Çocuk yaşlarda Ülkü ocaklarına gitmeye başlamıştık. Keyif alıyorduk; içinde bulunduğumuz ortamın sıcaklığı tüm iliklerimizi sarıyordu. Bizden büyük ağabeylerimizin anlattıkları bizi heyecanlandırıyordu.
Vatana ve millete hayırlı evlatlar olmak için çok çalışmamız lazımdı. Ailelerimizin bize verdiği harçlıklarımızı simit, börek, çörek yerine biriktirerek aldığımız, kitap, gazete ve dergileri okuyarak iyi Ülkücü olacaktık.
Kitaplar, tiyatrolar, konferans ve seminerler arasında keyifli anlar yaşıyorduk. Bir şeyler öğrenmenin bizlere kattığı coşku, geleceğe daha bir umutla, daha bir hırsla koşmamızda etkili oluyordu. Ülkücülük, bizler için bir paye ve bir gayeydi.
Ülkücü adam, oturmasını kalkmasını bilecek, dinlemesini, konuşmasını, yeri geldiğinde de susmasını bilecek,Türk milletinin kültürüne, örfüne, ananesine uygun hareket edecek,Milli ve Dini değerlerine saygılı olduğu gibi, Milli ve Dini ölçüleri hayata geçirecek, sözde değil ayni zamanda özde de yaşayacaktı.
Ülkücü adam, hedefine vasıl olabilmek için Teşkilatçı olacak, Lider, Teşkilat ve Doktrin gibi olmazsa olmazları bir değer olarak görecektik.
12 Eylül öncesi Ülkücü, Türk Milletini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye çalışan iç ve dış düşmanlara karşı her sahada mücadele edebilecek, akli, fikri ve fiziki kuvvete de sahip olabilecek bir yapı içinde kendisini yetiştirmeye çalışacaktı.
O günleri bir kaç satır ile anlatmak ne mümkün. O ruhu ve enerjiyi tatmadan ve yaşamadan tahmin ve hayallerle ortaya koymak mümkün mü? Elbette mümkün değil. Bu güne kadar her ne kadar o günlerle alakalı Makaleler, Romanlar, Psikolojik ve Sosyolojik Eserler yazılmışsa da Ülkücü camia içerisinde kapsamlı bir çalışma yapılmadığını üzülerek söylemek istiyorum.
O günler yazılmalı…
O günler, Ülkücü kalem ehli ülküdaşlarımız tarafından yazılmalı. Ülkücü Hareketin özüne, düşüncesine ve politikasına uygun kaleme alınmalı. Bu gün, dünden daha fazla ilim adamı, dünden daha fazla tarihçi ve edebiyatçılarımız varken dünden daha kapsamlı, daha zengin ve daha konuya vakıf eserler meydana gelebilmelidir diye düşünüyorum.
Şairlerimiz, ozanlarımız, tiyatrocularımız Ülkücü Hareket içinde daha fazla yer bulabilmelidir; Ülkücü Hareketin geçmişini, geleceğini, hayallerini, hakikatlerini haykırabilmelidir. 30 senenin üzerinde bir kaybın, ayıplarını giderecek Ülkücü ruhun dirilmesi ile yeniden sahnedeki varlığımızı en kuvvetli şekilde göstermenin zamanı gelmiştir.
Dünlerde bu vatana bu Millete küfredenler, Devlete kurşun sıkan veya bu hainlere kucak açanlar her fırsatta daha sinsi şekilde düşmanlıklarını göstermektedir. Sinama, tiyatro ve makalelerle de bu tarihi kinlerini kusmaya devam etmektedirler. Bunun karşısında Ülkücü kimliğe sahip insanlar uyanık ve üretken olmalıdır. İç hesaplaşmalarla teşkilatlara zarar verecek boyutta işlerle uğraşarak Ülkücüleri her fırsatta bölmeye ve parçalamaya çalışan mihrakları sevindirmemeli.
Allah’a amanet olun