15 Temmuz günü Amerikalılarla birlik olup millete tanklarla saldıranlar, Japon basınının imalı ifadelerine göre İncirlikteki 50 adet atom bombasından bir iki tanesini kendi halkına karşı kullanmak için uğraşanlar kimlerdi? Atom bombasını kullanmayı düşündükleri insanların dini duygularını sömürerek burunlarından sümük akıtarak para dilenen, sadaka toplayan dilencilik uzmanları kimlerdi? Fakir milletin milyarlarca dolarlarını yurt dışına transfer edenler kimlerdi? Bu soruları yeniden sorup kendimizi kendimiz yargılamalıyız. Halk olarak bunu yapmalıyız. Buna mecburuz.
Kısaca şunu demek istiyoruz. Son lafı baştan söyleyelim. Bu canavarı biz millet olarak bilmeden bir hata yaptık ve ürettik. Öyleyse nerede hata yaptık? İşte bu soruyu sormalıyız. Lâikliği şeriatlaştıralım, şeriatı lâikleştirmeyelim diyen demagoglara bakışımızı da değiştirmek gerekiyor. Halkın kafasını karıştırıyorlar çünkü. Millet olarak hatamız din zihniyetimizden kaynaklanıyor.
Din zihniyetimizi yargılamalıyız.
Din zihniyetimiz köle üretiyor. Bağımsız düşünen insan üretmiyor.
İslâm dünyasında paradigma paradoksu asırlardır sürüp gidiyor. İbni Haldun taa 11. asırda bile aynı şeyi söylüyordu: Mustasvifeler.Ne demek mustasvife; sahte ve falsolu din tarikatçıları. 11. asırda böyle bir sorun vardı ise ve şimdi de var ise o zaman sorgulalamız gereken husus bizim din zihniyetimizde eksik olanı arayıp bulmaktır. Bu da paradigma paradoksunu arayıp bulmamıza bağlıdır: Paradigma yaşamınızı yöneten değerler dizisidir. İşte bir tanesi: Hud suresi 112. ayette paradigma kanunlaşıyor: "Festekim kema umirte"; Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru ol, buyuruyor. İlke evrensel ama gerçek paradoksta ortaya çıkıyor: Paradoks ise değerler dizisini iflâs ettiren sevk ve idareye dönüşüyor. Saf suresi 2. ayet paradoksu ifade ediyor: "Lime tekulune ma la tefalune." Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz?
Fetöşden tutunuz, yazıcısı, okuyucusu, çizicisi, dizicisi hepsi aynı yolun yolcusudur. Hepsi ise başlarken son derece iyi niyetli hüsnü zan sahibi. Ama hiçbirisinde “adalet” “eşitlik” kavramı yoktur. Osmanlıca kurslarına iki sene gittik geldik bunu öğrendim.
Ama zehiri altın tepsi içinde sunuyorlar.
Bir kere işin tutarsızlığını şuradan anlayacağız: Bunların kafasında insan diye bir kavram yok.
Kadın hiç yok. Annemiz, kızımız, eşimiz, sevgilimiz, gelinimiz, yengemiz, bacımız olan kadınlarımız. Sadece erlere hizmet eden dişi olan varlıklar var. Hal böyle olunca Allah’ın evine bile doğru dürüst sokmadığımız varlıklardır bunlar.
Bunlarda insaf yok. Vicdan yok. Vatan yok. Bayrak yok. Ne var bunlarda?
Tarikatları, cemaatları, köleleri var. Dişileri var aileleleri yok.
Cemaatleri var, milletleri yok.
Türk deyince ürkerler.
Pasaportlarında Türk yazar. Ama Türk olduklarını kabul etmezler.
Hepsi aynı kumaşın bezidir vesselâm. Bir kere buna karar vermedikçe 30 sene sonra aynı olayları yeniden tekrar edeceğiz.
İslâm dünyası Türkleri beklemektedir. Ama Kuran Kursu, okul adı altında yurt dışı sosyetelerinden para toplama gişeleri açanları değil. Endonezya Türkleri beklemektedir. Ama köylerde fosseptik çukuru, su dağıtım şebekesi, sosyal iş paylaşım düzenekleri kuranları beklemektedir. Okul adı altında para toplama gişeleri açan ülkesinde hain ve lâiklik düşmanı olup yurt dışında iki özel arabayla işe giden nur (özür dilerim yanlış yazdım; nar) risâleleri okuyanları değil. Nar ağaları ve türdeşleri ile olmuyor. 2009 yılından beri talim ettiğimiz gerçeklerdir bunlar.
Kısaca söylediğimiz şudur: akıl ile İslâm bir araya gelmediği müddetçe biz vatandaş olarak bu konuyu çözemeyeceğiz; bizim paramızla bizi hançerleyen din ve vatan hainleri üretmeye devam edeceğiz.
Din zihniyetimizi akıl çizgisine çekmediğimiz müddetçe işimiz zor, yolumuz uzundur. Bu konuları çok iyi bilen ilâhiyatçıların tavrı ise ibret vericidir.
Adam gibi kalkıp lâiklik bu milletin nefes borusudur, gelin şu lâiklik bu ülkede eziyetle, zahmetle uygulandı ama lâiklik olmasaydı Arabistan yarımadasındaki gibi şeyhlerin arazilerini ülke zannetmeye devam edecektik, Malezya’daki gibi ülkemizin içinde bir başka ülke daha Brunei adında ihdas edilecek ülkemizde de 9 adet yöre ağası kral gibi devlet içine devlet olacaktı.
Endonezya’daki gibi 12 yaşındaki kız çocuklarına bekâret testine izin veren, katılım ucubesini İslâm maliyesi olarak yutturan, Japon suşi bara fetva ile helâl diyen ulamamız olacaktı.
Lâiklik ve de lâiklik, vesselâââm. Vatandaş gözüyle ihanet hareketine lâikliğin erdemi tecelli etti gözüyle bakan bir ilâhiyatçı yazarın fikirleridir.
Düşünün bi; Pensilvanyalı’nın kafasında lâiklik diye bir kavram olsaydı devlet, ülke idaresine karışır mıydı? Harama el uzatır mıydı? Sınav dümenleri çevirir miydi?
Yapmazdı diy mi? İşte bu bir hainin kafasına “lâiklik” kavramını sokamadığımızdan kaynaklanıyor. Lâik olmayınca, hiçbir değer kalmıyor; Ne helâl, ne haram. Ne adalet ve ülke ne vatan ve ne de insan. Ne bayrak.
Sadece köleler ve Tanrı ile konuşan bir meczup ile milleten 40 senede çalınan milyarlarca dolarlar kalıyor, elimizde. Çalmak bir yana milletin emeğini Avrupalara Amerikalara transfer eden bir hâin olup çıkıyor karşımıza. Onlar da kendi atasözlerinde yazdığı gibi en “iyi sör en iyi hırsızdır deyip” ülkemizden çıkan haine Avustralya’da olduğu gibi destek kampanyaları yapıyorlar.