Okuyacağınız şu yazıyı bu günlerde 60 yaşını yaşıyan Türkiye ölçülerinde yüksek lisans seviyesinde öğrenim görmüş yaklaşık 30 yıldır Japonlar, 6 yıldır da Endonezlerle düşüp kalkan Dünya’nın altıda birini gezip görmüş bir kalemin itirafnamesi gibi de algılayabilirsiniz. Eğer insan olacaksak; Dünya’nın her yerinde her çağında insanların benzeri koşullarda benzeri duyguları hissettiklerini düşünebiliriz. Can Cak Ruso’nun (Jean-Jacques Rousseau,1712-1778) İtiraflar adlı eserini Samsun İmam-Hatip Okulu sıralarında okuduğumda insanın kendisine yönelik nefis muhasebesinin önemini ne kadar kavradığımı pek hatırlayamıyorum ama aklınıza gelebilecek birçok mahrem konuyu şeffaf bir şekilde kamuoyuna açan berrak bir kafanın; satırların sahibini ne kadar derinden etkilediğini şu yaşlarımda da çok hissettiğimi itiraf ediyorum. Şu günlerde felaketin en kötü görünümlerini tecrübe eden Suriye insanının ve topraklarının 10-12. asırda 20. asırdan bile ileri düzeydeki İslam edebiyatı ürünlerinin nasıl olur da böylesine sefil ve ilkel kafalı insanların atalarının yazdığını düşünüp duruyorum.
Efendim bahsetmek istediğimiz konu; önce kişisel din zihniyetimizin böylesine uçurum gibi birbirinden uzak mı uzak bir haleti ruhiyeye doğru adeta bir inkılap geçirdiği hususudur. Satırların sahibi ilkokul 4. sınıf yaz tatilinden itibaren İslam ile yatmış din ile kalkmış İslam denince de heyecanlanmış bir yürek sahibidir. Türkiye’nin başörtüsü tartışması nedeniyle ikiye bölüneceğini 1979-1982 döneminde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ders verirken kahin gibi bilen Beyza Bilgin hocamızın ne demek istediğini yıllar sonra idrak etmiş bir kalemin deneyiminden bahsediyoruz.
İdeal bir insan olarak bellediğimiz Fethullah Gülen risalei nurcularını maddeten ve manen yürekten desteklemiş eski bir ülkücü olarak din zihniyetimizdeki böylesine inkılapvari değişime vesile olmaları bakımından da müteşekkirim.
Açıkça itiraf ediyorumki AKP ye de teşekkür borçluyum, bu konuda. Bana artık bu dünyada yaşadığım sürece hiçbir din davası güden siyasi ve dini hareket; İslami değer diye bir şeyi asla ve asla öğretemeden onların tabiriyle “vaaz edemeden” veya “vaz edemeden” öbür dünyaya gideceğim. Bu konuda çok kararlıyım.
Müslümanlık değerlerini satan tacirler tarafından iki kez dolandırılmış olmama rağmen uyanamamıştım. Ama şu AKP ile Cemaat denen risalei nar hareketi gözlerimi faltaşı gibi açtı. Hayatımın sonbaharında hayatının ilkbaharını yaşayan 16 yaşındaki delikanlı gibi ruhumda adeta fırtınalar esiyor. Ülkesi, milleti, dini, vatanı, bayrağı olmayan bir din hareketinden söz ediyoruz. Manyalı Apo muydu neydi adı? O kitabı okuyup da gözlerinden yaş boşalan bir çocuktum ben. O kitabın yazarı bizden kendimizi İslam’a adamamızı istiyordu. Bunları yazan insan; herhalde o da kendisini İslama adamış bir mücahit olmalıydı. Öyle ya İslam dininde “ihlas” diye bir değerler dizisinden bir sözcük vardı. Ama gel görelimki gerçek böyle değil: Bu zavallı adamcağız bize sattığı kitaplardan kazandığı paralarla “müteahhitlik” yapıyormuş. Yani sizin anlayacağınız bize öbür tarafta cennetten köşkler sattığı şu dünyada kendisi apartmanlar dikiyor cenneti burada dikeylemesine kuleleştiriyordu. Ne güzel diymi? Bize öbür taraftan köşkler verirken kendisine bu dünyada apartmanlar parselliyordu?!
Ya AKP ye ne demelidir? 2006 larda kayıtsız, şartsız; kürsü dokunulmazlığı istiyoruz diyen bir partiydi. Karşısında CHP o günlerde dimdik ayağa dikilmiş kabul etmiyordu bu haklı isteği. “Hafızai insan nisyan ile maluldur” der atalarımız. Şimdi durum tersine döndü. CHP tam aksini savunuyor. AKP ise kıvırtıp duruyor. Demek oluyorki bu ülkede ikinci sınıf bir siyasetçi profili ile buraya kadar gelmek mümkün.
Hele hele şu İslami değerler konusuna ne demeli?. Şu kavramlara bakınız: Allah rızası, şehadet, fedakarlık. İnsanların tüyleri diken diken olur ya. Kıbrıs savaşına gidip de şehit olanlara şehit olmadan 3-4 saat önce vaaz veren hocaefendi gibi. Şehit adayı Mehmetçikleri yolcu ettikten sonra “iyiki benim oğlum gitmedi” diyen hocaefendide ne kadar İslam ve vatan imanı varki. Artık bunların anlattığı İslam’a inanmıyorum.
Ahmet Altan beye de müteşekkirim. İçindeki insan sevgisi Tük insanına yakaşır bir vakar taşıyor. Benden de daha fazla iman sahibi olduğuna inanıyorum. Tanrı O’nu seviyor, adım gibi eminim. Yalanı yok da ondan. Hele hele 20-30 bin dolarlarla Mekke ve Medine’ye “İslam sosyetesi turları” düzenleyen profesör titirli ilahiyatçılara ne demeli? Allah aşkına, lütfen rica ediyorum şunun adına hiç kimse “umre” “hac” demesin. Başka bir ad koyalım. Çünkü bizim inandığımız Tanrı eskiden Kuran diye bir mübarek kitapta şöyle buyuruyordu: Ve yezeuunel kelimete.. “Sözcüklerin altını oyup sağa sola kaydıranlar....” (Nisa suresi 46. Ayet) Bunlarda İslam ahlakı diye bir şey kaldı mı? Profesör denen adamda bir asalet olur.
Böyle giderse ileride Molier’in Tartuff adlı muhteşem piyesi ile, Boccaccio‘nun Decameronun Aşk Hikayeleri’nin 21.yüzyıl Türk versiyonunu yazacak müstakbel yazarlara ilham vermeleri kaydıyla onlara biraz daha ibret gözüyle bakabileceğimi umuyorum.
TÜRKİYE’DE DİN ZİHNİYETİ
CİDDİ BİR TRAVMA GEÇİRMEKTEDİR
Geçenlerde bir ilkokul mezunu akrabam o engin feraseti ile bir soru sordu -Hocam bu hocalar gerçekten doğru mu söylüyor? Kuran’da cennet-cehennem var inanıyorum da. Bu hocalarınki artık bana pek inandırıcı gelmiyor.
Cevabımız şu oldu: - Kafan iyice karışsın, kardeşim, iyice. Sağlıklı olmaya alamettir. Bizim de kafamız ilk gittiğimizde Endonezya’da karmakarışık oldu. İki ay içinde de Türkiye’deki laik düzene iman ettik. Türkiye’de 53 senede, Japonya’da 1 senede öğrenemediğimiz laikliği 2 yıl üç ay kaldığımız Endonezya’da 2 ayda öğrendik. Orada hocaefendiler (Endonezler ustad, kiai, habib diyorlar) para kazanmaya başlayınca hanımları da peş peşe diziyorlar. Hem de çocuk yaşta kızlarla evlenip ortaokul ve liselerde nasıl bekaret testi yapılacağı hususunda fetva verenler bile var. Şu Mustafa Kemal Paşa denen öksüze teşekkür ettim de rahatladım, dedim.
Tam bir travma yaşıyorum. Bir arkadaşım yardım, sadaka falan bir şeylerden bahsetti geçenlerde. Dayanamadım kendiliğinden ağzımdan şu laflar döküldü: “-5 lira harcayıp yardım edeceksin, 500 lira harcayıp karşındakini inandıracaksın.”
Ya Diyanete ne demeli; sıkandal üstüne sıkandal fetvalar ve uygulamalar var. Ha bu arada şunu da açıkça belirtelim; biz Diyanetteki zihniyeti eleştiriyoruz. Yoksa İslam Dünyasına örnek olan; yolsuzluk ve rüşvetin diğer İslam ülkelerine göre hiç olmadığı bir asil kurum olarak DİB kurumunu eleştirmiyoruz. İçinde vicdan ve insaf dininden bir şeyler kalmış Diyanet mensubu yurt dışı görevlileri ne demek istediğimizi çok iyi anlar. Aynı Diyanet teşkilatı adam kayırma konusunda da imani bir iştahla uygulamalarını sürdürmektedir. Bunu da düzelene kadar yazacağız. Çünkü Türkiye’nin laik düzeninin yüzakıdır DİB. Laik yapının temel taşlarından birisidir. Eğer beğenmedikleri şu laik düzenin değil de kendi kurdukları düzenin DİB teşkilatı olsaydı halimiz yamandı. Ne yaman ne yaman. Elle poposunu temizledikten sonra aynı elle kaşık kullanmadan yemek yemenin faziletinden bahsediyor olacaktık. Çünkü bu zihniyette temizlik zihniyetinin kıstası “kulle” ifadesi sınırları içindedir de ondan. Evrensel hijyen kurallarına inanmazlar.
Tekrar soruyoruz: İslam dini zihniyetimiz nereye gidiyor? Bu soruyu Alah rızası için soralım. Hazreti Ömer’in “bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu tekrar tekrar soralım.
Ama hocaefendiler bana bu cümleyi kurup karşıma geçip vaaz vermesinler. Çünkü onların dediklerine inanmıyorum artık. İşte haleti ruhiyem budur. İtiraf ediyorum. Ben artık kendim, kendi adıma düşünüp karar vereceğim. Hocaefendiler sizleri uyarıyorum; benim adıma bana ahkam kesmeyiniz lütfen. “Mürşidim akıldır.” Çünkü eskiden aklı olmayanı İslam dinine sokmuyordu. Şimdi öyle olmalıdır. Çünkü eskiden Kuran’da lime tekuluune ma la tefaluun, yazıyordu. Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz? (Saf suresi 2. Ayet) Hayırlara vesile olacak bir travmanın eşiğindeyim; öyle hissediyorum. 6 yıldır süren bir travmadır. 2013 den sonra daha yüksek derecede seyreden cezbe halinde bir travmadır. İnsanın altıncı hissi de kuvvetlidir, herhalde. En başta Endonezlere ardından birbirinin mezarına dahi gitmeyen ama din davası güden ümmet tasarımcılarına duyurulur.