Anadolu Medeniyetler beşiğidir. Bu topraklarda bugün yeryüzü sahnesinde olmayan ölü millet dediğimiz çok sayıda milletlerden, bugün de varlığını sürdürenlere kadar sayısız milletler yaşamıştır. Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra ise hiçbir millet tarih sahnesinden silinerek ölü milletlerden olmamıştır.
Pek çoğumuzun severek dinlediği Suzan Suzi Türküsü ve Kerem ile Aslı’nın aşkını hatırlatmak istiyorum.
Suzan Suzi’nin hikâyesi ise iç yakar. Hikâye şöyledir:
“Diyarbakır'ın güneybatısında, Dicle Nehri kenarında, Kırklardağı vardır. Bu Kırklardağı'nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilerlermiş.
Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar'a götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil'le, birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suzi'yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil'le beraber, dağın arkasına dolanmışlar ve orada beraber olmuşlardır.Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Kız On Gözlü Köprü'nün orada, Dicle'de boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiştir.”
Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar'a götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil'le, birbirlerine âşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suzi'yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil'le beraber, dağın arkasına dolanmışlar ve orada beraber olmuşlardır.Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Kız On Gözlü Köprü'nün orada, Dicle'de boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiştir.”
Türküyü birde hikâyesini bilerek dinlemeli. İşte bu hikâye şu sözlerle türkü olmuştur:
Kırklardağı'nın yüzü
Karanlık sardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Ziyaret çarptı bizi
Karanlık sardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Ziyaret çarptı bizi
Köprüaltı kapkara
Anne gel beni ara
Saçlarım kumlara batmış
Tarak getir de tara
Köprünün orta gözü
Sular apardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Dicle ayırdı bizi
Anne gel beni ara
Saçlarım kumlara batmış
Tarak getir de tara
Köprünün orta gözü
Sular apardı düzü
Ben öleydim Suzi-Suzi
Dicle ayırdı bizi
Belki Pek çoğumuz bilmez, Kerem ile Aslı Hikâyesi'nin Aslı'sı, bir Ermeni keşişinin kızıdır. Bu Ermeni kızının adı, yüz yıllardan beri Türk kızlarına isim olmaktadır. Bir başka hikâye veya efsane kahramanının Ermeni olması da mümkündür. Birbirini çok seven iki âşıktan birinin, başka bir kavimden, başka bir dinden olması, halkımız tarafından olumlu karşılanmıştır. Bu hoşgörüyü dile getiren manilerden biri şöyledir:
Bahçelerde mormeni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslâm ol ahçik
Ya ben olam Ermeni
Bahçelerde mormeni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslâm ol ahçik
Ya ben olam Ermeni
Nice Ünlü Sevdiklerimiz var. Biraz hatırlayalım:
Can Arat, Arto, Hayko Cepki, Ara Güler, Rober Hatemo ,Sami Hazinses, Toto Karaca, Vahe Kılıçarslan, Mine Koşan, Asu Maralman, Vahi Öz, Turgut Özatay, Kenan Pars, Nubar Terziyan,Pars Tuğlacı, Vahe Kılıçaslan, Asile Naşit, Onno Tunç (Ermeni Sanatçılarımızdan bazılarıdır.) Galatasaray eski Başkanlarından Faruk Süren Beyde Ermeni asıllı bir vatandaşımızdır.
Esin Maraşlıoğlu, Nedim Saban, Candan Erçetin ve İzel Yahudidir.
İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Ferhat Güzel, Hülya Avşar, Ferhat Göçer, Beren Saat, Yaşar Kemal, Özcan Deniz,, Yılmaz Erdoğan, Emrah, Alişan, Yıldız Tilbe, Tuncel Kurtiz, İzzet Yıldızhan, Berdan Mardini, Ceylan, Yusuf Harputlu ise bazı Kürt sanatçılarımızdır.
Bunları neden yazdım:
Candan Erçetin’i dinlerken, Adile Naşit’i izlerken, Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği filmi seyrederken, Kerem ile Aslı’nın hikâyesini okurken, Suzan Suzi türküsüyle dertlenirken; hiçbirimizin aklına Ermeni, Rum, Kürt veya Yahudi oldukları gelmedi. Bilsek bile bir şey değişmedi. Sevdik ve biz olduk. Beraber olduk. Milletimizin aklına entik köken gelmedi.
Türk Milleti Irkçı olsaydı, Suzan Suzi Türküsü olmazdı. Bugüne kadar gelmezdi. Kerem ile Aslı için filmler yapılmaz, hikâyeleri yayınlanmazdı. İbrahim Tatlıses İmparator olamazdı. Yılmaz Erdoğan bizleri ekranlara bağlayamazdı. Emrah Küçük Emrah olarak kalplerde yer bulamazdı. Hülya Avşar Kraliçe olamazdı. Binlerce Aslı’mız da olmazdı.
Türk Milleti tarihinde emperyalist olmadı, ırkçı olmadı, soykırımcı hiç olmadı. Bu nedenle ayaklar altına hepimizin alacağı vatan ve millet sevgisi ile kendini bulmuş, ülkesinin güçlü, yaşayanlarının huzurlu, mutlu ve zengin olmasını isteyen milliyetçilik değil. Kavmiyetçiliktir, ırkçılıktır, şovenliktir.
Türk Milleti Irkçı olsaydı Arnavut kökenli İstiklal şairimiz bu millete İstiklal Marşını yazmazdı. Bizim tarihimizde, ırkçı ve faşist Hitler gibi gaz odaları ve esir kampları da olmadı.
Milliyetçiliği 1879 Fransız ihtilaline bağlayanlar hem cahil hem de tarihi şuur ve bilgisinden yoksundurlar. Türk Milliyetçiliğine bakıştaki temel yanlış “Milliyetçilik, son iki yüz yılda dünyada en hızlı yayılan ideoloji... Siyasi bir düşünce olarak devletleşmesi ise 1789 Fransız ihtilali’yle olmuştur” anlayış ve yanlış bilgisinden kaynaklanmaktadır. Milliyetçiliğin ilk defa Fransız ihtilalıyla ortaya çıktığı sanan, batıcı ve zavallı beyinler bahsedilen ihtilaldan asırlar evvel milliyetçi duygularla taşa vurulan Orhun abidelerindeki yazıdan ya habersizdirler ya da bu gerçeği saklayıp, görmek istememektedirler. Orhun abidesinde geçen “Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi o Tanrı kağan oturttu tabiî. Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan milletin üzerine oturdum. Küçük kardeşim Kül Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazanmış olduğu milletin adı sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.” ifadesi milliyetçilik değil de, nedir? Bu nedenle Türk Milliyetçiliğini batının ve Yahudi’nin milliyetçilik anlayışıyla değerlendiremeyiz.
Buna göre milliyetçiliği değerlendirirseniz:
Fransızlar, Cezayir’i işgal edip orada on binlerce Müslüman’ı şehit edişini,
Ya da Filistin... Siyonist Yahudi, Filistin çocuklarının kollarını kırışını,
Filistinli bebeğin karnını deşişini,
Ve ya Amerika Irak’ı işgal ederek, Enerji bölgelerine hâkim oluşunu,
Ermenistan’ın Karabağ’ı,
Fransa’nın Mali’yi,
İngiltere’nin Folkland adalarını işgal edişini
O ülkelerin milliyetçiliği olarak takdim eder ve görürsünüz. Bu sizin Siyonizm’i ve emperyalizmi görmenizi engeller, hatta bunları ve zulümlerini örtmüş olursunuz.
ÇOK TARTIŞILAN VE ÇARPITILAN BİR KONU: İSLAM, MİLLETİ REDDEDER Mİ?
İslam, milletlerin varlığını nasıl anlatmaktadır? Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bugünkü anlaşılan manasıyla milletten, Rum Sûresinin 22. ayetinde şöyle bahsedilmektedir:
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”
Hucurat Suresinin 13’ncü ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.”
Konuyla ilgi olarak başka bir ayette yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O, sudan bir insan yaratıp ondan soy-sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Furkân Sûresinin 54)
Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere Kur’an, milletlerin varlığını Yüce Rabbimizin kudretinin delillerinden birisi olarak zikredilmektedir. O halde milletlerin yok olmasının engellenerek, varlığının devam ettirilmesi gerekmektedir.
Milliyeti inkâr ederek, insanları soysuzlaştırıp tek bir millete mensup kılmaya çalışmak, yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere dinimize uygun olmadığı gibi ilme, sosyolojiye ve mantığa da aykırıdır.
Türk Milliyetçileri, üstünlüğün yalnızca takvada olduğuna inanmaktadır ve siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğünün olmadığının şuurundadır.
İslam kardeşliğinden bahsederken bu kardeşliğe Orta Asya’daki Türkler dâhil etmemiz gerekmektedir. 35 milyonluk Doğu Türkistan, kızıl Çin emperyalizmi altında inim inim inlerkende bu kardeşlik hatırlanmalıdır. Bu kardeşlik Yunanistan’da, Bulgaristan’da bulunan soydaşlarımıza sindirme politikaları uygulanırken umursanmalıdır. Yine Ermenilerin, Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı işgal etmesine, 1 milyondan fazla insanın evsiz, yurtsuz kalmasına dikkat çekmeliyiz. İslam milletleri elbette kardeştir ve bu kardeşlik bağı kuvvetlendirilerek sürdürülmelidir. Filistin’de bizim kanayan yaramızdır, esir Doğu Türkistan’da! Fakat ne gariptir ki, aynı soydan, aynı dilden, aynı dinden olan milyonlarca Müslüman Türk kardeşimizi düşünmenin neresi ırkçılıktır, neresi kafatasçılıktır? Diye düşünmemiz gerekmektedir.
DİNİMİZDE IRKÇILIK YASAKTIR!
Yüce dinimiz İslamiyet ırkçılığı kesin ve açık bir şekilde yasaklamıştır. Bu konu da Kur’an-ı Kerim’de ayetler bulunmakla birlikte, Hz. Peygamberimizin hadis-i şerifleri de mevcuttur.
Hucurat Suresi 13 ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır.” Yine aynı şekilde Münâfikûn suresinin 8. ayetinde de “asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir” buyrulmaktadır.
Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere, İslam’a göre üstünlük takvada yani Allah’a yaklaşmadadır. Hiçbir kavmin, soyun, kişinin bir diğerine üstünlüğü takva haricinde söz konusu değildir.
İki cihanın serveri, gözümüzün nuru Hz. Muhammed (s.a.v) bu konuda Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmaktadır: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar da kardeştir. Allah katında en hayırlınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. Arab’ın Acem’e, Acem’in de Arab’a, sarı ırkın siyah ırka, siyah ırkında sarı ırka üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
Yine başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete çağırırken veya bir asabiyete yardım ederken öldürülürce onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir." (Ravi:Cündeb İbnu Abdillah Hadis No:4798)
Yine bilinen bir örnektir. Hz. resul; kızı Fatıma'ya :"Ey Fatıma, peygamber kızıyım diye güvenme kıyamet günü ben bile seni kurtaramam " buyurmuşlardır. Burada da akraba olmanın ahirette kişiye hiçbir faydası ya da zararını olmayacağı açıkça ifade edilmiştir.
Konuyla ilgili diğer bir hadis de şöyledir:
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü`min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim." (Ravi: Ebu Hüreyre Hadis No : 1729)
Ayetlerden ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere İslamiyet ırkçılığa şiddetle karşı çıkmakla ve onu yasaklamaktadır. Hiçbir ırkın, topluluğun ve de kişinin başka bir kişiye, topluluğa doğuştan gelen üstünlüğü söz konusu değildir. Üstünlük takvada yani Allah’a yaklaşmadadır. Üstünlüğün ölçüsü apaçık ortadadır ve takva üzere olduğunuzda yani Allah’a daha yakınlaştığınızda üstünlük elde etmiş olursunuz. Yüce İslam’ın şiddetle ret ettiği ve insanlığa karanlıklar yaşatmış bu ırkçılığı sonsuz kadar ayaklar altına almalı ve uzak durmalıyız.
Peygamber Efendimiz, ırkçılığı şöyle tarif etmektedir:
"Ey Allah`ın Resulü," dedim, "asabiyet nedir?" "Asabiyet," buyurdular, "zulümde kavmine yardım etmendir." (Ravi: Vasile İbnu`l-Eska Hadis No: 4800)
Hadis-i şerif’ten de apaçık anlaşıldığı üzere, ırkçılık; zulüm üzerinde olan, zulüm yapan kavmine yardım edilmesidir. Yani kişinin kavmini, milletini sevmesi ırkçılık değildir. Hatta Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadırlar:
Resulullah (sav) buyurdular ki: "En hayırlınız, (zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa edendir." (Ravi (r.a.): Süraka İbnu Malik el-Cu'şemi)
Yukarda ki bu hadis-i şeriften de apaçık anlaşılacağı üzere, günah işlemedikçe mensubu bulunduğumuz milleti, cemiyeti, kavmi ve aşireti müdafaa etmemiz yani savunmamız çok hayırlı bir davranış olarak görülmektedir. O halde milliyetçi olmamız, milli değerlere, aziz vatanımıza sahip çıkmamız örnek bir davranış olmaktadır.
Bir Bayrak, Bir Millet, Bir Vatan, Bir Dil anlayışıdır milliyetçilik. Gelişmektir, milli gelirin artmasımı istemektir milliyetçilik. Daha iyi kentleşme, daha iyi eğitim imkânları, daha iyi sağlık şartlarını sağlamaktır milliyetçilik. Tarih şuuruna sahip olmak, tam bağımsız olmaktır milliyetçilik. Emperyalizme, zulme, siyonizme, bölücülüğe ve işgallere karşı olmaktır milliyetçilik.
Türk Milliyetçiliği gerçek anlamını Merhum Cennet Mekan Başbuğ Alparslan Türkeş ile bulmuş, siyasallaşmış ve kadrolaşmıştır. Başbuğ, Türk Milliyetçiliğinin sınırlarını İslam ile çizmiştir. Ülkücülerin Türk Milliyetçiliği budur. Bundan vazgeçmek ya da bu sınırların dışına çıkmak bu millete ihanettir, devlete zarar vermektir.
kapsamhaber/A.Hazır
kapsamhaber/A.Hazır