1980 Öncesi PKK; nüve kadrosu Abdullah Öcalan önderliğinde DDKD (Doğu Devrimci Kültür Dernekleri) etrafında toplanmış, gerek sayısal gerekse Kürt Solu içerisinde
siyasal ve örgütlü güç olarak KAWA ve RIZGARİ gibi fraksiyonların daha gerisinde kalan küçük çaplı Marksist-Leninist bir gruptu. 12 Eylül sonrası, 1980-1983 arası dönemde
PKK sosyalist-komünist diğer Kürtçü sol örgütlerin dağılmasını iyi değerlendirerek, bunlardan kaçan sempatizanları kendi bünyesinde toparlayarak güç kazandı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin
1935-37 sürecinde kabul etmiş olduğu sosyalist devlet anayasasını esas alan Marxist_Leninist ideoloji temeline dayanan komünist bir kürt devleti kurmayı amaç edinerek silahlı eylemlere başladı.
Başbağlar katliamı, PKK’nın ‘’Silahlı Propaganda’’ stratejisinin ilk adımıdır.
Komünist-Sosyalist silahlı hareketler, devrimin kanla ve silahla olması gerektiğine inanırlar. Demokratik yolla kazanılan iktidarların ‘’Kağıttan sosyalist yönetim’’ ya da “Küçük burjuva ihtilalı’’ olarak görürler. Salvador Allende’nin Şili’ de iktidara gelmesini bu şekilde nitelerler. Sosyalist ideolojinin olmazsa olmazı, iktidarın silahlı devrimle ele geçirilmesidir. Komünist devrim stratejisini iki metot oluşturur.
Deniz Gezmiş ve THKO kadrolarının benimsediği ‘’Halk savaşı ‘’ veya Mahir Çayan/DHKP-C çizgisindeki Devrimci Yol/Dev-Genç hareketinin savunduğu ‘’Genel ayaklanma’’ teorisi. PKK, Kürt vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı bölgeleri içine alan genel halk ayaklanması yoluyla bir iç savaş sonucu, bu toprakların Türkiye’den koparılarak sosyalist bir devlet kurmak amacıyla eylemlere başladı.
‘’Silahlı propaganda’’ adı verilen bu terör eylemleri sonucu örgüt adını duyurdu. İkinci aşama, bölgede yaşayan insanların baskı, şiddet ve korku ile sindirilmesi ve ileriki dönemde örgüte isteyerek ya da tehditle yardıma zorlanması hedeflenmiştir ve özellikle 1985-1995 yılları arasında merkezi hükümetlerin uyguladığı yanlış politikaların da yardımıyla PKK bu amacına ulaşmış oldu.
APO’nun Türkiye’ye şartlı teslimi sonrası, 57 hükümetin terörün üstüne kararlılıkla gitmesi örgütü dağılma noktasına getirmiş, fakat AKP iktidarının PKK eylemlerini terör olarak görmeyip, ‘’Kürt Sorunu’’ olarak görmesi ve hala kimsenin ne olduğunu tam olarak anlayamadığı ‘’Açılım politikaları’’ sonucu, PKK, militarist kadro olarak güçlenirken, DTP-BDP inde büyük çabaları ile, silahlı terörist örgüt imajından sıyrılmış gibi görünerek Türk Devleti’nin en yetkili makamları ile masa başında müzakereler yapacak güce ulaşmıştır. Bu süreçte PKK; ana hedef ve strateji değişmediği halde, ‘’Devrimci’’ ve ‘’Marksist-Leninist’’ kimliğini gizlemeye özel bir gayret göstermiştir. Bunda büyük ölçüde başarılı da olmuş ve sağduyudan yoksun ‘’aydınlarımız’’ ve siyaset adamlarımız tarafından Kürt’lerin hakları için mücadele eden, Kürt kimliğini öne çıkaran ve Kürt ulusunun bilinçlenmesini sağlayan nerdeyse ‘’Legal’’ bir siyasi hareket olarak görülmeye başlanmıştır.
PKK, artık günümüz şartlarında ‘’Silahlı Devrim’’ le hedeflerine ulaşamayacağını görmüştür, fakat silahlı terörü her zaman bir tehdit, gündemi belirleme ve elini daima güçlü tutma taktiği olarak kullanacaktır. Asıl strateji, ‘’Kürt ulusu’’ fikrinin, Kürt vatandaşlar tarafından kabul görmese bile kamuoyunda algı olarak yerleşmesine çalışacak, siyasal hakları hep ön plana çıkaracak ve Türk hükümeti ile pazarlıklar yoluyla, özerklik, federatif yapı oluşumunun kabulünü sağlamak ve nihai hedef olan ‘’Birleşik Büyük Kürdistan’’ devletinin merkezi yönetimini kendi ellerine geçirmektir. AKP hükümetinin, yeni Büyükşehirler yasa teklifi, BDP’in yerel yönetimlerin güçlendirilmesi programıyla neden örtüşüyor dersiniz. Bundan sonra PKK için asıl politika kısmen başarmış olduğu SİYASAL GÜÇ olarak kabul edilmesi ama Demoklesin kılıcı silahlı eylemleri bırakmadan.