Şâir ve Yazar M. Hâlistin Kukul'la, Vefâtının 31. Yılında Üstâd Necip Fâzıl'ı konuştuk:
Mülâkat: ALİ KAYIKÇI
Vefâtının 31. yıldönümünde, Necip Fâzıl hakkında, kendisiyle konuştuğumuz M. Hâlistin Kukul: " Necip Fâzıl'la ilgili, hâlâ ciddî bir çalışma yoktur. Bu ise, hicap duyacağımız bir kusurdur." dedi.
KAYIKÇI- Sayın Hocam, zihninizdeki Necip Fâzıl 'portresi'ni çizer misiniz? Kimdir Necip Fâzıl?
KUKUL- Hârika bir soruyla başladınız Sayın Kayıkçı! Necip Fâzıl portresi, elbette ki, hemen çizilebilecek bir portre değildir. Bunu, siz de gayet iyi biliyorsunuz. Ayrıca, 'kültür kimyâsı' bozulmuş bir cemiyete, bunu anlatmanın zorluğunu da biliyorum.
O; henüz yirmi dört yaşındayken, Yaşar Nabi Nayır'ın, "Bir mısraı bir millete şeref verecek şâir " ve Peyami Safa'nın da ," Necip Fâzıl'ın her mısraı bir şiir mecmuasıdır" dediği Şâir'dir. Böyle bir portrenin, benim tarafımdan çizilebilmesi elbette kolay değildir! Bu zamana kadar, edebiyatımızda böyle biri görülmemiştir!
Necip Fâzıl da, tıpkı diğer büyüklerimiz gibi, ya ölüm yıldönümlerinde yâhud da doğum günlerinde hatırlanıyor. Yâni tamamen göstermelik!
Benim, O'nun hakkında, bir makalemde tasvire çalıştığım bir ana yapısı vardır. Orada şunu demişim Necip Fâzıl için: " Dâimâ biri diğerinden önde iki vasıf: Mütefekkir ve şâir! Yâhût da şâir ve mütefekkir. Şâirliği başlıbaşına sarıcı ve sarsıcı; mütefekkirliği başlı başına beyin zonklatıcı fakat ufuk açıcı.
Şâirliği mütefekkirliğini
Üslûp: Hakikulâde ve nefes kesen cinsten!
(...) Şiiri tefekkürüne; tefekkürü de şiirine dar gelen bir dâhî!...
Şâir, hikâyeci, romancı, tiyatro yazarı, senarist, nükteci, biyografici, otobiyografici, denemeci, târih tahlilcisi, fıkra muharriri, dîni irşâd edici, heccâv, münekkit, gazeteci, muallim, estetikçi, polemikçi ve hatip!.."
KAYIKÇI-Bu kadar vasfı kendinde toplamış bir şahsiyetten istifade edebildik mi?
KUKUL- Hayır! Bizim, millet ve devlet olarak böyle bir kaygımız ve endîşemiz asla olmadı. Târihî şahsiyetlerimizd
Şu iyi bilinmelidir ki, dünyânın Hazret-i Mevlânâ'dan başka bir Yûnus Emre'si, başka bir Necip Fâzıl'ı yoktur. Bununla ne demek istiyorum? Şunu demek istiyorum ki, bunlar, sâdece Türkiye'nin veya Türk milletinin değil, dünyânın bile, önlerinde, düğme ilikledikleri mihverler, numûnelerdir.
Şu anda, çıkıp biri desin ki, -yirminci birinci asra devrolduğumuz şu yıllarda-bizim, Necip Fâzıl gibi, bir şâirimiz, mütefekkirimiz veya tiyatro yazarımız vardır! Bunu söyleyen zâten Necip Fâzıl'ı ,ya tanıyamamış yâhûd da hased veya kıskançlığının verdiği bir şuûr altı tezatıyla hareket etmiştir, demektir.
KAYIKÇI- Sizinle, Necip Fâzıl hakkında, yıllar öncesine dayanan mülâkatlarımız olmuştur. Necip Fâzıl'dan bir kaçış mı söz konusudur? Ne dersiniz?
KUKUL- Bakınız; dün, Ahmed Yesevî, Hazret-i Mevlânâ, İmâm Gazâlî, Yusuf Has Hâcib, Kâşgarlı Mahmud , Yûnus Emre gibiler ne ise, bugün de Necip Fâzıl odur! Yâni, onlardan kaçanlar, bugün de o sebep(ler)den bundan kaçıyorlar. Bunlarda cihânşümûl mesajlar var...Bu mesajlar, İslâmî-millî muhtevâlıdır. İslâm'dan kaçanlar da, Türklükten kaçanlar da, bu kaçışı devam ettiriyorlar. Bunların hiçbiri, kaçılacak veya kaçırılacak bir fikrî tavır içinde değildirler. Hepsinin istediği, insanlığın huzurudur. Doğruluk, güzelliktir!..
İslâm'dan kaçıyorlar ve Türklükten kaçıyorlar. Türklükten kaçanların bir kısmı , İslâm'dan kaçmayanlar. Peki, bu Türk değil midir, Ashâb-ı Kirâm'dan sonra İslâm'a hizmeti en büyük şeref sayan millet? Peki, nedir bunu bu kadar hakîr görmek, ayıp değil mi?
Necip Fâzıl'ın: " Efendim! Benim Efendim! Benim, güzellerin güzeli Efendim!" diyerek dizinin dibine çöktüğü ve 'Mürşid" başlıklı şiirinde de:
"Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!"
Dediği mürşidi büyük mutasavvıf Abdülhakim Arvâsî Hazretleri, kendilerine yapılan bir teklif üzerine, bu hususta bakınız ne diyor: " Türkiye'ye gideceğim. Yer yüzünde iki Türk var ise, biri mutlaka benim. Ben Tük'üm, ama jön Türk değilim." ( Bknz: Seyyid Ahmet Arvasî, Doğu Anadolu Gerçeği, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1988, sy.75)
Türk'ten, hadi bâzılarının kaçışını bir dereceye kadar 'hissî' kabul edip anlayalım fakat, diğerlerine ne oluyor? Size veya başkalarına ne yaptı bu Türk, söyler misiniz? Ya başkalarını da korudu- himâye etti, ya karınlarını doyurdu yâhûd da adam gibi yaşamaları için elindeki avucundakini onlarla paylaştı!..
KAYIKÇI- Zâten Sakarya Destanı'nda da " Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur" demektedir, değil mi?
KUKUL- Azîz Kardeşim; bakınız, bugün yâni bugün dedimse son zamanlarda şiir okuma yarışmaları yapılıyor. Bâzıları, takdire değer ki, Necip Fâzıl'a hasrediliyor. Çocuklar, ezbere veya kâğıttan, şiir okuyorlar. Buraya kadar çok güzel, değil mi? Şiirdir, elbette okunacaktır. Fakat, bizdeki gaye o değil. O şiir okunduktan sonraki hâlimiz perîşândır.
Bir çocuk, genç veya yaşlı, hakîkaten o şiiri öyle güzel okuyor ki, insanın içi burkuluyor. Hattâ, ağlatıyor. Fakat, o şiirin içinde ne var diye kimse kimseye sormuyor. Bu tür yerlerde, bâzen dinleyici, bâzen katılımcı, bâzen de jüri üyesi olarak bulundum. Güzel şiir okuyan o kadar insanımız var ki, anlatamam! Ben, hiçbiri gibi güzel şiir okuyamam, mümkün değil! Ammâ; mes'elemiz bu değil! Diyelim ki, sözünü ettiğiniz Sakarya Türküsü bize neyi anlatıyor. Estetik olarak, fikir olarak neyi sunuyor! İşte, bizde olmayan, üzerinde durulmayan, esası verilmeyen dâvânın, mes'elenin özü bu!
Tabiî ki, şiir yazmayı teşvik de ayrı bir husus olarak karşımızda duruyor. Onu ayıralım, şimdilik!..
KAYIKÇI- Anladığım kadarıyla, bunlarla demek istiyorsunuz ki, O'nu, yeterince anlayamadık, yaptıklarına lâyık olmaya çalışamadık. Bu noktada şunu da sormak istiyorum. Çünkü çok istismar ediliyor. İkide bir, Üstâd'ın, Paris'te 'bohem hayatı' yaşadığı söyleniyor. Nedir bu?
KUKUL- Kısaca anlatayım: Yıl 1924'tür. Necip Fâzıl, yirmi yaşındadır. Maarif Bakanlığı'nın imtihanını kazanarak, devlet tarafından F(ı)ransa'ya / Paris'e gönderilir. O'nu uğurlayanlar arasında, üniversiteden hocası Mustafa Şekip Tunç da vardır. Necip Fâzıl'a şöyle hitap ederek O'nu uğurlar: "Tarihin malı olduğunu unutma!"
Şimdi, bunu, kimse bilmiyor mu? Bilmiyor da söylemiyor mu? Şimdi, yirmi yaşında bir öğrenciye / öğrencisine bu cümleyi söyleyebilecek bir hoca var mı? Kimse bunun üzerinde durmuyor, niçin? Mustafa Şekip Tunç'un talebesi, "Tarihin malı olduğunu unutma"dığı gibi, bunu da ispat etmiştir. Elbette, daha öncesi de var. Şu Paris mes'elesi burda başlıyor. Yirmi yaşın Necip Fâzıl'ı , anlaşılan o ki, Paris'te biraz bocalıyor / şaşırıyor.
Fakat, mes'eleyi kendisinden dinlersek daha iyi olur. "Kâbus Şehir" dediği Paris hakkında şöyle diyor :" Paris, remzleştirdiği bütün Batı mâmuresiyle beraber, perdenin önünde aldatıcı nakışlar olarak öyle (plâstik) hârikası ki, sadece perde gerisindeki karanlık ve haraplıktan haber vermeye memur ve dertli başını taşa vura vura, bunalımdan bunalıma kıyamete kadar köşekapmaca oynamaya mecbur...Ve işte Batı!
Kâbus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslâmî edebim mânidir." (Bknz: O Ve Ben, sy.66)
KAYIKÇI- Necip Fâzıl'ın "poetikası"ndan kısaca bahseder misiniz?
KUKUL- Elbette Sayın Kayıkçı! İstanbul'da yayınlanan Hece Dergisi'nin Şubat-Mart-Nisan 2014 sayılarında , geniş muhtevâlı bir makalem yayınlandı. Adı: Poetikalar Çatışması! Bunu, ayrıca, ilgi duyanlar için de söylüyorum. Orada, şunu ifade ettim ki, her fikrin bir estetik /bediî anlayışı vardır. Poetikalar da, bu estetik anlayış üzerine inşâ edilirler. Türk edebiyatında, bâzı telkin yazıları olarak beyannâmeler / manifestolar hâriç, geniş çaplı ve iddialı tek poetika Necip Fâzıl'a aiittir. Çile adlı şiir kitabının sonunda, bunu çok geniş olarak ele alır, îzâh eder.
Necip Fâzıl; "Şiirde varılmaz derece Yûnus'tadır" derken, Yûnus'un ilham aldığı kaynağı da işâret etmektedir. "Varılmaz derece", fikrî-bediî ve şeklî olarak, müşterek vasıfları gerektirir ki, bu da dünyâ şiirinde bir zirve olarak Yunus'tan başkası yoktur demektir. Peki nedir Yunus'un estetik tavrı? Söyleyelim: Bunlar, bir silsile hâlinde Ahmed Yesevî- Mevlânâ çizgisinden gelmekte, yürümektedirler. Bu da, menşe olarak, Şanlı Peygamberimizin:
Esâsen; Türk-İslâm estetiğinin temeli budur! Bunu, Necip Fâzıl, Sakarya Türküsü'ndeki şu mısralarıyla ifade eder:
" Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir."
O; Bahriye Mektebi'ndeyken, " Bana bilmeden, isteklisi olduğum dünyadan, belki derme çatma, fakat ilk adresleri verdi" dediği edebiyat hocası İbrahim Aşkî Bey'den aldığı ve Abdülhakim Arvasî hazretleriyle geliştirdiği ve genişlettiği tefekkür hazînesini, söz san'atlarının hemen hemen her sahasında insanlığın hizmetine sunmuştur.
KAYIKÇI- Türkçe hakkındaki görüşlerinden de söz eder misiniz, Hocam?
KUKUL- Sayın Kayıkçı; Necip Fâzıl, dînî ve millî hassasiyetleri çok yüksek bir şahsiyettir. O; Türkçe'yi , Yûnus Emre'den sonra en güzel kullanan şâirimizdir. Bu sebeple, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, O'na, Şâirler Sultanı unvanı yanında ,Türkçe'nin Sultanı' unvanını da lâyık görmüştü.
Necip Fâzıl'ın çok ilgi çekici bir ilkesi daha vardır. Şöyle der: "İmanda birlik, lisanda birlik, kanda birlik..."
Yine der ki: "Nutuklarımı Türkçe söylüyorum, yarın öldüğüm zaman da affımı Türkçe isteyeceğim..."
Uydurmacılığa ve yabancı kelime kullanımına şiddetle karşıdır. Türkçe ile ilgili "Hâtıra" başlıklı beytinde şöyle der:
" Renk renk hâtıralarım oda oda silindi;
Anne kokan bir Türkçem vardı, o da silindi."
KAYIKÇI- Necip Fâzıl hakkında geçen yıl (2013) yayınlanan "Çile'nin Sultanı" adlı kitabınızın bir boşluğu doldurduğunu düşünüyor musunuz? Üstâd hakkında yapılan çalışmaları yeterli görüyor musunuz?
KUKUL- Necip Fâzıl vefât edeli otuz bir sene bitti. Üzüntüyle ifade edeyim ki, O'nun hakkında, münferit makalelerden ve derleme-toplama yazılardan meydana gelen bir-iki kitaptan başka hiçbir ciddî- ilmî çalışma yok.
Şüphesiz ki, yıllardan beri Necip Fâzıl hakkında yayınladığım makalelerimden meydana gelen "Çile'nin Sultanı", büyük bir boşluk doldurmuştur. Eserimin önsözünde de ifade ettim. Bu, kâfi değildir. O zamanki, Samsun İlkadım Belediye Başkanı Necattin Demirtaş Bey, bu hususta büyük ilgi gösterdi. Kültür Bakanlığı'nın yapamadığını yaptı. Çünkü; bu eserim, 2004 yılında, Kültür Bakanlığı tarafından -maalesef- sudan sebeplerle basılmadı.
KAYIKÇI- Peki, ne yapmamız lâzımdır? Bu, böyle mi gidecek?
KUKUL- Benim yapabileceğim bu! Yazmak! Yazıyorum ve yine yazıyorum! Elbette, ömrüm oldukça da yazacağım! Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı'nın böyle bir mes'uliyeti uhdesinde görmediğini düşünüyorum. Zâten görselerdi, Türk kültürünün kimyâsı altüst olmazdı. Türkçe'nin tahribatına dâir bir endîşe sezebiliyor musunuz? Ben, sezemiyorum! Millî kültürün korunması hangi merhalededir, biliyorsunuz sanıyorum. Târihî yapılara, öyle bir 'yama' yapılıyor ki, o eser, ne şimdiyi ifade ediyor, ne de geçmişi!
Hâliyle; târihî şahsiyetlerimizi
KAYIKÇI-Son olarak neler söylemek istersiniz?
KUKUL- "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:"
Başka çârem mi var? Bir de: O'nun tavsiyesi:
" Yürü altın nesli, o tunç Oğuz'un!
(...) Nur yolu izinden git, KILAVUZ'un!"
V e yine O'nun Türk gençliğine üstün seviyeli ve ebedî tavsiyesinden bir bölüm:
" Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!
(...) Hiçbir kaptan haritadan, hiçbir şoför kilometre işaretinden, hiçbir doktor röntgen camından şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından şüphe edebilirsin!...İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün!
Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlamıştır; ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!" ( İdeolocya Örgüsü, sy.495)
" KILAVUZ' un, nur yolu izinden "giden "Oğuz'un altın nesli", "Türk bütünlüğünü çürütmeye memur", bütün "kök kurutucuları" tespit etmek ve ona göre gayret göstermek mecbûriyetindedi
Necip Fâzıl'ı anlamanın yolu buradan geçer! Kalanı, boş lâf!
KAYIKÇI- Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim Hocam!
KUKUL- Ben de teşekkür ederim Sayın Kayıkçı!