Haziran seçimlerinden sonra AKP politikalarının çoğunlukla terör üzerinden yürüdüğünü hep beraber gördük. Algı seviyesi ile bilgi seviyesi arasında uçurum bulunan seçmen üzerinde, terör üzerinden oyun oynamanın ne kadar kolay olduğunu Kasım seçimleri ile gördük.
Haziran seçimlerinden sonra Sayın Ertuğrul Günay’ın “eğer koalisyon kurulmazsa Kasım seçimleriyle AKP tek başına gelir” öngörüsünü muhalefet ne yazık ki görmek istemedi.
Tek başına iktidarın büyük ihtimalle gerçekleşeceği gerçeği havuz medyası tarafından gölgelendi. Anket sonuçlarının yüksek ihtimalle koalisyon olarak çıktığı bir ortamda AKP’nin oylarını dokuz puan arttırarak gelmesi ise bir muamma olarak kalacak. Ya anket şirketleri yalan söyledi ya da seçimlere müdahale edildi. Seçime bir hafta kala %40 barajında kalan bir partinin bir hafta sonra %50 oy almasını açıklayacak bir terminoloji yok.
Haziran seçimleri ile Kasım Seçimleri arasında geçen sürede MHP’nin karıştırılmak istendiğini görmemek körlük, kabul etmemek saflık olur.
Her fırsatta “hayırcı zihniyet” olarak lanse edilen Sayın Devlet Bahçeli’yi savunacak basın seçime kısa süre kala susturuldu.
Seçimin kaybedeni olarak gösterilen MHP ve partinin lideri Sayın Devlet Bahçeli üzerine daha çok söz söylenecek. Daha seçim sonuçlarının açıklanmaya başlandığı ilk dakikalarda Sayın Devlet Bahçeli’nin istifası konuşulmaya başlanmıştı.
Sayın Sinan Oğan’ın şikâyeti üzerine görülen davada parti üyeliğinin iadesine karar verilmesinin seçimden bir gün sonraya denk gelmesi sanırım büyük bir tesadüftür!
Seçimin bir kaybedeni de Sayın Kemal Kılıçdaroğlu değil mi? Tüm seçmen içindeki %40 oranındaki sol oylara ulaşamamak bir başarısızlık değil mi?
Ya da Sayın Kamalak seçim öncesinde milletvekilliği için AKP kapılarındayken seçimden sonra oylarının yok denecek kadar aşağılara inmesi başarısızlık değil midir?
Kurulacak yeni hükümetin ve meclisin adını ileride göreceğiz. Bu meclis eğer savaş kararı alacak bir meclis olursa MHP’nin ağırlığının olmadığı bir meclis olması kurgulayıcıların işine gelecektir. Bu hükümet “savaş hükümeti” ve meclis “savaş kararı alan meclis” olursa, kaybedenin MHP ve Sayın Devlet Bahçeli olmadığı, kaybedenin Türkiye olduğu görülecektir.
MHP açısından bakılınca aslında parti içinde bir yenilenme için uygun zemin oluşmuş durumda. Genel Merkez ve İl teşkilatlarının yenilenmesi partinin zayıf olduğu durumlarda daha kolay olacaktır.
MHP seçmeninin gözden kaçırmaması gereken bazı kilit noktalar olduğu kanaatindeyim.
Merhum Alparslan Türkeş’in vefatından sonra yaşanan onca olay kronolojik olarak hatırlanmalı.
Kürsü devrilen günlerden gelindiği unutulmamalı, kürsüyü devirenlere önderlik eden Tuğrul Türkeş’in artık AKP saflarında yer aldığı hatta kendisine Genel Başkan Yardımcılığı verildiği halde mücadelenin ortasında saf değiştirildiği gözden kaçırılmamalı.
Mafya partisi olarak insanlara dikta edildiği günlerden gelen, yıllarca bu algıyı silmek isteyen Sayın Devlet Bahçeli’nin ülkücü gençliği sokaklardan çekmesi bile başarı hanesine yazılacak büyük bir olaydır.
Gezi olayları sırasında “Osmanlı Ocakları” adı altında sokaklara çıkıp eylemci avına çıkan ve kendisini hukukun önünde gören insanları gördükten sonra ülkücü gençliğin sokaklardan uzak tutulmasının önemi bir kat daha ortaya çıkmıştır.
Kaldı ki, mafya veya çete arayanların son 13 yılda devlet tarafından verilen ihalelerin ve bu ihaleleri alanların memleketlerini alt alta yazmaları lazım. Asıl mafya asıl çete, ülkeyi haraç mezat ihale masalarında satanlar değil midir?
MHP, ideoloji partisidir. Kendi fikriyatından uzaklaştığı her olayda memleket çıkarları için ortak payda oluşturma çabaları olduğunu görme basiretinden uzak kaldık.
Eğer bir yenilenmeye gidilecekse, kendi yetiştirdiği akademisyen gençlerden istifade edilmelidir. Merhum Alparslan Türkeş; “hepiniz birer bayraksınız, bayrağı lekelemeyin” demişti. MHP için asıl kurtuluş reçetesi, mazisinde leke bulunmayan insanların omuzlarında yükselmekten başka ne olabilir?
MHP’nin lider problemi yok, kadro problemi var. Kadroların yeniden elden geçirilerek liyakat sahibi ellere ve mümkün olduğu derecede ülkücülüğün ne anlama geldiğini bilen 80’li yılları yaşayan insanların omuzlarında yükselebileceğini düşünüyorum.
İstifa konusunu gündemden düşürmeyenlerin havuz medyasının paralı kalemleri olduğunu unutmayalım.
Eğer istifa gerekiyorsa;
Bakanlığının her beş gününe bir madenci ölümü düşen, Taner Yıldız önden buyuracaktı. Milli Eğitim sistemini tarumar eden Nabi Avcı’nın sokağa bile çıkmaması lazım. Ülke tarihinin en büyük katliamında 102 vatandaşımızı kaybederken hala koltuğunda oturan İçişleri Bakanı’na ne dersiniz. Soma faciasının mimarları şimdi neredeler?
Saygılarımla.