Yoğun ülke gündemi içinde unutulmaya (belki de unutturulmaya) çalışılan bir milli mesele Kıbrıs… Adanın geleceği konusunda Birleşmiş Milletlerin nezaretinde Rum ve Türk tarafları arasında yürütülen görüşmelerde bazı aşamalar kaydedildiği fısıldanıyor, bu günlerde…
İddia o ki Türk tarafı önemli toprak tavizleri vermekle kalmıyor, Avrupa Birliği güvencesinde (!) bir anayasal düzenlemeye “evet” demek üzere.
Kıbrıs adasının konumunu haritada inceleyen herkes, buranın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in kapısı olduğunu kolayca görebilir. Bu ada öylesine stratejik bir konumda ki İsrail’in güvenliği, Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaşlar, enerji koridorları, Mısır üzerinden Kuzeybatı Afrika’nın kontrolü, Süveyş kanalı üzerinden Hint Okyanusu ile ticaret ve hatta Kızıldeniz üzerinden kutsal toprakların muhafazası bile Kıbrıs ile doğrudan bağlantılı… Bu nedenle Kıbrıs’ta verilecek her taviz Türkiye’nin daha fazla içe kapanması ve Dünya coğrafyasındaki iddialarından vazgeçmesi anlamına geliyor.
Türkiye, Kıbrıs’takine benzer bir tavizler zinciri sonucu, bir başka stratejik ada olan Girit’i bir asır kadar evvel yitirmişti. O ada ki Orta Akdeniz’e, Kuzey Afrika’ya ve Balkanlar’a açılan stratejik kapıydı… Girit olmadan Ege Adalarının, Selanik’in, Arnavutluk sahillerinin ve Libya’nın muhafazası mümkün olamazdı… Nitekim olamadı da!
Girit Meselesi 1821’de başlar… O tarihlerde Yunanistan’ın bağımsızlığı için devam etmekte olan ayaklanmaya paralel, Girit adasında da isyanlar baş göstermiştir. Müteakiben 1831’da, 1840’da, 1866’da yeni ayaklanmalar olduysa da Osmanlı, kararlı tutum göstererek isyanları bastırmasını bildi.
Ancak son ayaklanmada bütün Avrupa Devletleri konuya müdahil olma yarışına girmişlerdi. Zira Süveyş Kanalının açılmasına müteakiben adanın stratejik önemi çok artıyordu. Dış baskılara göğüs germekte zorlanan Osmanlı, 1867’de bizzat Sadrazam Ali Paşa’yı adaya göndererek bir ıslahat yapmak zorunda kaldı. Buna göre: "Vergiler önemli ölçüde azaltılacak; valinin yanında biri Müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki danışman bulunacak; yerel ve genel meclisler kurulacak, bunların üyeleri Müslüman ve Hıristiyanlardan seçilecekti. Ada sancaklara ayrılacak ve bunların başına getirileceklerin yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan olacak; adada resmî yazışmalar Türkçe ve Rumca olmak üzere iki dilde yapılacaktı."
Bu ıslahat, adanın kaybedilme sürecine kadar uzanan süreçteki ilk tavizlerdi aslında. 1869’da toplanan Paris konferansında, Girit’ten ayrılan mültecilerin adaya geri dönmeleri kabul edilerek adanın Hıristiyan nüfusunun artmasına izin verdik. 1878’de patlayan yeni ayaklanmadan sonra asilerle imzalanan yeni anlaşmaya göre ada valisinin Hıristiyan olabilmesi, ada meclisinin 80 üyesinden 49’unun Hristiyanlarca seçilmesi, adada toplanan verginin adanın harcamalarında kullanılması gibi yeni tavizler verildi.
1889’da Osmanlı hükümeti bu aşırı tavizlerin yarattığı riskleri görerek bazı lehte değişiklikler yaptı. Ancak bu yeni ayaklanmaları tetikledi. 1894 – 97 arasında süregelen bu isyanlara Avrupalı devletler adaya asker çıkararak müdahale ettiler. Şubat 1897’de Yunanlılar yaklaşık 3000 askeri adaya çıkararak işgale yeltendiler. Bu durum yeni bir Osmanlı – Yunan savaşına yol açtı. Türk ordusunun zaferine rağmen bu sonuç, diplomatik arenaya yeterince yansımadı. Yunan ordusu adadan çekilse de Girit’in yönetimi sadece şeklen Osmanlı’nın, gerçekte ise adada bulunan Batılı devletlerin elinde kaldı. Adada bir tür özerklik ilan edildi.
1898 sonunda Yunan kralının oğlu, yüksek komiserlik iddiasıyla adaya geldi, 1899’da bir anayasa ilan etti. Osmanlı devleti bunu tanımadı. 1905’te patlayan yeni bir ayaklanma, adadaki Büyük devletlerin kontrolünü de zayıflattı. 1908’de Büyük devletlerin ani bir karar ile adayı terk etmeleri üzerine kontrolü ele geçiren Rum asiler, Yunanistan’a ilhak kararı aldılar.
Bu karara Osmanlı kamuoyunda çok şiddetli bir tepki geldi. Bunun üzerine başlangıçta Yunanistan dâhil hiçbir ülke bu ilhak kararını tanımadı. Adada Rum çetelerinin hakim olduğu bir kaos atmosferi yaşanıyordu. Bu durum yıllarca sürdü. Hatta 1911’de Müslüman halkın hakları için adaya gönderilen Osmanlı kadıları, göreve başlayamadan geri dönmek zorunda kaldı.
Aynı tarihlerde başlayan Trablusgarp Savaşı, Girit’teki son Osmanlı hâkimiyetinin izlerini de silecekti. Mart 1912’de Yunanistan’da yapılan milletvekili seçimleri ile aynı anda adada da seçime gidildi. Seçilen Rum vekiller, kendilerini Yunan parlamentosunun üyesi görüyordu. Osmanlı’nın savaş tehditlerine kulak asmayan Yunan hükumeti, 14 Ekim 1912’de Girit’ten seçilen 40 milletvekilini kendi parlamentosuna törenle kabul etti.
Hemen ardından kopan Balkan savaşları, bizler için tam bir faciayla sona erecekti. Balkan topraklarını kaybeden Osmanlı devleti, Londra Anlaşması ile Girit’i Yunanistan’a bırakırken başka hiçbir Ege adasında Yunanlılar tarafından hak iddia edilmemesini şart koşacaktı!
İşte Girit’in 1821’de küçük bir ayaklanma ile başlayıp birbiri ardına verilen tavizler sonra 1913’te Yunanistan’a bırakılmasının öyküsü bu…
Başa dönersek… Kıbrıs’ta sözde barış ve çözüm için verilecek her taviz, önce adanın tümden kaybının önünü açacaktır. Ardından da başka mütecaviz taleplerle Türk milletini karşı karşıya bırakacaktır.
Kıbrıs’ın Girit’e benzememesi için milli bir duruşun ve olası tavizlere “hayır” diyecek bir kamuoyunun inşa edilmesinin tam zamanıdır!