Yazar Dr. Serra Menekay, 18 Mayıs 1944 tarihindeki zulüm dolu yaşanmışlıkları her insanın anlayacağı şekilde anlatıyor. Ve diyor ki; "Sürgünü, Kırım’ı, tarihini, dilini, kültürünü unutmayanlardır. Ve hiç kimse unutmasın, bu halk tarihte pek çok kez sürülmüş, pek çok kez yok edilmeye çalışılmış ama her defasında küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır.""Kırım’da konuştuğum ve sürgünü yaşamış herkes aynı durumda, hiç biri unutmamış ne o geceyi, ne treni ne de gittikleri yerde çektiklerini. Oysa tam 73 yıl geçti üzerinden. Ama anılar hâlâ taze. Neden?"18 Mayıs 1944. İnsanlık tarihinde kara bir leke. Kırım’ın gerçek sahiplerinin yok edilmesi için yapılmış planlı, organize ve ayrım yapılmaksızın sadece etnik temele dayanan bir zorunlu göç. Bir etnik temizlik ve soykırım.Bu tarihi çılgınlığı 15 yaşındayken yaşamış olan Fatma Halam, hafızasında her ayrıntısıyla duran o geceyi, boğazına gelip oturan düğümler nedeniyle zaman zaman susarak, zaman zaman da yanaklarına süzülen gözyaşlarını ağır işlerde çalışmaktan yamulmuş öpülesi elleriyle silerek pek çok kez anlattı bana:
“Gece saat üçte kapımız dövülürcesine çalındı. Uyku sersemi kalkıp kapıyı ben açtım. Ellerinde tüfekler olan üç Sovyet askeri gelmişti. İriyarı olan kapıyı itekleyip içeri daldı. Diğerleri de onun ardından girdiler. Ablam, minik yeğenlerim ve anam, hepimiz uyanıp kalktık. Biz üstümüzdeki gecelikleri toparlamaya çalışırken, asker elindeki kâğıtta yazılı olan sürgün emrini okudu. Tüm Kırım Tatarları Almanlarla işbirliği yapmaktan suçlu ilan edilmişiz. Vatan haini olma suçuyla sürgün edilmemize Stalin’in emriyle karar verilmiş. Öyle dedi asker. Ablam haykırdı, benim akayım Sovyet ordusunda savaşta, sizinle aynı orduda. Aklınızı mı kaçırdınız siz dedi. Asker emri duydunuz, hepiniz sürüleceksiniz, istisna yok diye yanıtladı ablamı. Bize on beş dakika verdiler, hazırlanın dediler. Nereye dedik, cevap yok, yolculuk ne kadar sürer dedik cevap yok. Her kişi üç kiloluk eşya alsın dediler. Kitaplarımı aldım, asker bana kitapları bırak, ekmekle su al dedi… Aldık, çıktık… Vagonlara bindirildik… Bilmediğimiz bir yere, balık istifi 21 gün gittik… O vagonun içinde havasız kaldık, aç kaldık, susuz kaldık, bitlendik, hastalandık… Yaşlılarımız, bebeklerimiz dayanamadı öldü… Ölülerimizi gömmemize izin vermediler, onları tren yolunun kenarına bıraktık…Onları çakallar yedi…Yirmi bir gün o vagonda kaldık…Sonra bambaşka bir coğrafyada bulduk kendimizi. Kırım’a hiç benzemeyen bir yerde, bilmediğimiz bir yerde ve en kötüsü ailemizin her biri bir yerde. Mektuplaşmak yasak, buluşmak, toplaşmak, görüşmek yasak, inanmak yasak, ibadet etmek yasak, anadilinde konuşmak yasak, her gün yoklama verilecek, bulunduğun yerden 10 kilometre ayrılmak için hükümetten izin alınacak, karın tokluğuna en ağır işlerde çalışılacak, karnın bile doymayacak aslında, ölmeyecek kadar yemek verecekler.”İnsan psikolojisinin en önemli ve en çok kullanılan savunma mekanizmalarından biri unutmak. Pek çok kez geçmişimizde bize çok acı veren olayları anımsamamayı hatta unutmayı bilinçsizce seçerek akıl sağlığımızı korumayı başarıyoruz. Ama Fatma Halam 15 yaşında yaşadığı bu sürgünün anılarını daha dünmüş gibi hatırlıyor. Kırım’da konuştuğum ve sürgünü yaşamış herkes aynı durumda, hiç biri unutmamış ne o geceyi, ne treni ne de gittikleri yerde çektiklerini. Oysa tam 73 yıl geçti üzerinden. Ama anılar hâlâ taze. Neden?Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne “sürgün” yazdım; “Ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimse. Sürülme işi. Bir kimsenin sürüldüğü yer.” anlamları çıktı karşıma. Dördüncü anlam olarak farklı bir kelime var; “filiz”yazmışlar. “Bir bitkiden yeni sürmüş olan filiz!” Şimdi Kırım’da yaşayan o sürülen halktan yeni sürmüş olan filizlerdir işte. Sürgünü, Kırım’ı, tarihini, dilini, kültürünü unutmayanlardır. Ve hiç kimse unutmasın, bu halk tarihte pek çok kez sürülmüş, pek çok kez yok edilmeye çalışılmış ama her defasında küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır.QHA/ Dr. Serra Menekay