Samsun'da Son zamanlarda alevlenen 'Amazonlar" tartışmasına Şair ve yazar M.Halistin Kukul'da tepki gösterdi.
Haliisten Kukul'un köşesine taşıdığı yazı şöyle:
Sâdece Samsun'u değil, her şeyi araştırmak, inceden inceye tedkik etmek ve tâbiri câizse, yeniden keşfetmek mecbûriyetimiz vardır. Benliğimizi, varlığımızı ve varlık şartlarımızı, şuûrumuzu, her ân "tâzeleyerek" yeniden ortaya koyma arzu ve emelinde bulunmalıyız. Bunu; siyâsî olarak da, ilimle ve san'atla da, hukuken de, örf ve an'ane olarak da, kültürün bütün şûbeleriyle icrâ edebilmek vazîfesindeyiz.
İlimdeki ilerlemenin temel şartlarından biri olan "tecrübî-objektif" araştırıcılık; yine, sâdece günü değil; mâzîyi de müşâhede altına almakla mükellef olduğumuzu ortaya koyarak ve kaybolmaya yüz tutmuş veya yüz tutması muhtemel "değerleri" günyüzüne çıkarmamızı emreder.
Bu noktada, diyebiliriz ki; bir kitab-ı ekber olan tabiatı -yeraltı ve yerüstü varlıklarındaki bütün iç-dış, öz-kabuk cevherleriyle analiz etmek, Türk ve dünya medeniyetine sunacağımız en büyük hizmet olacaktır.
Böylece; kâinatı, tabiî ve târihî yapısıyla gözlem altına almış olacağız. Kimini fizik diliyle; kimini astronomi, biyoloji; kimini de şiir, hikâye veya mîmârî diliyle keşfe çalışacağız. Bunlar; fert fert herbirimize yüklenilmiş vazîfelerdir. Hiç kimse, bir diğerinden bir adım önde veya geride değildir. Ancak; "keşif, tespit, tahlil, kayıt ve nakil" mevzûbahis olduğu zaman, elbette ki, öndelik ve arkadalık kendini gösterecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerinde kurulduğu coğrafya, bir uçtan bir uça bu zenginliklerle doludur. Biz; Türk milleti olarak, hâkim unsur olmadan önce de bu coğrafyada vardık. Bu varlığımızı tespitte, elbette ki, yukarıda saydığımız hususlar gözönüne alınacaktır.
Zîrâ; ilmin kapısı, tâlib olan herkese dâimâ açıktır. Geriye veya ileriye doğru yapılacak bütün keşifler, muhakkaktır ki, ancak ve ancak ilimle mümkündür. İlim ise, tecrübe ve müşâhede'nin akılla işbirliği sonucunda meyvasını verir. Bunlar ise, hakikî kaynaklara ulaşan sağlam ve güvenilir delillerle mümkündür.
Bir kimsenin; insanlığa âit ve ayrıca; mensûbluk duyduğu kavmin hususiyet, ruh ve madde kökleri ile, vatan veya anavatan edindiği coğrafya(lar)da bıraktığı kültür izlerini araştırarak "vesîkalarla" yeni bilgilere ulaşması ve onları sunmasından daha tabiî ve hizmeti hedef alan bir şey olamaz.
Şimdi, sıra, bunca sözü yazmamın sebebini îzâha geldi. Arzedeyim: Doğrusunu isterseniz, bu mevzûda yeteri kadar yazı yazdığımı düşünüyordum. Ancak; mes'uliyet hissim, bana, bu hususta bir defa daha yazmamı düşündürdü, hattâ emretti.
Şöyle ki;
Bundan bir süre önce, gazetelerde, ikisi de, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi olan bilim adamlarımızın "Amazonlar" ile ilgili tebliğlerine ait iki farklı tarihte iki haber okudum. Bu haberlerle ilgili hiçbir tekzibe de rastlamadığıma göre, bu haberler, bir nev'i onların tebliğ özetleri mahiyetini taşımaktadırlar.
İlki; Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu'na (şimdi profesör) aittir ki, arzedeceğim gazete haberine dâir görüşümü, 20 Nisan 2011 târihli Olay Gazetesi'nin onuncu sayfasında "Yine, Amazonlar" başlıklı yazımda ifade etmiştim.
Habere göre, Doç. Dr. Tellioğlu şöyle diyor: "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yok. Sadece Yunanlı tarihçiler bir şeyler yazmışlar. Tarihî bilgi, kazı, eser yok. Ama şu an tarih inşâ ediliyor. Tarih açısından çok önem verilmemelidir. Çarşamba'nın Terme'nin sembolleri nelerdir, deyince sembol oluşturuluyor. Terme ve Çarşamba'da Amazonlar simgeleştiriliyor ama kaynak yok. Başka semboller geliştirebiliriz." (Bknz: Olay Gazetesi, 17 Nisan 2011, s. 11)
İkinci haber, Yard. Doç. Dr. Akın Temur'a âit. Haberde şöyle deniliyor: "Ancak birçok kaynakta adı geçmelerine rağmen onların var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıkları ise hâlâ bir tartışma konusudur. Türkiye'de Samsun'un Terme ilçesinin bulunduğu alanda yaşadığı iddia edilmektedir. Bu konuda detaylı araştırmalar yapılabilir. Amazonların Samsun'da simgeleşmesiyle ilgili Amazon heykellerinin yapılmasını Samsun'un amblemi olan 19 Mayıs 1919'u simgeleyen at üstündeki Atatürk Heykeli'ni gölgelemek ve ikinci plana düşürmek gayreti olarak görülmesi de tamamen tutarsızca bir görüştür. Amazonların şehrin tanıtımında kullanılması belediye veya resmi kuruluşlarının amblemlerini değiştirmelerini gerektiren bir sebep değildir. İkisini aynı kefeye koyup değerlendirmek zaten başlı başına saçma bir düşüncedir. Samsun'un Milli Mücadele'deki yeri ve önemi kesinlikle tartışılabilir bir konu değildir. Burada yapılmaya çalışılan şey, şehrin turizm potansiyelini artırmak ve bölgenin bir cazibe merkezi olmasını sağlamaktır. " ( Bknz: Olay Gazetesi, 16 Ekim 2011, s. 10)
Doç. Dr. Tellioğlu'nun görüşleri hakkındaki intibamı yazdığımı söylemiştim. Şimdi, her ikisinin görüşlerindeki "müşterekliğe" bakalım: "Var olup olmadıkları, nerede ve ne zaman yaşadıkları hâlâ tartışma konusudur." Yâni, "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yoktur."
Birleşilen tek nokta, " efsâne" ve " belirsizlikleri"dir. Peki; "efsâne"den yola çıkılarak "belirsizliğe" varılırsa, bu "varılmak" mı olur? Târih, bu mudur?
Doç. Dr. Tellioğlu, zâten, hiçbir "belge " olmadığını söylüyor ve sun'î bir "tarih inşâ" sından söz ediyor. Daha ne desin?
Yard. Doç. Dr. Temur da, bunların "var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıklarının" bilinmediğini söylüyor. Bunların hepsi, Doç. Dr. Tellioğlu'nun kısaca temas ettiği gibi, zâten, " Yunanlı tarihçiler"in eserlerinde mevcut. Yeni bir şey değil. Hemen hemen bu hususta görüş beyan eden herkes, Prof. Dr. Abdulhaluk Çay ve Doç Dr. İlhami Durmuş gibi ilim adamlarımızın hepsi, Heredot Tarihi'ni esas almışlardır.
YAZININ DEVAMI
Haliisten Kukul'un köşesine taşıdığı yazı şöyle:
Sâdece Samsun'u değil, her şeyi araştırmak, inceden inceye tedkik etmek ve tâbiri câizse, yeniden keşfetmek mecbûriyetimiz vardır. Benliğimizi, varlığımızı ve varlık şartlarımızı, şuûrumuzu, her ân "tâzeleyerek" yeniden ortaya koyma arzu ve emelinde bulunmalıyız. Bunu; siyâsî olarak da, ilimle ve san'atla da, hukuken de, örf ve an'ane olarak da, kültürün bütün şûbeleriyle icrâ edebilmek vazîfesindeyiz.
İlimdeki ilerlemenin temel şartlarından biri olan "tecrübî-objektif" araştırıcılık; yine, sâdece günü değil; mâzîyi de müşâhede altına almakla mükellef olduğumuzu ortaya koyarak ve kaybolmaya yüz tutmuş veya yüz tutması muhtemel "değerleri" günyüzüne çıkarmamızı emreder.
Bu noktada, diyebiliriz ki; bir kitab-ı ekber olan tabiatı -yeraltı ve yerüstü varlıklarındaki bütün iç-dış, öz-kabuk cevherleriyle analiz etmek, Türk ve dünya medeniyetine sunacağımız en büyük hizmet olacaktır.
Böylece; kâinatı, tabiî ve târihî yapısıyla gözlem altına almış olacağız. Kimini fizik diliyle; kimini astronomi, biyoloji; kimini de şiir, hikâye veya mîmârî diliyle keşfe çalışacağız. Bunlar; fert fert herbirimize yüklenilmiş vazîfelerdir. Hiç kimse, bir diğerinden bir adım önde veya geride değildir. Ancak; "keşif, tespit, tahlil, kayıt ve nakil" mevzûbahis olduğu zaman, elbette ki, öndelik ve arkadalık kendini gösterecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerinde kurulduğu coğrafya, bir uçtan bir uça bu zenginliklerle doludur. Biz; Türk milleti olarak, hâkim unsur olmadan önce de bu coğrafyada vardık. Bu varlığımızı tespitte, elbette ki, yukarıda saydığımız hususlar gözönüne alınacaktır.
Zîrâ; ilmin kapısı, tâlib olan herkese dâimâ açıktır. Geriye veya ileriye doğru yapılacak bütün keşifler, muhakkaktır ki, ancak ve ancak ilimle mümkündür. İlim ise, tecrübe ve müşâhede'nin akılla işbirliği sonucunda meyvasını verir. Bunlar ise, hakikî kaynaklara ulaşan sağlam ve güvenilir delillerle mümkündür.
Bir kimsenin; insanlığa âit ve ayrıca; mensûbluk duyduğu kavmin hususiyet, ruh ve madde kökleri ile, vatan veya anavatan edindiği coğrafya(lar)da bıraktığı kültür izlerini araştırarak "vesîkalarla" yeni bilgilere ulaşması ve onları sunmasından daha tabiî ve hizmeti hedef alan bir şey olamaz.
Şimdi, sıra, bunca sözü yazmamın sebebini îzâha geldi. Arzedeyim: Doğrusunu isterseniz, bu mevzûda yeteri kadar yazı yazdığımı düşünüyordum. Ancak; mes'uliyet hissim, bana, bu hususta bir defa daha yazmamı düşündürdü, hattâ emretti.
Şöyle ki;
Bundan bir süre önce, gazetelerde, ikisi de, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi olan bilim adamlarımızın "Amazonlar" ile ilgili tebliğlerine ait iki farklı tarihte iki haber okudum. Bu haberlerle ilgili hiçbir tekzibe de rastlamadığıma göre, bu haberler, bir nev'i onların tebliğ özetleri mahiyetini taşımaktadırlar.
İlki; Doç. Dr. İbrahim Tellioğlu'na (şimdi profesör) aittir ki, arzedeceğim gazete haberine dâir görüşümü, 20 Nisan 2011 târihli Olay Gazetesi'nin onuncu sayfasında "Yine, Amazonlar" başlıklı yazımda ifade etmiştim.
Habere göre, Doç. Dr. Tellioğlu şöyle diyor: "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yok. Sadece Yunanlı tarihçiler bir şeyler yazmışlar. Tarihî bilgi, kazı, eser yok. Ama şu an tarih inşâ ediliyor. Tarih açısından çok önem verilmemelidir. Çarşamba'nın Terme'nin sembolleri nelerdir, deyince sembol oluşturuluyor. Terme ve Çarşamba'da Amazonlar simgeleştiriliyor ama kaynak yok. Başka semboller geliştirebiliriz." (Bknz: Olay Gazetesi, 17 Nisan 2011, s. 11)
İkinci haber, Yard. Doç. Dr. Akın Temur'a âit. Haberde şöyle deniliyor: "Ancak birçok kaynakta adı geçmelerine rağmen onların var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıkları ise hâlâ bir tartışma konusudur. Türkiye'de Samsun'un Terme ilçesinin bulunduğu alanda yaşadığı iddia edilmektedir. Bu konuda detaylı araştırmalar yapılabilir. Amazonların Samsun'da simgeleşmesiyle ilgili Amazon heykellerinin yapılmasını Samsun'un amblemi olan 19 Mayıs 1919'u simgeleyen at üstündeki Atatürk Heykeli'ni gölgelemek ve ikinci plana düşürmek gayreti olarak görülmesi de tamamen tutarsızca bir görüştür. Amazonların şehrin tanıtımında kullanılması belediye veya resmi kuruluşlarının amblemlerini değiştirmelerini gerektiren bir sebep değildir. İkisini aynı kefeye koyup değerlendirmek zaten başlı başına saçma bir düşüncedir. Samsun'un Milli Mücadele'deki yeri ve önemi kesinlikle tartışılabilir bir konu değildir. Burada yapılmaya çalışılan şey, şehrin turizm potansiyelini artırmak ve bölgenin bir cazibe merkezi olmasını sağlamaktır. " ( Bknz: Olay Gazetesi, 16 Ekim 2011, s. 10)
Doç. Dr. Tellioğlu'nun görüşleri hakkındaki intibamı yazdığımı söylemiştim. Şimdi, her ikisinin görüşlerindeki "müşterekliğe" bakalım: "Var olup olmadıkları, nerede ve ne zaman yaşadıkları hâlâ tartışma konusudur." Yâni, "Amazon efsanesi hakkında ciddî bir bilgi yoktur."
Birleşilen tek nokta, " efsâne" ve " belirsizlikleri"dir. Peki; "efsâne"den yola çıkılarak "belirsizliğe" varılırsa, bu "varılmak" mı olur? Târih, bu mudur?
Doç. Dr. Tellioğlu, zâten, hiçbir "belge " olmadığını söylüyor ve sun'î bir "tarih inşâ" sından söz ediyor. Daha ne desin?
Yard. Doç. Dr. Temur da, bunların "var olup olmadığı, yaşamışlarsa nerede ve ne zaman yaşadıklarının" bilinmediğini söylüyor. Bunların hepsi, Doç. Dr. Tellioğlu'nun kısaca temas ettiği gibi, zâten, " Yunanlı tarihçiler"in eserlerinde mevcut. Yeni bir şey değil. Hemen hemen bu hususta görüş beyan eden herkes, Prof. Dr. Abdulhaluk Çay ve Doç Dr. İlhami Durmuş gibi ilim adamlarımızın hepsi, Heredot Tarihi'ni esas almışlardır.
YAZININ DEVAMI