Duygu ve düşüncelerimizin ne olduğu kendimiz için çok önemli olsa da bir başkaları için önemsiz olabilir. Herkes ayni düşünce ve duyguları taşıyacak diye bir kayıt yok. Duygu ve düşüncelerimizin bir başkaları için önem taşıyıp taşımaması aslında “ben” de veya duygu ve düşüncelerimde ne bulduğuna bağlıdır. Bunu tam tersi olarak ta düşünebiliriz.
“Ben” “Sen”in duygu ve düşüncelerine neden önem vermeliyim?
Seninle, duygu veya düşüncelerinle ilgilenmem için bana maddi veya manevi bir haz sunabilmelisin. Her şeyi bir tarafa iterek ölümüne sana koşabileceğim bir şey söylemelisin, bir hedef göstermelisin.
İnsanlar hep bir çelişki içindedir.
Kendisiyle bile çelişmektedir.
İnsanlarla bir aza veya uzvuymuş gibi bir arada çelişiksiz yaşayabilmemiz mümkün mü?
Belki müşterek menfaatler noktasında buluşabilirler; hayatın bir zamanını birlikte harcayabilirler. Bölüşülebilmesi mümkün olan bir yükü birlikte taşıyarak amaç birliği yapabilirler. Ama mutlak surette insanlar, menfaatlerin bulunduğu noktaları cazibe noktası olarak görürler.
Bir sivrisineğin yoğun ışık bölgesinde pervane olması gibi… Bir mıknatısın bir metalle arasında oluşan etkileşim gibi… Bir hayvanın sahibine olan sadakati gibi… Bir bitkinin güneşe yüzünü dönmesi gibi… Yer çekimi, suyun kaldırma kuvveti veya güneşle dünya arasındaki muhteşem ilişki gibi…
Duygu ve düşünce dünyamızla fizik dünyamız arasında bir bağ olmalı. Bu ikisi arasında kuramadığımız ilişkiyi dışımızda ki insanlarla kurabilmemiz ne kadar mümkündür? Kurduğumuzu farz etsek te ne kadar sağlıklı olur?
Duygu ve düşüncelerimizi kabullendirmek biraz da bizim iç dünyamızdan dışarıya doğru yansıttığımız enerjiyle ilgilidir. Testinin içinde ne varsa dışına onun sızması gibi…
Aslında düşünmediğiniz veya hissetmediğiniz bir şeyi istermiş gibi veya düşünüyormuş gibi yaparak insanlarla empati oluşturmak ve gerçekten samimi bir ilişki sürdürmek mümkün değildir. Hep bir yerlerde eksiklikler olacaktır. Hep bir yerlerde boşluklar olacaktır. Arzu edilen hedeflere birlikte yürümek mümkün olsa da vasıl olmak söz konusu dahi olmayacaktır. Çünkü gayri ciddi ilişki ve iletişimden doğan birlik ve beraberlik, içi kurt kaynayan meyve gibidir.
Hedefe varabilmek için asıl gaye üzerinde birleşmek gerekiyor. Bireysel çıkarlar her zaman müşterek duygu ve düşüncelerin düşmanı olmuştur. Aslında toplum çıkarlarını düşünmek, bireysel çıkarların sağlayacağı avantajlardan daha yüksektir.
Ülkücü adam yaradılış gayesine matuf davranışlarını daha ileriye taşıyabilmelidir. Gelecekte kuracağı nizamın bugün nüvesi olmak durumundadır. Kendisini iktidara taşıyacak olan kendi içinde ki birlik ve beraberliği sağlamlaştırmalıdır.
Ülkücü teşkilatlar; Genç nesillere “Ülkücü şahsiyet” elbisesini giydirebilmeli, her sahada toplumun önünde giden insanların zuhur etmesini sağlayabilmelidir.
Allah (c.c.), inananların yanındadır. Sloganlar aşılarak manaya sirayet edilmelidir. Kabuk kırılmalı içe ulaşılmalıdır. Türk-İslam Ülküsü olarak ifadesini bulan yüksek bir anlayışın neferleri kabukla oyalanarak asıl olan içi görmezlikten gelmemelidir.
Varlık her zaman iç ve dıştan ibarettir.