Eğer her şeyi din ile izah ediyorsak, yatıp kalkıp hocaefendilere sırlarımızı bile anlatabiliyorsak, servetimizi bile onların ağzından çıkan sözlere emanet edebiliyorsak bizlerdeki bilincin karşılığındaki sorumluluğu veya sorumsuzluğu da iyi hesaplamamız gerekir. Siz hiç nefis muhasebesi yapan bir ilâhiyatçı duydunuz mu? Şurada şu hatayı yaptım, şurada yanlışım var, diyeni.
Hazreti Muhmmed’in mübarek huzuruna gelip de “ben zina yaptım” diyen o mübarek hanımı düşünüyorum. İlâhiyatçılardan bu kadarını da beklemiyoruz. İçinde ” insaf olan bir din” bekliyoruz. İçinde “insan olan bir din” bekliyoruz. İnsandan ve insaftan soyutlanmış içinde dişiler ve erler olan bir din dinleye dinleye 61 yaşına geldik. Ailesi var milleti yok. Arazisi var, ülkesi yok olan ilâhiyatçılar var, asıp kesiyorlar. “Namaz kılmayan hayvandır” diyen ilâhiyatçı bu ülkede üniversitede profesör idi. “Kız çocuğuna, öz evladına bilmem ne hisseden” hakkında fetva verenler de.
Amerikalı papaz Ryan Bell yıl boyunca denedikten sonra ateist olmayı denemeye karar verdikten sonra herkesi şaşırtan bir açıklamayı yapmıştı bir yıl sonunda: “Bence Tanrı yok.”
Tanrı olmadan da Tanrının isteklerini yerine getirmek mümkün demişti Amerikalı.
Biz bu kadarını da demiyoruz. Ama satırların yazarı da ilâhiyatçıdır. “İlâhiyatçılar olmadan İslâm yürür mü?” diye soruyor. 15 Temmuz hainlerini sorgularken hiç birimiz düşünüyor muyuz? Neden böylesine bir din istismarının “iman iştahıyla” “vatan ihanetini” eşdeğer gören kişinin “ulama” sınıfından olduğunu? 15 Temmuzdan sonra ulama ve ilâhiyatçı olmadan doğal din duygusu ile de bu ülkede İslâmın yürüyeceğini düşünüyorum.
Jan Jak Ruso’nun 18. asırda geldiği noktaya 15 Temmuz 2016 dan sonra gelen bir ilâhiyatçının satırlarıdır. Bir ulamaydı o ve ülkesine ihanet etmişti.
Sormak lâzım din sorumluluk ise, neden hocaefendileri bu işin dışında tutalım.
“Kavga etmeyin” derler. Birbirleriyle kavga ederler.
Eski bir Üsküdar müftüsü şöyle demişti: “Şükür Allaha Üsküdar bir beş vakit namaz kılan vaiz geldi.” Adam işini yapıyorsa “o zaman namaz kılın demesin” Eğer “namaz kılın diyecekse önce kendisi kılsın”
Tam Oflu Ali fıkralarına göre bir söz idi bu.
Kısacası biz şunu arıyoruz: “İnsan” merkezli bir İslâm, içinde “dişiler” değil de analarımız, kızlarımız, gelinlerimiz, sevgililerimiz olan bir İslâm arıyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
“Adam kayırmayın ” derler, en alasını yaparlar. “Yalan konuşmayın” derler hakeza.
Gezerler dünyayı “müslümanlık Türkiye’de” derler. Adını koymazlar; kafaları karıştırırlar. Adını koyun şunun ilâhiyatçılar; Türkiye lâik olduğu için İslâm var. Eğer
Amerika’daki hainin kafasındaki gibi bir İslâm olsaydı kim kime güvenecekti?
Biz burada sözümüzü tüm ilâhiyatçılara yöneltmiyoruz. Mert olanları hariç. Şu lâikliğin erdemini savunan bir ilâhiyatçı arıyorum. Açıkça. Çünkü sorumluluk orada. Yoksa tarikat ve cemaat “cerahatine” yakalanmışlarda değil.
Türkiye’de müslümanlık; lâiklik olduğu için var. Eğer Osmanlı tipi bir şeriat olsaydı bugün hala hangi elimizi kullanarak yemek yiyor olacağımızı tartışıp duracaktık.
Ey ilâhiyatçılar; size sesleniyorum; artık kral çıplak. Bu toplumun güven duygusu sarsılmıştır. Camiye gidiyordum. Hadi içeri girelim dedim. Bir arkadaşıma. Hoca efendiyi görmek istemiyorum. Avluda kılacağım. Nasıl olsa Tanrı burada da var, dedi.
Bu 15 Temmuz travmasıdır. Ey ilâhiyatçılar iğneyi elinize alma zamanı geldi.
Satırların sahibi öyle hissediyor. Tabiiki “İstiklâl Harbi’nde Sarıklı Kahramanlar”ı mütalâamız dışında tutuyoruz. Mütalâamız içindekiler Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye”de resmettikleridir. Mütalâamız içindekilere bir tarihi örnek de Endonezya’dan verelim.
Batı Cava’da İmam Bonjol önderliğinde çıkan Padri Savaşları’nın nedeni çok düşündürücü ve Amerika’daki “ulama” hainin zihniyetinin tarihi sürekliliğinin İslâm dünyasında da mevcut olageldiğini kanıtlar. Söz konusu savaş haccca giden üç “ulama” Sumatraya geri döndüklerinde halka hac süresinde Vehhabilik inancından aldıklarını aşılarlar. Batı Sumatra’da yaygın olan şii-sünni karışımı veya hindu-İslâm karışımı uygulamaları reddedip halktan etraflarına taraftar veya mürid de toplarlar. Halk arasında ikilik çıkar. Durum çatışmaya dönüşür. Sonuçta bu sorunu çözmek için en kötü yöntemi tercih ederler: O sıralarda ülkelerini sömürüp kemirmekte olan ve 12 yaşlarındaki kız çocuklarına varıncaya kadar fuhuş ve istismarla meşgul olan Felemenklere bu sorunu çözmeleri için başvururlar. Felemenkler de alana askeri birlik sevkederler. Ancak olay bu aşamada tamamen boyut değiştirir. Bambaşka bir veçheye bürünür. Felemenk askerleri halka zulmeder, camilere girip hakaretler ederler. Bunun üzerine halk İmam Bonjol önderliğinde Felemenk ordusuna karşı savaşmaya bailar.
1803-1837 yılları arasındaki olayların hayırlı bir sonucu ise halkta mevcut olmayan merdeka yani bağımsızlık ülküsünün yavaş yavaş tohumlarının atılmasına sebep olduğunu düşündüğümüz gelişmelerdi. Sorununu düşmanına çözdürmek için onu aracı ve hakem tayin etmek aptallığını 1755 Giyanti anlaşmasında da “ulama” ve ”umara” önderliğinde gösterenler için vatanı yoktur, diyoruz. İslâm dünyasının ihtiyacı olan bir “din reformu” girşimini 1926 larda Mustafa Kemâl Paşa hatalarıyla sevaplarıyla göstermiş ve Türk milletini bir ana istikamete sokmuştur. Biz bunu savunuyoruz.
İlâhiyatçı olup da vatanım var, önce Türkçem var, sonra güzel Türkçem var, sonra da, Arapçam var, milletim var adı da Türk diyenlere, duyurulur.
Diğerlerine ise bir çift lafımız var: İslâmın şartı beş, altıncısı insaf, diyen atalarınızın yoluna dönünüz.
Lütfen diyoruz. Rahmetli Mustafa Kemâl Paşa sayesinde aynı günde 27. Mayıs. 2017 Cumartesi günü oruca başlayacaksınız. Ona teşekkür borçlusunuz. Aksi halde bu günlerde ramazan hangi günde başlayacak diye ellerinde müzelik teleskoplarla deniz kıyılarında “hilâli” arayan Endonez dindaşlarınız gibi 4 ayrı günde oruca başlamak üzere her yıl aynı dıramı tekrar edip duracaktınız. Selâm sana Türkiyem, selâm sana
Türk Milleti. Aklın varsa dinin var diyen bir dine mensupsun. Selâm sana Ramazan ayı