SOSYO - P(İ)SİKOLOJİK BİR ANALİZ
Bu terkipler; (İbrahim'in milleti...); (Milletim nev'-i beşerdir...); (Türk milletindenim, İslâm
ümmetindenim...) ve (Benim milletim) dir.
Millet'in umûmî târifini yaptıktan sonra, bunların üzerinde tek tek duracağız.
'Millet' kelimesi, Arapça'dan dilimize girmiştir. Esasta, "dîn, şerîat, topluluk, mezhep" mânâlarına gelen bu kelime, yirminci yüzyılda, F(ı)ransızca'daki 'nation" karşılığında 'yeni bir kültür anlayışı' ile, içi doldurulup mânâlandırılarak: "Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı soydan gelen ve aralarında dil, dîn, târih, sanat, töre, dünya görüşü ve ülkü birliği bulunan insanlar topluluğu"(Bknz: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2011, Sy. 824)
Veyâ;
" 1.Din, mezhep: Millet-i İbrahim, 2. Bir din ve mezhepte bulunan cemaat: Millet-i İslâm, 3. Aynı millî kültüre mensup insanların meydana getirdiği içtimaî topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı olan insanların meydana getirdiği sosyal varlık: Türk, Alman, Japon, Rus milletleri." (Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Tifdruk Matbaacılık ve Sanayii A. Ş. İstanbul, Sy. 861) olarak târif edilmiştir.
Biz, bu yazımızda; bu dört terkîbe / ifadeye / mefhûma / tâbire âit sosyo-p(i)sikolojik bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
a) "İbrâhim milleti..."
Şüphesiz ki, bu terkip, Kur'ânî 'dir ve âyeti kerîmelerde ifade bulur:
Bakara Sûresi'nin 130. âyetinde şöyle buyrulur: "Ve men yergabü an milleti İbrâhiyme illâ men sefihe nefseh, ve lekadıstafeynâhü fiyddünyâ, ve innehü fiyl'âhıreti leminessâlihıyn"
"İbrahim aleyhisselâmın dîn ve şeriatinden kim yüz çevirir? Meğer ki nefsini bilmeyen biri olsun. Biz onu dünyada (nübüvvet ve hak dîn için) seçtik. Cennette de sâlihlerdendir."
(Bknz: Kur'ân-ı Kerîm Meâli Ve Tefsiri, Tibyan Tefsiri, Merhum Ayıntabî Mehmed Efendi, Bugünkü Dile Çeviren ve Açıklayan: Süleyman Fâhir, Bütün Kitabevi, İstanbul,1956, Sy. 68)
Yine; Bakara Sûresi'nin 135. âyetinde şöyle buyurulur: "Ve kaâlû kûnû hûden ev nasârâ tehdedû. Kul bel millete ibrâhiyme haniyfâ, ve mâ kâne minelmüşrikiyn"
" Yahudiler ve Nasranîler, ayrı ayrı, İslâmlara dediler ki: Bizim dinimize girin ki hidâyete eresiniz. Yâ Muhammed! de ki: Hayır, biz, muvahhid, pâk olan İbrahim dinine tâbiiz. O, müşriklerden değildi." (Bknz: a.,g.,e., Sy. 69)
Yûsuf Sûresi'nin 38. âyetinde de şöyle buyurulur: "Vettebağtü millete âbâiy ibrâhiyme ve ishâka ve yağkuûb, mâ kâne lenâ en nüşrike billâhi min şey."
"Ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakup (aleyhisselâmlar)ın dinine tâbi oldum. Allah teâlâya bir şeyi şerik koşmak bize yaraşmaz."(Bknz. a.,g.,e., sy.556)
Bu âyetlerdeki: "İbrahim aleyhisselâmın din ve şerîatinden..."(Bakara, 130) , "...İbrahim dînine..."(Bakara, 135) ve "...İbrahim, İshak ve Yakup (aleyhisselâmlar)ın dînine.." (Yûsuf, 38) ifadelerinde, "dîn ve şerîatinden ve dînine" yerine, "milletinden ve milletine" kelimelerini de kullanabiliriz / koyabiliriz. Zîrâ; 'millet'in bir mânâsı da 'dîn'dir. Meâlde de, 'millet' yerine 'dîn' kullanılmıştır. Bu da; İbrahim (İshak ve Yakup) un mensûb / tâbî / âit olduğu dîne biz de aynı şekilde, aynı his ve îmânla mensûb / tâbî / âit'iz demektir.
Bu mensûbiyet/ tâbiiyet veyâ âidiyet, cihânşümûl bir 'tebliğ'in takdîminde, fert nezdinde, O'nun (veyâ Onların) "dîn"inedir.
Yine, Kur'ân-ı Kerîm'de Âl-i İmrân Sûresi 67. âyette şöyle buyurulur: "Mâ kâne ibrâhiymü yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâ kin kâne haniyfen müslimâ, ve mâ kâne minelmüşrikiyn"
"İbrâhim aleyhisselâm, ne Yahudi ve ne de Nasranî idi. Belki pâk ve muvahhid bir Müslümandı, o müşriklerden de değildi." (Bknz. a.,g.,e.,sy. 175)
Demek ki; İbrâhim aleyhisselâmın dîni, 'haniflik'ti. Ve bu dîne uyana / tâbî olana da 'muvahhid' denirdi. "İbrahim'in milleti" de, Müslüman milleti'dir. Muhakkak ki; İbrahim, İshak, Yakup, bu dîne mensûb / tâbi veya âit'tirler.
b) "Milletim nev'-i beşerdir..."
"Milletim nev'-i beşerdir..." demek, "Milletim insanlıktır ", demektir. Soyu, kavmi, ırkı, milleti, nesebi...reddetmek demektir. Materyalist bir bakıştır.
Bu terkip; Kur'ân-ı Kerîm'deki: " Dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun âyetlerindendir. (Rûm,22) ve "Ey insanlar, biz, sizleri, bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbiriniz ile tanışasınız diye sizi şubelere (ırklara, kavimlere) ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefliniz, takvâda en ileri olanınızdır." (Hucûrat, 13)
Âyetlerinde mânâ bulan bir 'terkip' olarak karşımıza çıkmamaktadır.
"Millet"in, "insanlık" oluşu; milletsizliğe / kozmopolitliğe / soysuzluğa açık dâvetiye görünümündedir.
"Dillerimizin ve renklerimizin" farklı oluşu, bizim irâdemizle midir? İnsanların (canlıların) iki ayrı cinsten yaratılması ve "şubelere, ırklara, kavimlere, kabilelere" ayrılması hangi canlının inisiyatifinde veya elindedir?
Bu terkip'te; bu insan, kendini , bu saydıklarımızın hiçbirine mensûb / tâbi / âit görmüyor. "Millet'ten kaçıyor ve "nev'-i beşer"e bir sığınak olarak giriyor / sarılıyor.
Mes'eleyi, bir soru ile bağlayalım: "nev'-i beşer" diye bir 'millet / ırk / soy / kavim...' var mıdır?
- Hayır!..Değil mi?
c) "Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim... "
"Türk milletindenim" terkîbinde, millet kelimesi, bir kavim ile / Türk ile rabıtalı bir 'ismi' olarak mânâ kazanıyor. Ve "Türk'ün" yerine hangi kelime konulursa, onunla değer kazanır.
"İslâm ümmetindenim" ise; aynı kişinin, inanç olarak hangi ' dînî topluluğa' bağlı olduğunu işâret ediyor. Tabiî ki; burada, bir de "ümmet" kelimesiyle karşılaşıyoruz.
"Ümmet (i.A.) 1.Millet, bir dille konuşan insanların topluluğu, 2. Bir peygambere, bir dine inananların bütünü." (Bknz. Hayat Büyük Türkçe Sözlüğü, Sy. 1209)
Görüldüğü gibi, burada, iki âidiyet / mensûbiyet vardır. Aynı kişi -ben- , hem "Türk milletindenim" ve hem de "İslâm ümmetindenim." diyor. Yukarıdaki âyetlerde mânâsını bulan, hem bir kavme / millete ve hem de bir dîne mensûbiyet / tâbiiyet / âidiyet alenen belirtilmektedir.
Her milletin ferdi, kendi milletine mensûbiyet duyar / duymalıdır. Bu hem içtimâî ve hem de p(i)sikolojik bir hâl'in icâbıdır. Yine, o kişinin inandığı değerlerine de - ki, burada, bu değerin en başlıcası dîn olarak karşımıza çıkıyor- aynı şekilde bağlılığı bulunur.
"Millet" ve ümmet" kelimeleri, taşıdıkları mânâ îtibâriyle de yerindedirler. İkisi de, her ne kadar birbirlerinin mânâsını taşıyorlarsa da, meselâ: "Türk ümmetindenim" veyâ "İslâm milletindenim" gibi söyleyişler, hem kulak tırmalayıp şaşkınlığa sebep olmakta ve hem de mânâ olarak alışılmış'ı / kabullenmiş'i tuhaf göstermesi bir yana, ciddî bir mânâ kayması vücûde getirmektedir.
Bir de, "Batı medeniyetindenim" ifadesi var ki, bunun, bu iki 'terkip yanında 'iğreti' durduğunu söylemeliyim. İslâm medeniyeti, başlıbaşına numûne bir medeniyettir. Bu medeniyet ile 'Türk ' de birleşince, bir başka medeniyete mensûbiyet'e / âidiyet 'e lüzûm kalmıyor. İlmî gelişmişlik kastediliyorsa , o başka! Ammâ, görünen o ki, o değil!
"Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim..."; kişiyi tam târif etmektedir. Beden / biyolojik-fizikî maddî yapı 'Türk' ile, ruhî bünyenin temsilcisi dîn yâni İslâmiyet, biraz önce arzettiğimiz âyetlerin de 'teblîğ' ettiği hususlardır.
Birileri de çıkıp, gayet tabiî olarak, kendini: 'Ben F(ı)ransız / Alman / Rus... milletindenim, İslâm ümmetindenim.." diyerek, târif edebilir.
Kişi / fert / zat / şahıs, kendini ne kadar 'doğru' târif ederse, yürüdüğü istikamet de o kadar ayan / açık olur. Ferdî veya içtimâî hayatında , çelişkiler, tezatlar, kırılmalar ve kıvrılmalar az bulunur.
Kimliği / hüviyeti / aslı / nesli / soyu/ nesebi/ zürriyeti / soyu/ kavmi/ kabilesi/ milleti belli olur ve olmalıdır. Şanlı Peygamberimizin " Soylarınızı biliniz. Sıla-i rahim yapınız!" buyrukları, bunun en güzel mühim îkazını teşkil eder.
Bu terkipte; kendini şuûrlu bir târif vardır. Kendine güven ve geleceğe dâir geniş bir ufuk bulunmaktadır.
d) "Benim milletim"
Bu 'terkip' te, "millet" belirsizdir. "Hangi millet?" diye sorduğumuzda, en azından, buna, yukarıdaki 'terkipler'den hiçbirini cevap olarak verememekteyiz.
Bir daha soralım: Hangi millet?
"-İbrahim'in milleti..." , "-...nev'-i beşer..." veya "-Türk..."
Hayır!..Hiçbiri değil!.. Hepsinin, şu veyâ bu şekilde bir cevabı vardır ammâ, 'benim milletim' terkibinde, bu soruya cevap bulamamaktayız.
Zâten, bu terkîpteki "millet"e, "Hangi millet?" diye sormak da yanlış. Çünkü, onun yâni millet'in, bir mevkii yok. Çünkü, o, tâbî, uydu. Ben'siz, hiçbir hükmü mevcut değil!
Bir diğer husus ise; bunun, İstiklâl Marşı'mızdaki "benim milletim" ile tartışılabilmesi, karıştırılabilmesi ve mukayesesidir. İstiklâl Marşı'mızın o kıt'asını tekrar okuyalım. Bakalım ki, bir benzerlik var mıdır?
"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak."
Üçüncü mısradaki: "O", 'Türk bayrağı'dır. Bu bayrak, "benim milletimin" yâni Türk milletinin "yıldızıdır." ve Şâir; Türk milleti adına, bayrağa sâhip çıkarak, o bayrağı 'milletin temsilcisi' görerek / kabul ederek, " O, benimdir" der ve "o, benim milletimindir ancak" diyerek de pekiştirme / kuvvetlendirme / vurgulama yapar.
Burada; Şâir,Türk bayrağı ile 'iftihar' eder. O'nunla gurur duyar; göğsü kabarır.
Halbuki, "benim milletim" terkibi, yalnız başınadır. Ortada, sâdece yüzer-gezer bir 'millet' kelimesi vardır. Rengi, şekli yâni hiçbir vasfı görünmez'dir.
Ona, yüz defa, bin defa "Hangi millet?"diye sorunuz, hiçbir cevap alamayız / alamazsınız.
Bu, bir 'kelime oyunu' olabilir mi? Bilemeyiz ammâ, muhtemeldir. G(ı)ramer / dilbilgisi olarak, "millet" isimdir. "Benim", birinci tekil şahıs mülkiyet sıfatıdır ki, "millet", (ben) diyene yâni , bana, mensûb'dur / tâbîdir /âit'tir, demektir.
Millet mi bir kişiye mensûb olur, yoksa, kişi mi millet'e mensûb olur? Bir insan, "Benim milletim" diyemez mi? Elbette ki, der. Fakat, o milletin bir 'adı' olur da, ona izâfeten, der.
("Benim milletim" diye 'bir millet' var mıdır?)
Böyle bir mefhûm, sosyolojik olarak mümkün olabilir mi?
Böyle bir mefhûm, dînî olarak - tabiî ki, İslâmiyet'i kastediyorum - kabul görebilir mi?
Böyle bir mefhûm, hukukî olarak uygun mudur?
Böyle bir mefhûm, örfî ve an'anevî olarak değer bulabilir mi?
Böyle bir mefhûmun, p(i)sikolojik sebeplerinin olmaması düşünülebilir mi?
Bu mefhûm, fevrî bir s(ı)logan olarak mı söylenmiştir?
Bir milletin adsız / isimsiz olabilmesinin tahayyülü / insanın yaradılışına uygunluğu mümkün müdür? Onsuz, insanın varlığı, nasıl târif ve îzâh bulur?
Bu; "milletim nev'-i beşerdir..."deki 'gibi' bile değildir ; bundan, 'kozmopolitlik'ten de farklı, 'milletsizlik" veya " bir soya mensûb olmama" kanaati çıkıyor.
Bu cümlelerden olmak üzere; bu vasıfları hâiz olmayan bir "insan", 'târif edilmezlik' içersinde bocalamaz mı?
Kaldı ki; "benim milletim" terkîbinde; tâbîlik / âidiyet /mensûbiyet (ben)e âittir. Bu terkipte 'ben', 'millet'e değil; 'millet', ' ben'e /bana âittir'in işâreti vardır. Halbuki; 'millet', 'kişi'ye değil; kişi, millet'e âit /mensûb /tâbi olmalıdır.
(Kişi milleti) yâni 'kişi'ye âit millet' olabilir mi? Hayır!.. Aksine; millet, kişilerden meydana gelir ve hâliyle, 'millet'in kişisi / kişileri olur.
"Benim milletim" terkîbinde, âit / tâbî /mensûb olan, yâni "millet" kelimesi, tıpkı bir 'nesne / eşyâ / mal ' gibi durmaktadır.
E) Sonuç
İslâmiyette korunması zarûrî olan beş husustan biri de "neslin korunması"dır.
Peygamber Efendimiz de, bir emir olarak bizlere şöyle hitap demektedir: "Soylarınızı biliniz. Sıla-i rahim yapınız." ; "Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılamaz" ve "Kavmine hizmet eden kavminin efendisidir."
Fakat; bir başka nasihat ve îkazda daha bulunuyorlar: "Şu üç hâl ümmetimden ayrılmaz: (Bunlardan biri) "Soyla-sopla övünmek"tir.
Bütün bu âyet-ı kerîmeler ve hadîs-i şerîfler; millet, ecdâd, ırk, kabile, soy, kavim, aşiret, nesil, kol, oymak, sülâle, nesep, zürriyet, cet / ata...kavramlarını reddetmek şöyle dursun, -onlarla övünmemek ve kibre düşmemek şartıyla- onların varlıklarının korunmasını emir, teşvik ve tavsiye etmektedir.
Her canlının bir 'türü / ırkı / soyu / familyası' olması gerektiği gibi; her insan, hâliyle de her şahıs için: "Benim milletim"in; adı, târihi , lisânı, maddî ve mânevî kültürü olmalıdır / vardır. Bize göre ise, bunun adı: Türk Milleti 'dir.
Şüphesiz ki; her kavim / millet için, kendi adları, târihleri, lisânları, maddî ve mânevî kültürleri esastır.