Mücâhid; dâvâ edindiği, dîni, vatanı, bayrağı, milleti ve her türlü mukaddes kıymetleri uğruna, canını fedâ etmekten çekinmeyerek kendini ortaya koyan insandır.
Bu vesîleyle; Doğu Türkistan dâvâsının büyük önderi İsa Yusuf Alptekin'in aramızdan ayrılışının ondokuzuncu yılını idrâk ederken, O'nun, dîni, bayrağı, vatanı ve milleti için verdiği büyük mücâdeleyi hatırlamak ve hatırlatmak istedim.
Türk milletinin kurduğu ilk devlet olarak bilinen Hun-Türk İmparatorluğu'nun temel teşkil ettiği ve bilâhare de Göktürk, Uygur ve Karahanlı Devletleri'nin kurulduğu bu ecdât toprakları, bugün, derin bir mâtem içersindedirler.
Abdulkerim Satuk Buğra Han zamanında İslâmla şereflenen Uygur Türkleri, bugün, ezan sesine bile hasret duyarak yaşamaktadırlar. Câmileri suskun, gönülleri kırık ve mahzûndur.
1.828.418 kilometre karelik Doğu Türkistan, ne hazîndir ki, bütün dünyanın gözü önünde, Çin baskısı ve zulmüyle inim inim inlemektedir.
Bugün; maalesef, sâdece Doğu Türkistan değil, diyebilirim ki, bütün Türk Dünyâsı mahzûndur.
Kerkük mahzûndur, Kırım mahzûndur, Batı T(ı)rakya mahzûndur, Kıbrıs ve Karabağ mahzûndur. Ve maalesef, bütün bunlara , diğer Türk Cumhuriyetleri ile irtibat sağlayarak çâre bulması gereken Türkiye kendi derdine düşmüş / düşürülmüş vaziyettedir. Kendimize / birbirimize üstünlük / kabadayılık taslamanın ötesinde, göze gelir- dişe dokunur bir faaliyet izine rastlamamamız, üzüntümüzü artırmaktadır.
Çepeçevre kızıl ve kara bütün emperyal devletlerin muhatabı olurken, bir de, hiç yok yere kendimizle didişmemiz /çekişmemiz, Türk Dünyâsı'nın ve buna bağlı olarak da İslâm Dünyâsı'nın dertlerini ve mes'elelerini gözden uzaklarda bulundurmaktayız.
İlmî olmayan ve derin / cihânşümûl siyâsî emel ve hedefler taşımayan sathî ve göstermelik toplantıların, şahidi olmaktayız ki, bunların da kimseye fazla bir faydası olmamaktadır.
Ve ne yazıktır ki, ihtişamlı döneminde yirmiiki milyon kilometre karelik Osmanlı Cihân Devleti ve yedi milyon kilometre karelik Orta Asya Türk coğrafyası ile, toplamda -takriben- otuz milyon kilometre kareye yaklaşan bu kadîm Türk coğrafyaları üzerinde yaşayan üç yüz milyona ulaşan Türk insanı da huzursuzluk içersindedir.
Büyük Mücâhid İsa Yusuf Alptekin'i hatırlarken, bunları düşünmemiz gerektiğini beyan etmek zarûretini hissettim. Niçin bu hâldeyiz diye kendime sordum! Niçin?
Önce, tek tek kendimize ve ardından da, bu coğrafyalarda bu milleti idâre edenlere ve idâre etmeye tâlip olanlara bunun sebebini sormak hakkımız değil midir? Niçin bu hâldeyiz?
İsa Yusuf Alptekin'in: "Doğu Türkistan dâvâsını sizlere emânet ediyorum.." dediği nesiller nerededir? Bu nesiller, niçin, birbirleriyle didişir hâldedir? Niçin?
Doğu Türkistanlı delikanlılarının acımasızca öldürüldüğü, kızlarının zorla âilelerinden koparılıp çalışmak maksadıyla başka diyârlara götürülüp fuhşa sürüklendiği , cenâzelerinin bile defnedilmesinin engellendiği, yaygın bir şekilde duyduğumuz umûmî haberler arasındadır.
Doğu Türkistanlılar kan ağlamaktadırlar; bu duruma sessiz kalıp muzdarip olmayanlara nasıl vicdân sahibidir denilebilir? İnsan haklarını müdafaa edenler , bunu, nasıl görmezden gelebiliyorlar? Doğu Türkistanlılar'ın öz vatanlarında garip ve mahzûn duruma düşürülmesi ve ezilmesine niçin göz yumulmaktadır? Türkiye ve Türk Dünyâsı, ileri politikalarını, bu zemin üzerinde niçin inşâ yolunu seçememektedir?
1949 yılında Çin'in Doğu Türkistan'ı işgal etmesinden sonra, Hindistan'ın Keşmir eyâleti üzerinden 1954 yılında, Türkiye'ye gelmesinden sonra Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti'nin kurarak mücâdelesini yürüten İsa Yusuf Alptekin'in, Türkiye'den bir arzusu vardı ve bunu şöyle dile getiriyordu: "Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin halledilmesi dâvâsında öncülük şerefi, Türkiye'nin olsun!"
Ne yazık ki, bu büyük dâvâyı, biz, birbirimizle didişmekten vakit ayırıp da, kendi aramızda bile konuşamıyoruz. Bu vesîleyle, 2003 yılında yayınlanan "Târihin Aynasında" başlıklı şiirimi bu meselenin hissiyatına tercüman olmak bakımından takdîm etmek istiyorum:
"Evlâdım, eline al haritayı;
Bak nerede Üsküp, nerde Urumçi?
Tanı Kafkasya'yı, seyret Altay'ı;
Gözlerimin nûru, kalbimin içi!
Kerkük'ten Bakü'ye, Alma-Ata'ya
Doldur göğüsünü aşkla, bakarak!
Basıp, nefes vermiş tam üç kıt'aya,
Ecdâdın, ufkunda mâvi Gökbayrak!
Parlasın gönlünde herbir Türk İli ;
Işık ışık canda, Yesevî nûru.
Unutma Yûnus'u, hem Şeyh Şâmil'i...
Onların torunu Osman Batur'u!
Dün, gürül gürüldü Tuna'nın suyu;
Ses verirdi Siri-Amuderyâ'ya!
Ve hilâlle coşan o sâf duyguyu,
Değişme, değişme bütün dünyâya"
İsa Yusuf Alptekin diyor ki: "Bizim için en acı olan şey, Çin mahkûmu bu Türk Yurdu'nun, soydaşları, dindaşları ve hür insanlık tarafından unutulmuş olmasıdır. Aziz Türkiyemiz'de bile basınımız ve münevverlerimiz, maalesef, Doğu Türkistan'ı tanımamaktadır. Nitekim, resmî ziyâretler vesilesiyle Çin'e, oradan da Doğu Türkistan'a kadar giden basın mensuplarımızın bir çoğu, yazılarında bu durumu ifade etmişlerdir. Öte yandan, bâzı muhabirlerimiz, bu ziyâretlerinin intibalarını yazarlarken, Doğu Türkistan'ı, bir miktar Uygur Türk'ünün yaşadığı ve Kızıl Çin'e âit, bir toprak parçası gibi telâkki etmişlerdir. Sanki, bir avuç Türk, orada tesadüfen bulunmakta iken, Çinliler, onların ibâdethânelerini açmış, dînî hürriyet vermiş, serbest ticaret hakkı tanımış...özerk bir siyâsî yapıları varmış ve soydaşlarımız rahat ve müreffeh bir hayat sürmekteymiş gibi yazılar yazmışlardır. Oysa, durum, hiç de böyle değildir. Bütün bunlar, Doğu Türkistan'ın unutulmasının neticesidir."
"Soydaşları"nın ve "dindaşları"nın unuttuğunu, elbette ki, - sahte- "hür insanlık" sözcüleri - çığırtkanları - meraklıları da unutacaktır.
Senin sahip çıkmadığına, İngiliz'in, Alman'ın, F(ı)ransız'ın, Yahudi'nin, Rus'un, Acem'in veya Amerikalı'nın...sâhip çıkacağını mı sanıyorsun?
Neyi bekliyoruz, söyler misiniz?..