Kapsamhaber yazar kadrosunu genişletmeye devam ediyor. Yeni Yazarımız Murat Emre Şahin'e "hoşgeldiniz" diyoruz.
Yeni Yazarımız Murat Emre Şahin'in makalesi şöyle:
Birey ve toplum birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirini bir sarmal gibi etkileyen unsurlardır. Bazı sosyal yapılarda birey, bazılarında ise toplum önemlidir. Bazılarında ise birey ve toplum arasında bir denge söz konusudur. Ne ferdiyetçiliği öne çıkaran bireyi, ne de bireyi toplum karşısında ortadan kaldıran toplumsal anlayışlar içerisinde sağlıklı bir sosyal yapı beklenemez.
Türk Kültür hayatının tarihsel bütünlüğü göz önüne alındığında, bireyin ruh dünyası ile toplumsal yapı arasında muazzam bir geçiş vardır. Gerek İslamiyet öncesi, gerekse İslamiyet sonrası Türk toplumlarında birey ve toplum arasında bir denge vardır. Töre, bireyin neyi yapıp yapmaması gerektiğini gösteren kurallardı. Türklerin Müslüman olması ile birlikte bireyin ruh ve gönül dünyası ile toplumsal hayata doğru nakış nakış işleyen bir sosyal yapı oluşturulmuştur. Türk büyüklerinin sözlerinde kendisini bulan insanı yaşat ki, devlet yaşasın anlayışı bireyin bizatihi kendisinden yola çıkarak, toplumsal bir yapı olarak devletin oluşumuna kadar her kademesinde bunun izleri görülür. Bu yönüyle ele alındığında, birey ve toplum arasındaki denge, Türk toplumunda Batıdaki gibi sınıfsal yapıların olmamasını sağlayan unsurlardan birisidir. Toplum önemli olmakla birlikte, fert fert insanların hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir ahlak anlayışı ve değerler manzumesi etrafında sosyalleşmektedir. Bu yüzden Türk kültür ve medeniyetinin merkezinde insan vardır. Hatta öyle ki insanı eşrefi mahlukat olarak gören anlayışın tezahür ettiği sosyal yapı olarak Türkleri görebiliriz. Bu açıdan toplumda meydana gelen değişimlerin merkezinde de yine insan vardır. Batı toplumlarında ise bu anlamdaki dengenin kaynağı olarak çatışmayı görmektedirler. İnsan insanla ve toplumlar arasında meydana gelen çatışmalar sayesinde dengeye ulaşabilir. İnsan, insanın kurdudur anlayışı bu düşüncenin ürünüdür.
Allah Resulü (SAV) Efendimiz, Mekke dönemini insanı öne çıkartan ve onun ruh dünyasını toparlamaktaydı. Bu dönem insanı inşa sürecidir. Medine’ye Hicret dönemine kadar yaklaşık 120 Müslüman olduğu ifade edilmektedir. Ancak Medine dönemi ise bir toplumsal inşa sürecidir. Bu anlamda Allah Resulü (SAV) Efendimiz önce insandan yola çıkarak, bir sosyal yapı oluşturmaya çalışmıştır. Bunun neticesi olarak da kısa bir zaman dilimi sonrasında dünyanın en büyük medeniyetlerinden birisi olan Endülüs Devleti kurulmuştur. Ancak bunun öncesinde, birey ve toplum anlayışında meydana gelen değişim çok önemlidir. Çocuğunu diri diri gömen Hz. Ömer (RA) ve cahiliye döneminin malum gelenekleri içerisinde bulunan Arap toplumunun kısa zaman dilimi içerisinde hem birey olarak hem de toplum olarak meydana gelen değişim, insanlık tarihi açısından önemli bir örnektir. Ancak bütün bu değişimin merkezinde yine insan vardır. İnsan, değiştikçe toplumda değişmeye başlamıştır.
Cenabı Allah Rad Suresi 11. Ayetinde “bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah (CC) onların durumunu değiştirmez” buyuruyor. Burada Cenabı Allah, toplulukları ele alırken, niceliksel bir ifadesi yoktur. Bu anlayışa uygun olarak değişmesi gereken öncelikle insanın kendisidir. İnsan değişirse, toplumda değişir. Bugün içinde yaşadığımız toplumdaki en önemli sorun değişen insan anlayışının bir uzantısı olarak toplumsal anlamda da birçok problemlerle karşı karşıyayız. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bizim medeniyetimizin merkezi her zaman insandır. Hangi sistemleri topluma eklemlersek eklemleyelim, insanı merkeze almayan sistemlerin Türk toplumu içerisinde başarılı olması mümkün değildir. YAZININ DEVAMI
Yeni Yazarımız Murat Emre Şahin'in makalesi şöyle:
Birey ve toplum birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirini bir sarmal gibi etkileyen unsurlardır. Bazı sosyal yapılarda birey, bazılarında ise toplum önemlidir. Bazılarında ise birey ve toplum arasında bir denge söz konusudur. Ne ferdiyetçiliği öne çıkaran bireyi, ne de bireyi toplum karşısında ortadan kaldıran toplumsal anlayışlar içerisinde sağlıklı bir sosyal yapı beklenemez.
Türk Kültür hayatının tarihsel bütünlüğü göz önüne alındığında, bireyin ruh dünyası ile toplumsal yapı arasında muazzam bir geçiş vardır. Gerek İslamiyet öncesi, gerekse İslamiyet sonrası Türk toplumlarında birey ve toplum arasında bir denge vardır. Töre, bireyin neyi yapıp yapmaması gerektiğini gösteren kurallardı. Türklerin Müslüman olması ile birlikte bireyin ruh ve gönül dünyası ile toplumsal hayata doğru nakış nakış işleyen bir sosyal yapı oluşturulmuştur. Türk büyüklerinin sözlerinde kendisini bulan insanı yaşat ki, devlet yaşasın anlayışı bireyin bizatihi kendisinden yola çıkarak, toplumsal bir yapı olarak devletin oluşumuna kadar her kademesinde bunun izleri görülür. Bu yönüyle ele alındığında, birey ve toplum arasındaki denge, Türk toplumunda Batıdaki gibi sınıfsal yapıların olmamasını sağlayan unsurlardan birisidir. Toplum önemli olmakla birlikte, fert fert insanların hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir ahlak anlayışı ve değerler manzumesi etrafında sosyalleşmektedir. Bu yüzden Türk kültür ve medeniyetinin merkezinde insan vardır. Hatta öyle ki insanı eşrefi mahlukat olarak gören anlayışın tezahür ettiği sosyal yapı olarak Türkleri görebiliriz. Bu açıdan toplumda meydana gelen değişimlerin merkezinde de yine insan vardır. Batı toplumlarında ise bu anlamdaki dengenin kaynağı olarak çatışmayı görmektedirler. İnsan insanla ve toplumlar arasında meydana gelen çatışmalar sayesinde dengeye ulaşabilir. İnsan, insanın kurdudur anlayışı bu düşüncenin ürünüdür.
Allah Resulü (SAV) Efendimiz, Mekke dönemini insanı öne çıkartan ve onun ruh dünyasını toparlamaktaydı. Bu dönem insanı inşa sürecidir. Medine’ye Hicret dönemine kadar yaklaşık 120 Müslüman olduğu ifade edilmektedir. Ancak Medine dönemi ise bir toplumsal inşa sürecidir. Bu anlamda Allah Resulü (SAV) Efendimiz önce insandan yola çıkarak, bir sosyal yapı oluşturmaya çalışmıştır. Bunun neticesi olarak da kısa bir zaman dilimi sonrasında dünyanın en büyük medeniyetlerinden birisi olan Endülüs Devleti kurulmuştur. Ancak bunun öncesinde, birey ve toplum anlayışında meydana gelen değişim çok önemlidir. Çocuğunu diri diri gömen Hz. Ömer (RA) ve cahiliye döneminin malum gelenekleri içerisinde bulunan Arap toplumunun kısa zaman dilimi içerisinde hem birey olarak hem de toplum olarak meydana gelen değişim, insanlık tarihi açısından önemli bir örnektir. Ancak bütün bu değişimin merkezinde yine insan vardır. İnsan, değiştikçe toplumda değişmeye başlamıştır.
Cenabı Allah Rad Suresi 11. Ayetinde “bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah (CC) onların durumunu değiştirmez” buyuruyor. Burada Cenabı Allah, toplulukları ele alırken, niceliksel bir ifadesi yoktur. Bu anlayışa uygun olarak değişmesi gereken öncelikle insanın kendisidir. İnsan değişirse, toplumda değişir. Bugün içinde yaşadığımız toplumdaki en önemli sorun değişen insan anlayışının bir uzantısı olarak toplumsal anlamda da birçok problemlerle karşı karşıyayız. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bizim medeniyetimizin merkezi her zaman insandır. Hangi sistemleri topluma eklemlersek eklemleyelim, insanı merkeze almayan sistemlerin Türk toplumu içerisinde başarılı olması mümkün değildir. YAZININ DEVAMI