak gören yapının tamamen sistemin dışına atılmasıdır, dedi."(www.star.com.tr/04 Eylül 2016)
Diyânet, elbette ki, her kuruluş gibi, tedbir alacaktır. Anlaşılan o ki, zamanında al(a)mamış da şimdi telâfî etmeye çalışıyor. Bu da iyi!..Ancak...Diyânet, polisiye bir teşekkül mü, adlî bir merci midir? Şüphesiz ki; kendisine düşman bütün muzır unsurların, Devlet'ten ayıklanması yegâne arzumuzdur. Ancak; Diyânet, bu işler böyle olurken, bu mübârek İslâm dîni istismar edilirken, nerelerdeydi? Bu istismar ve tahribat bitti mi?
Salâhiyet ve mes'uliyet bambaşka bir şeydir. Hattâ, bunlar, yâni salâhiyet ve mes'uliyet, zamanında hissedilmez ve kullanılıp icrâ edilmezlerse hiçbir mânâ taşımazlar. Karmaşa, peşpeşe gelir ve ondan sonra, herkes gücü yettiğince suçlu arar, bağırıp çağırır!..Vaziyet bu!..
Ve yine; -umûmî olarak- terörle ilgili birkaç haber başlığı daha sunuyorum:
"Biliniz ki, bunlar son çırpınışlarıdır." (Erdoğan, HABERLER.COM, 29 Eylül 2015);
"Teröristlerin tamamını da eninde sonunda Allah'ın izniyle imha edeceğiz."(Erdoğan, Hürriyet, 18 Mart 2016);
"Bugün itibarıyla, şunu ifade etmek isterim ki Türkiye'ye dönük terör tehdidinin beli kırılmıştır." (Davutoğlu, 27 Eylül 2015);
"Vatandaşımızın verdiği her kuruşu, fitil fitil burunlarından getireceğiz." (B. Yıldırım, Milliyet. com.tr. 25 Eylül 2016)
Meselâ; Başbakan B. Yıldırım'ın "fitil fitil" dediği günün ertesinde, "Mardin ve Şırnak'ta 10 şehit" verdiğimiz açıklandı. Bu, bir gün sonra 11'e çıktı.
"Fitil fitil" bu mudur? "Son çırpınışlar", "imha"lar, "beli kırma"lar...böyle mi olur?
Yine, başka haberde, Başbakan diyor ki:
"Bu bağlamda Doğu ve Güneydoğu 'da maalesef terör örgütünün baskısı veya terör örgütüyle bir şekilde ilişkiye girmiş öğretmenleri de değiştiriyoruz. Buna karar aldık. Bu 14 bin civarında öğretmeni, maalesef oradan başka yerlere almak mecburiyeti var. Bunlar eğitim yerine, terör örgütünün amaçlarına hizmet eder bir noktaya gelmişler. Bunu da bu şekilde halledeceğiz..."
Terör örgütüyle, yani PKK'yla ilişkiye girmiş...Terör örgütünün amaçlarına hizmet eder noktaya gelmiş...Suç sabit, ceza ise yer değiştirme!..." (Basın: 03 Eylül 2016)
İki gün sonra ise, yine, Başbakan tarafından, "Yanlış ifade ettim" değil de, "İki gün önce bir konuşmamda bölgedeki öğretmenlerle ilgili bir şey söylemiştim. Orada belli ki bir yanlış anlaşılma var..." Demek ki; "bir yanlış anlaşılma" olduğu "belli"!..Yâni, yanlış anlayanlar, ben ve benim gibiler, öyle mi???
Nasıl olur da, "14 bin civarında öğretmen" birdenbire bu hâle gelebilir? 14 değil, 140 değil, 1400 değil...14 bin!...Ve bunlar, ÖĞRETMEN!...Peki, bunlar bu hâle gelir/getirilirken ilgililer nerelerdeydi?
Peki, bunlar nereye gönderilecekler ve şâyet böyle iseler, gittikleri yerlerde ne yapacaklar? Düşünülmesi bile korkunç!..
Son konuşmalarının birinde, Cumhurbaşkanı (FETÖ'yü kastederek) haklı olarak şöyle diyor:
" Başta Amerika...Ama bir terörist hâlâ 17 yıldır 400 dönüm arazide saltanat sürüyor" (Alkışlar) (Basın: 03. 10.2016)
Doğruya doğru!..Tamamen katılıyorum, destekliyorum!..Başta ABD olmak üzere, bütün şer güçler, bize düşman olan bütün terör unsurlarını sâdece el üstünde değil, baş üstünde tutuyorlar.
Fakat; 12 Haziran 2012'de, Başbakan Erdoğan olarak da -aynı zat için-şunları söylüyordu: "Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içersinde olanları görmek istiyoruz. (Şiddetli ve uzun alkışlar. Islıklı tezâhüratlar) Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zâten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. Şu andaki tavrınızla hep bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum. Öyleyse, bitsin bu hasret diyelim.." (Şiddetli ve uzun alkışlan. Islıklı tezâhüratlar)"
Yine; 25 Ağustos 2004'te Millî Güvenlik Kurulu, Fethullah Gülen g(u)rubunun faaliyetlerine karşı (Ahmet Necdet Sezer-Recep Tayyip Erdoğan-Hilmi Özkök-Abdullah Gül imzalı) tedbir alınmasını kararlaştırıyordu...
Ardından, 25 Mayıs 2006'da 3713 sayılı Terörle Mücâdele Kanunu'nun "terör tanımı" başlıklı 1. maddesinde yapılan değişiklikle...netîce olarak, " Gülen g(u)rubunun faaliyetlerine karşı tedbir" kaldırıldı.
Peki, biz yâni vatandaş ne yapalım/ne yapsın? Bir akl-ı selîm çıksın söylesin, îzah etsin!..Ve en azından, bu alkışlayanlar şimdi nerelerdedirler, diye de sormayalım mı? Türk milleti olarak, hep mağdur mevkide mi bulunacağız?
Son bir soru daha: Bu (2004) yılı, bu (2006) yılı ve bu (2012) yılı, sözü edilen (17) yılın dışında mıdır?
Düşününüz ki, fiilen görev yapan, Cumhurbaşkanı, Başbakan(lar), Genelkurmay eski Başkanı, Savcı, Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı'nın ağzından bu türlü beyanlar çıkar da, ortada müsbete yakın hiçbir emâre ve faaliyet görülmez ise, ne yaparsınız? Üzülmez, endîşelenmez misiniz?
Düşününüz ki; koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 150 generali, 10 bin subayı ve 12 bin astsubayı kalkışmacı/darbecilikle suçlanıyor...Düşününüz ki, sâdece iki bölgedeki 14 bin öğretmeni de öyle!..Bunlar ürkütücü rakamlar değil midir? Bunu telaffuz etmek bile bana dehşetli bir hâl geliyor!..Peki, sizler, nasıl rahatsınız ve daha ötesi, nasıl rahat rahat uyuyup, nasıl gülebiliyorsunuz?
Düşününüz ki, binlerce senelik Türk ordusuna kumanda etmiş salâhiyetli ve mes'ul bir Genelkurmay Başkanı da, 'hayretler içinde' bu mes'eleyi anlatıyor!..
Ben, sen, o...vatandaş olarak 'hayret' edebiliriz. Fakat, hiçbir salâhiyetli ve mes'ulün 'hayret etme' hakkı yoktur, olmamalıdır!..
Peki; birileri çıkıp da, 'Silâhlı ordun bu, maârif ordun bu, diyânet teşkilâtın bu mudur?" Demez mi?
Ve; ne yazık ki; eski ve yeni hiçbir 'salâhiyet sâhibi siyâsetçi", mes'uliyet'i üzerine almıyor!..
Hepimizin bildiği fakat Âkif'in, Safahat'ta şiir hâlinde ifade ettiği "Kocakarı ile Ömer" hikâyesindeki şu iki mısrâyı -Hz. Ömer takîpçilerini ümitle arayarak/bekleyerek- nakletmeyi faydalı görüyorum:
"Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-ı İlâhî sorar Ömer'den onu!"
Rabb'im, Türk Milleti'nin yâr ve yardımcısı olsun!..