Aslında, onu, 'kâbûs ' hâline getiren biziz. Zîrâ; tenkidin ne olduğunu bilmiyoruz. Bir şeyin ne olduğunu bilmeyen, onu nasıl 'yapsın', değil mi?
Bizde tenkit, 'öğmek/ övmek ' ve " yermek " adlı iki 'zıt mânâlı' fiil etrafında dönüp dolaşıyor.
'Öğmek / övmek' ; " Methetmek, bir şeyin iyiliklerini söyleyerek değerini belirtmek" tir. (Bknz: Hayat Büyük Türk Sözlüğü, sy. 977)
'Yermek" ise; ' (Aslı: yirmek), Beğenmemek, hoşlanmamak, tiksinmek, nefret ve istikrah etmek." tir. ( Bknz: a. g. Sözlük, sy. 1250)
Tekrar ediyorum; bizde, " tenkidin çatısı" böyle, yâni bu iki kelime üzerine kurulur ve devam edip gider. Bunlar; " doğruyu, yanlıştan ayırabilecek ölçü ve değerlendirmelerden" mahrûmdur. Tam mânâsiyle, tarafgirlik vardır. Halbuki tenkit, hangi mes'ele için düşünülürse düşünülsün, bu değildir ve esasında / temelinde " doğruluk" hâkim olmalıdır.
Mevzûmuz, bilginin tenkididir. Bilginin tenkidi; edebiyatta başka, tıpta başka, târihte...başkadır. Usûlbilim (metodoloji) aynı temeller üzerindedir. Ancak; ayrıntılarda farklılıklar olabilir. Çünkü; san'ata dâir olanlar subjektif, fenne âit olanlar objektif gerçekle alâkalıdırlar.
" Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkun! Ve, sözün doğrusunu söyleyin." (Ahzâb, 70) âyetinin, bize, neyi düşündürmesi gerektirdiğinin idrâki içindeki bir münekkit, ne yapacağını gayet iyi hesaplar.
Her türlü muhakemeyi, muhasebeyi, müzâkereyi yapar. Bunlar yeter midir? Değildir! Bence yetmez! Çünkü; " bilgi hâkimiyeti", münekkidin, mevzû üzerindeki " doğrulayıcılığının" esas unsuru olacaktır. " Doğrulayıcılık"; " doğrulayıcı"nın vicdânî kanaatlerine de uzanır. Uyudum kalktım, hâllettim ile, olmaz.
Halistin Kukul