Bundan tam yirmi dört yıl evvel, Tokat Valisi (merhûm) Recep Yazıcıoğlu'nun himâyelerinde ve Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay Bey'in öncülüğünde , 29 Eylül- 2 Ekim 1988 tarihleri arasında düzenlenen "Dünden Yarına Türk Millî Eğitim Modeli" konulu Sempozyuma " Öğretmenlik Mesleği Ve Öğretmen Yetiştirme Mes'elemiz" başlıklı ve oldukça geniş muhtevalı bir teblîğ sunmuştum.
Bu teblîğim, daha sonra Ortadoğu Gazetesi'nin ikinci sayfasında, 20 Temmuz 1992- 2 Ağustos 1992 târihleri arasında, aynı başlıkla yayınlanmıştı.
Bugün geldiğimiz noktaya bakıyorum da, gelişmeye dâir, ortada hiçbir ciddî emâre göremiyorum. Zîrâ; p(u)rofesör unvanlı Millî Eğitim Bakanımız, "Üniversiteye Girişte ABD Modeli" (Bknz: Gökhan Kaya, Türkiye Gazetesi, 20 Ocak 2014) teklif ediyor.
Şâyet; millî eğitim sistemimizi bir başka ülkenin "modeli" ile tanzîm edecek idiysek, bugüne kadar niçin bekledik / bekletildik, söyler misiniz? Dahası; Cumhuriyet kurulurken, hattâ Tanzimat'tan beri, hukuk sistemimiz başta olmak üzere, bir çok sistemimizi dışardan aldığımız için, niçin karşı tavır gösteriyor, p(u)ropaganda yapıyorduk?
Mâdemki, millî maarifi tesis edemiyorsunuz, başkalarındaki kusur yerine, niçin kendinizinkilere bak(a)mıyorsunuz?
Bugün, öğretmen yetiştirmeye dâir ciddî bir tavrımız, bir mes'elemiz var mıdır? Millî Eğitimin temel / ana unsuru öğretmen değil midir? Şâyet öyle ise; bugün, bu mesleğe gösterilen ilgiyi kim yeterli bulabilir?
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, seneler önce, bir hakikati tespit ederek şunları söylemiştir: "En verimli yatırım millî eğitime yapılan yatırımdır. Türkiye, bu hakikati anlamadıkça kalkınamaz. Zira, dünyada kültür, medeniyet, sanat, teknik sahasında ne yapılmışsa insan tarafından, kaabiliyetli, iyi yetişmiş insan tarafından yapılmıştır. Kaabiliyetleri seçen, yerli yerine yerleştiren ve geliştiren de okullar ve öğretmenlerdir. Okul ve öğretmen ne kadar iyi olursa, öğrenciler de o kadar iyi yetişir. İleri ülkeler bu gerçekleri bildikleri ve uyguladıkları için ileri gitmişlerdir. Türkiye'nin geri kalmasının başlıca sebebi, iki kere iki dört eder kadar açık olan gerçeklere sırt çevirmesidir."
Bilinmeli ve idrâk edilmelidir ki, öğretmen, "insan yetiştiren insan"dır. Bu gerçeği görmeden atılacak olan her adım, bugüne kadar olduğu gibi sakat olacak ve akim kalacaktır. Çünkü; öğretmen, her meslek mensubunu yetiştiren mesleğin sâhibidir. Bu sebepledir ki, herkes'ten önce, onun iyi yetişmesi / yetiştirilmesi lâzımdır.
Amerikalı şâir ve pedagog Emerson'un , üniversitede okuyan kızı, babasına sorar: "Şu, bu yıl okuyacağımız mecburî derslerin listesi, şu da seçmeli dersler, bunlardan üç tanesini seçmek zorundayım. Lütfen listeyi inceleyin ve bana tavsiyelerde bulunun. Sizce hangi dersi seçmeliyim?
Baba Emerson, listeye alelusûl bir göz gezdirdikten sonra şöyle cevap verir: "Evlâdım, derslerin adı hiç de önemli değil! Sen ders değil öğretmen seçmelisin! Çünkü, derslere ruh ve hayatiyet kazandıran onlardır." (Bknz: S. Ahmet Arvasî, Öğretmen Yetiştirme, Türkiye Gazetesi, 18. 8. 1988, sy.3)"
Bunlara riâyet edilmedikten sonra, Anayasa'mızın 27. Maddesi'nde yazılan:" Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir." hükmü ne kadar kabul görüp, değer bulabilir?
Bugün, üniversitelerimizin, dünya üniversiteleri arasındaki yeri mâlûmdur. Son tespitlere göre sâdece Ortadoğu Teknik Üniversitesi , 85. sırada ilk yüze girebilmiştir. Ortaöğretim kurumlarının vaziyeti de bundan farklı değildir. PİSA raporlarına göre, 64 ülke arasında ancak 43. olabilmişiz!..
Prof. Dr. Mümtaz Turhan, 1972'de yayınladığı "Garplılaşmanın Neresindeyiz? " adlı kitabında şöyle der: " İlk ve ortaokullar için kaliteye ehemmiyet vermeden öğretmen bulmak veya yetiştirmek belki mümkündür. Fakat lise ile üniversiteye öğretmen yetiştirmek, başlı başına bir dâvadır. Çünkü birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki müessesenin seviyeleri üzerinde, istenildiği gibi oynamak mümkün değildir. Bunların milletlerarası bir seviyede olmaları zarûrîdir. Bir mektebin lise, bir ilim müessesesinin üniversite olup olmadığını adları değil, seviyeleri tayin eder. Bu mânâda millî yâni bize göre bir lise, bize göre de bir üniversite yoktur." (Bknz: Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın neresindeyiz?, Yağmur yayınevi, İstanbul, 1972, sy.92)
Son olarak, bu hususta, ABD'nin 1981 ile 1989 yılları arasında 40. başkanı olan Ronald Wilson Reagan (1911-2004) ın, iki bin Amerikalı eğitimciye yaptığı ibret verici bir konuşmasından kısa bir bölüm nakledeceiğim. Reagan şöyle diyor:
"Yeni bir çağın eşiğinde bulunuyoruz. Bu çağ Computer çağdır...Eğer çocuklarımız, dünyada yarının liderleri olarak bir mevki alacaklarsa; onları gerektiği şekilde eğitmeliyiz...."
Bu sözler, bana, Hz. Ali Efendimiz'in şu sözlerini hatırlattı, sanki, ondan ilham alındı: " Çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştiriniz."
Reagan, devam ediyor: "(...)Akademik standartları yükseltmeliyiz. Japonya'da, Batı Almanya'da ve diğer birçok ülkede akademik standartlar bizimkinden yüksektir...İyi eğitimi teşvik etmeli, ödüllendirmeliyiz. Öğretmenlerin maaş ve terfileri liyakat ve başarılarına göre olmalıdır....Öğrencilerimize muhakkak temel dersleri öğretmeliyiz. Diğer endüstriyel ülkelere nazaran fen derslerinde ve matematikte çok gerilerde kalmaktayız. "(Bknz: Reagan'ın Eğitim Üzerine Bir Konuşması, Çeviren: Sadri Sarptır, Türk Edebiyatı Dergisi, Kasım 1987, sy.17)
Bütün bu sözlerin, 'çeyrek asır önce' söylendiğine dikkatleri çekmek isterim!..