Edebiyat dünyamızın güzel insanlarının muhabbetine doyamıyorum. Kendileri aramızdan ayrılsalar da, yazdıkları güzellikler beni mest ediyor.
Mehmet Çınarlı' dan söz etmek istiyorum. 1999 yılı Ağustos ayında aramızdan ayrıldı. Günler ne kadar da çabuk geçmiş! O'nun, hemen hemen her kitabı hakkında bir-iki sayfalık yazı yazmışımdır.
1995 yılında yayınladığı ve " Şair ve yazar kardeşim M. Halistin Kukul'a sevgilerimle. 30 Mart 1995" ithâfıyla bana gönderdiği "Güzelliklere Doymam" adlı şiir kitabı için hazırlamış olduğum yazımın bir nüshasını yayınlamadan önce kendisine göndermiştim.
Bunun üzerine, bana yazdığı 24 Mayıs 1995 tarihli mektubunun bir yerinde şunları söylüyor: " (...) Ben yazınızı beğendim. Her cümlenizle mutabık olmam şart değil. Zevke ve görüşe saygı duyarım. ...Yalnız, kitaptan aldığınız mısralarda iki yanlış yapılmış: 4. sayfanın 13. satırındaki " yeni bir aşkla" , "yeni bir aşka" olacak.; aynı sayfanın 17. satırındaki "bile" kelimesi olmayacak. Yazıyı yeni bir dergiye yollarken bu düzeltmeleri yapmanızı rica ederim."
Bu satırlarda, "bir edebiyatçı nezâketinin uyarıcı numûnesini" bulduğum için hem kendilerine müteşekkirim ve hem de bahtiyarım.
Bu mektubun devamı mahiyetinde olan 5 Eylül 1995 tarihli mektubunda da şöyle diyordu : " Güzelliklere Doymam" hakkındaki yazınızı Çağrı'nın Eylül sayısına koyacaklarını söylediler. Koyarlarsa buradan temin edebilirim. Sizin fotokopi göndermenize gerek yok."
Bunun ardından, 12 Aralık 1995 tarihinde aynı mevzûda bir mektubunu daha alıyorum. Hârika ifadeler var. Gerçi, bunu daha evvel de yazdım. Ayrıca, Feyzi Halıcı Ağabey'e de şifaî olarak söylemiştim. O da, ayrı bir güzellikti. Yâni şimdi, yazacağım, Çınarlı'ya ait sözleri, Feyzi Ağabey'e söylediğim zaman öyle hoş ve samimî bir kahkaha attı ki, bu sözleri bir daha tekrarlamamı da istedi.
Çınarlı, şöyle diyordu: "Çağrı'da çıkan yazın daha elime yeni geçti. Sağ olsun, Feyzi Çağrı'yı yollamakta fazla hasis davranmaya başladı. Dergi, bayilerde de bulunmuyor. "Dostlar gelsin, benim büromdan alsın" diyor, ama, büroda da her zaman bulunmuyor. Bir ayağı İstanbul'da, bir ayağı Ankara'da. Üçüncü bir ayağı olsa, o da Konya'da diyeceğim.
(...) Yazın, bu haliyle daha güzel olmuş. Tural'dan aldığın parça yama gibi duruyordu, çıkardığın iyi olmuş. Yazı daha sağlam bir örgüye, kompozisyona kavuşmuş. Özellikle, yanlışsız olmasına sevindim, teşekkür ederim."
Sevgili Mehmet Çınarlı Ağabey! Rabb'imin rahmeti seninle olsun! Bize ne güzel hâtıralar bıraktın!..İnanın ki, hâlâ aramızdasın ve seni bu sevgiyle hatırlıyoruz. Bana, "vefâlısın" derdin! Şimdi
daha iyi anlıyorum ki, o "vefâ" , siz ve sizin gibilerin güzelliğindendir. Uyarılarınız, yol göstericilikleriniz, yanınızdakilere ve peşinizdekilere el uzatışınız, belki de sizin neslin umûmî bir mizacıdır. Ben, buna, Ahmet Kabaklı'da da, Feyzi Halıcı'da da hattâ Nevzat Türkten'de de şâhit oldum. Bu yükü, gerektiğinde tek başınıza taşımayı bildiniz! Hem de ne zorluklarla, ne çilelerle!..
Mehmet Çınarlı; "Halkımız ve Sanatımız" adlı kitabındaki bir denemesinde, çıkarmakta olduğu "Hisar" dergisinin güzel yolculuğunu şöyle dile getirir:
"Hisar'ın yeni çıkmaya başladığı 1950 yıllarını hatırlıyorum: Yeni şiir-eski şiir dâvâsı sürüp gitmekteydi. Yeni şiiri savunanların bir çoğunun bundan anladıkları, hiçbir kaideye bağlanmayan, hiçbir disiplini olmayan, rastgele söylenişlerdi. Orhan Veli grubunun peşine takılanlar, eski şiire ait estetik kuralların topunu reddetmekle, bu kurallara büsbütün aykırı davranmakla meseleyi çözdüklerini, yeni bir şiir tarzına ulaştıklarını sanıyorlardı. Yalnız vezni, kafiyeyi atmakla yetinmediler. Şiirde bir âhenk, bir musiki arayanlara karşı söylediklerinin dile takılacak kadar birbiriyle tepişen kelimelerden seçilmesine; mânâ ve mantık arayanlara karşı da mümkün olduğu kadar saçma sapan olmasına dikkat ettiler:
Madem yüzmek bilmezdin,
Niye çıktın ağaca.
o devirden kalma tekerlemelerdendir.
(...) Şiiri çiğ bir realizme sürükleyenler, günlük dert ve sıkıntıların basit birer bilânçosu hâline getirenler, memleket sanatından çok, Marksizme hizmet ediyorlardı."
Çınarlı; onlara ait, bu tarz tekerlemelerden bâzılarını bana söylemişti. Bunları, kendisinin de yazmasının mümkün olmayacak kadar edeb dışı olduklarını beyan etmişti. Tabiî ki, ben de aynı kanaatteyim!..Edeb dışılık, edebiyatın içinde bulunmamalı!
"Elimizde Başka Ne Var?" başlıklı şiirinde hem soru soruyor, hem de onun cevabını vererek şöyle diyor Mehmet Çınarlı:
"Biz yine şî're dönelim: Elimizde başka ne var?
Hasretle geçmiş bir ömür, kırık dökük hatıralar.
(...) Ve şiir yazalım yine...Dünyada önemli ne var
Çirkinlikler ortasında güzeli aramak kadar?"
Tabiî ki, bunları yazarken, acaba yanlış mı yazdım diye birkaç defa okudum yazdıklarımı. Zîrâ; Çınarlı'nın îkâzı, hâlâ kulaklarımda ve zihnimde!...
O; hem sâde bir insan ve hem de bir şâir olarak dâimâ, " güzeli aramak"la meşguldü(r). O'na göre; " Dünyada", " güzeli aramak kadar önemli " hiçbir şey yoktu(r). O'nun nezdinde, hayatın gayesi, "güzeli aramak"la eşti(r). Hayat, güzellik'ti(r)!
Buna rağmen, Çınarlı, "Boşuna" adlı şiirinde, her nedense ümitsizdir:
"Durmadan çırpınıyorsan da, bu gayret boşuna!
Yazma boş, söyleme boş, kaygı ve hiddet boşuna!"
Diye başladığı şiirini şu mısralarla bitiriyor:
"Bir güzel ses bırakıp gitme hayal eylerken,
Şairim, çıktı hayalin de nihayet boşuna!"
İnsanın; "Yapmayın/ ne yapıyorsunuz/ne yaptınız, Üstâd'ım!" diyesi geliyor. Niçin, böyle düşünmüş(sünüz) diyesi geliyor! Sana bu ümitsizlik yakışır mı? Senin, "Güzel bir ses bırakıp gitme hayalin", nasıl olur da "boşuna çıka"bilir? Şu anda bile, senin o "güzel ses"ini telâffuz etmiyor muyuz? Seninle sohbette değil miyiz? Asıl, zamanı "boş" ver, sen! Zamanda kalanı konuşalım, olmaz mı?
Mâdemki sohbetten söz açtık, o hâlde, "Güzelliklere Doymam" şiirinizle, bunun sebebini herkese ifşâ edelim:
"Bin yıl yaşasam, bunca güzelliklere doymam.
Kalbimde taşır aşk ile, bir gün yere koymam.
Derdim küçülür, uğraşılar tatlılaşırdı,
Onlarda birazcık da şiir lezzeti bulsam.
Meydanda hesaplar: Ne kadar az yaşadık, az!
Elbette şiirsiz kapanan günleri saymam.
Coşkunluğa, taşkınlığa gönlümde yer açtım:
Bir nağmeye verdim de uzaklaştı keder, gam.
Saz, söz ebediyyen sürecek zannedelim de,
Dert etmeyelim gel, tükenen ömrü bu akşam."
İşte, bizler de, "şiirsiz kapanan günleri sayma"dığımız için, sizinle, böyle bir sohbete giriştik!
Çünkü; şiirsiz günler, bir şâirin en yavan, en buruk, en cansız günleridir.
Bilemiyorum ki, biz de mi, "Ne kadar az yaşadık, az!" diyelim! Bilemiyorum!
Bilemiyorum!..Bilemiyorum!..Çünkü;
Yüce Rabb'imiz, Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde: "Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" diye buyurduğu Kâinatın Efendisi'ne bile 'altmış üç' yıl ömür lütfettiğine göre, bizim, herhangi bir söze ne hakkımız olabilir?..