Örf, adet, gelenek ve görenekler nasıl bir toplumun harcı ise, edebiyat, sanat ve musiki de toplumsal birliktelik ve kardeşliğin çimentosudur. Bazen bir ressamın çizgilerinde, kimi zaman bir şairin dizelerinde, yada bir yazarın satırlarında gösterir kendini. Sosyal, kültürel ve siyasal yaşamın hem birleştiricisi hem de fikri derinlik kaynağıdır bu unsurlar.
Ülkemiz kültürel, sahip olduğu jeopolitik konumundan dolayı daima dış güçlerin ekonomik, siyasi ve kültürel tehdit ve saldırılarına açık olmuştur. Gün geldi ekonomik ambargo uygulandı, gün geldi anarşi ve kaos yaratılarak kardeş kardeşe kırdırıldı ve her yönden tam bağımsız ve güçlü bir ülke haline gelmesinin önü kesilmeye çalışıldı.1968 kuşağı ile başlayıp,70 li yıllarda kasırgaya dönüşen gençlik hareketleri; beraberinde siyasal ve ideolojik çatışmaları getirdi. Bir filiz gibi büyümekte olan Ülkücü Hareket; kendisini hiçte istemediği bir kardeş kavgasının tarafı olarak buldu. Sanat ve edebiyatın geri plana itildiği ve silahların çok daha önemli hale geldiği bir ortamda; birkaç milliyetçi yazarın ve şairin roman ve şiirleri ile yetinmek durumunda kalan Ülkücü Gençlik, üretkenlikten uzak bir sanat anlayışı ve okumaktan imtina eden bir kültürel ve edebiyat yaşamı alışkanlığına adapte oldu. Sokaklarda, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadelede destanlar yazılırken, bunları hem o günün gençlerine hem de gelecek kuşaklara aktarabilecek sanat ve edebiyat eserleri çıkarılamadı ortaya. Emine Işınsu’nun romanlarında, Arif Nihat Asya ve Abdürahim Karakoç’un şiirlerinde, Necdet Sevinç’in yazılarında kendini bulmaya çalışırken; Çaylak dergisi ile biraz mizah, Erol Güngör’le fikri zenginliğe ulaşma çabası içinde geçti bu süreç. DEVAMI