Bankacılık, eğitim-öğretim, siyasi rejimlerine baktıklarımızda şii-sünni ayrımı yapmadan rahatlıkla söyleyebileceğimiz şudur: bugün yeryüzünde Müslümanlar alternatif adil ve refahı temin edecek bir rejim kurma hususunda umut verici değillerdir. Konu o kadar net ve açıktırki yüzyıllardır dile getirilmemiş olması dillendirilmesine özgelik katacak kadar. Bakınız Türkiye dahil kurdukları ülkelere ve sistemlerine, siyasi ve dini önderlerine, eğitim ve öğretim kurumlarına, devlet örgütlerine, devlet başkanlarına vesaireye. Düşünmenin küçümsendiği, nakil ve otoritenin egemen olduğu, itaat edilecek, boyun eğilecek ve yüceltilecek içi boş ve kof önderler ve kurumların egemen olduğu ülkelerdir hepsi. Samimi konuşmak gerekirse sadece Türkiye o da laik ve hür olduğu için biraz ilerlemiş ayağa kalkacak gibi olmuştur. Eğer bu Müslümanların elinde olan bir rejim içinde olsaydı Türkiye’de açlık ve yoksulluk içinde boğuşan birbirini boğazlayan insanların ülkesi olacaktı. Her ne kadar Türkiye laiklik uygulamasında yaklaşık bir aşırı geride bırakırken elimizde çok acı ve kötü, ülke adına utanç verici uygulamaların olmasına rağmen laiklik Türkiye için adeta bir nefes borusu gibi sistemi ve gelişmeyi ayakta tutmuştur. Sorun nerededir? Laiklikte veya şeriat özlemi içinde olanlarda mı? Yoksa her iki görüşü savunanların da zihniyet ve genel dünya bakışlarında mı? Türkiye bu soruyu sorabilecek duruma gelmiştir. Ama diğer İslam ülkeleri ise bu seviyeye gelmek için daha çok zaman harcayacağa benzerler. Müslümanların veya o değerleri savunanların alternatif, topyekün kalkınma ve refahı sağlayacak adil bir düzen kurma olasılıklarına da püf noktası olarak gördüğümüz ağırlık noktası olan laik-hür-liberal düşünce tarzını temin edecek bir yapılanma olduğunu kabul etmeleri gerekmektedir. Yoksa bölündükçe bölünecek, İslam adına birbirlerine cehennemlerden katlar armağan eden karşılıklı küfürleşme siyaset adına devam edecek bir gelecek önümüzde bizi beklemektedir. Adil ve alternatif bir sistem kurma olasılığımız vardır. Merkezinde dindaş değil vatandaş ve insan olan bir sistem kurabilirsek.
Bizim temennimiz budur ama İslam dünyasının görünümü böyle değildir.
ADALET VE REFAH HERKES İÇİNDİR
Alternatif İslam düzeni savunucuları inanmadıkları değerleri inanmış gibi vatandaşa yutturma peşindedirler. Biraz para kazandılar mı hemen hatunların sayısını artırırlar. Şeriatı tamamlamak derler buna. Böylesi zevk düşkünü bencil beyinlerin “ahlaki bir bir dini değerleme” gibi yüzce bir ülküsü olabilir mi?
Adaletsizlik, fakirlik, yerel uluslararası tacirlerin kuralları koyduğu hem de İslam adına uyduruk bankacılık ilkelerinin üretildiği, doğal varlıkların ve zenginliğin batılı şirketlere pazarlandığı, bürokratik ve askeri hırsızların egemen olduğu, din bilginlerinin veya fıkıh uzmanlarının boş konular üzerine boşa mantık tükettiği, herkesin biri birinden infak, sadaka, bağış adı altında para dilendiği, rüşvet, irtikap, akraba-hısım kayırmanın resmi kurum olduğu, devlet başkanı denen kişilerin aile üyelerini ülkenin can damarı kurumlara atadığı, hamili kart kullanma, ekmek parasını kazandığı işe saygısızlık, tembellik gibi utanç verici özelliklerin üst üste yığıldığı toplumlardır İslam toplumları.
Din adamlarının tavırları, İran’da adına Ayetullah, Endonezya’da Ustdaz, Türkiye’de ulama, ilahiyatçı vesaire deyiniz aşağı yukarı aynıdır. Pek farketmemektedir. Bir araya geldiklerinde adeta birbirleriyle uzlaşmamak üzere yemin etmiş olan din adamları İslam ümmeti, hizmet diye diye peşlerinden gelenleri iliklerine varıncaya kadar sömürüp kemirmekteler. Yaptıkları iş aynıdır: Sadece ve sadece kendi anladıkları teoloji ve dini kaideleri öğrenmeye yarayan, ilmihal öğretiminden başka bir şey olmayan, hiçbir fikri tedebbüre ve düşünceye yer vermeyen, insani terbiyenin hiç olmadığı, İslam fıkhı adına ahkam kesen cahiller tarafından; fasit daire (kısır döngü) tekrarından başka bir şey olmayan müfredat programlarının üretildiği, nesillerin büyük zaman kaybı ile harcandığı, boşu boşuna mantık israfının olduğu, zihin işlemesinin tamamen engellendiği, zihin tekamülüne hiçbir faydası dokunmayan konuların habire tekrarlandığı bir sistemin mimarlarıdır onlar. Akılları fikirleri kadınların cinselliği, mübaşeret, sünnetli zeker ile birleşen vaginanın mutluluğu üzerinde canlı televizyon yayınlarında ahkam kesmekten, kocaya itaat, tesettürden başka bir konuda pek konuşmayan gerçekte kendi fildişi kulelerinde ama milyonların içinde yalnız başına yaşayan bencil, acımasız, vicdansız ruhlardır çoğunluğu. Hatta daha ileri gidiyorum, diyorum ve iddia ediyorum ki tanıdığım papaz efendiler kadar da İslam’dan bihaberdiler aslında.
FAKİRLERİ YÜCELTEN KENDİ REFAHLARINA
TAPANLARIN BENCİL ŞERİATINA İNANMAYINIZ
İşleri güçleri yoksulların saltanat kuracağı bir öbür dünya anlamında yorumlanan gerek Tanrının saltanatı veya cenneti dediğimiz yaşamı tercih etmek için fakirliği kurumsal bir tabu imiş gibi sürdüren ve buna adeta ezelden yeminli ahdetmiş beyinler üretenler de aslında din adamlarımızdır. Bu hususta zenginlerimiz ile aynı kulvarda birleşmekte, destek vermekte, din adamlarımız da ikbal dışında bir şey için yapmadıkları için yerel ve uluslar arası sömürünün ülkelerimizde süre gelip süre gitmesine yardımcı olmaktadırlar. Şu satırları okuyan din eğitimi almamış sıradan sadece okuma yazma bilen insanların vicdanlarına soruyorum: Yoksulluğun olduğu yerde şeytan vardı diy mi? Öyleyse neden fakirlik ve fakirler yüceltilmekte, insanlar barakalarda, içinde sıhhi koşullar olmayan yerlerde hayvanlar gibi yaşamaya mahkum edilmektedir. 700 milyon Müslümanın 500 milyonu böyledir emin olunuz.
Adına devlet dedikleri yapı hiçbir kontrole bağlı değildir. Ama ülke ise öyle mi?
Bizi korkutanlara diyorum ki “şeytan ancak kendi dostlarını korkutur” ayetini hatırlayınız. (Ali İmran 145: şeydanu yuhavvıfuune evlıyaaehu) Kalbimizin atışlarını siz mi kontrol ediyorsunuz da elinizde bir iman ölçme aleti ile bizleri din dışı, fasık ilan ediyorsunuz?
İLK ANDA HİSSETTİĞİN NE İSE SON ANDA HİSSETTİĞİN DE O OLMALI
Hazreti Muhammet 610 yılında Hira Dağı’nda ne hissetti ise 632 yılında da vefatı esnasında o mübarek yüreğinde aynı duygu ve heyecanı hissettiğine o kadar eminimki o esnada mübarek ayaklarının dibinde ve onu yüreğimde hissedecek kadar. İşlenmemişlik, pişmemiş, ham, ama cevheri bizde mevcut yüreklerle nelere hükmedemeyiz ki. Alternatif bir sistem üretemiyorsak nedenini buralarda aramalıyız. Allah’ın rızası nerede diye soranlar gayri müslim veya dinsizler değildir, müslümanlardır. Aradaki süreci “pişme süreci, ustalık dönemine geçiş, kuluçka süreci” olarak görsek sonra da insan sevgisini yüreğimize işlesek bu iş çözülecektir. Düşünmenin alt yapısını yani serbest ve hür düşünebilen insanları ürettiğimizde ülkelerimizdeki sistemsizliğe son verebiliriz.
Batılı ve sömürgeci ülkelere karşı alternatif bir sistem kurma şansımız her zaman var olacaktır. Ama bir şartla; insanımıza güvenen, ona güven veren bir sistem ürettiğimizde. Sistemimiz toplumun en alt tabakası, en düşük düzeyli katmanlarının ülkeye ne derecede katkı sağladığına bağlıdır. Bu da en alt en düşük profilli insanlarımızın ekonomik ve kültürel düzeyinin yükseltilmesine bağlıdır. Somut olarak bir örnek vermek gerekirse, zihniyetimizin inkılaba ihtiyacı vardır.
Sorunlu ailelerin çocuklarını ayrı bir okulda yatılı ve lüks bir eğitim kurumunda okutmayı düşünen Japon mantalitesinden öğreneceğimiz çok şey vardır. Biz sorunlu ailelerin çocuklarını okutmayı, özel eğitim vermeyi düşünmüyoruz bile. Ama duyguları geçici olarak, bireysel olarak tatmin eden kurumlarımız çok vardır. Bir uyuşturucu görevi yapmaktadırlar. Sisteme katkı sağlama yerine insanları aptallaştırmaktadır.
Jakarta’da Kota kentinde Arsip Nasional Museum denilen müzeyi gezdiğimizde 17. asırdan kalma dönemin sömürgecilerinin istirahat evi olarak kullandıkları binaların şimdi müze değil de Yetim Okulu olarak kullanılmasının Endonezya’da bir zihniyet değişikliğinin başlangıcı olabileceğini düşündüm. Kota kenti Hollanda döneminden kalma büyük binalarla doludur. Kimisi müzedir. Kimisi boştur. Hepsi de halkın ortak malı olarak kullanılacak bir düzenleme Endonez halkına bir umut verebilirdi. Bizdeki Darul Aceze, Daruş Şafaka; Endonezlerde Yetim Okulu olabilirdi pekala. Sistem artık geriye dönmüş ve en alt tabakadan itibaren kendisini düzeltmeye başlamıştır, imajını topluma verecekti. Çünkü bu ülkede her şeyin en iyisi hep idarecilere, politikacılara ve askerlere hasrediliyor da ondan. Türkiye’de böyle değil mi? Mısır da aynı değil mi?
Ürettiğimiz bir kast sistemi değil, toplum profilini örgüleyen ve ince ilmeklere birbirine bağlayan bir yapı olmalıdır. Ordu komutanlarını değil, alın teri döken işçiyi, şeyh, seyyit, şerif değil sıradan Müslümanı keşfettiğimizde alternatif bir sistem kurma şansımızı artıracağız. Alternatif bir sistem kurma olasılığı her zaman vardır. Var olacaktır. Durum ne kadar karamsar ve koşullar ne kadar kötü olsa bile.
Soruları dürüstçe sormaya başladığımızda, düşünmenin alt yapısını çocuklarımıza öğrettiğimizde, hür beyinli insanlar olarak onlara güvendiğimizde çözümlere doğru adım atacağız.
Yoksa yetehaddebuş şeytanu minel messi (Ali İmran, 175) “şeytanın dokunup da çarptığı kimseler” olarak şeytanın ta kendisi olma yolunda ilerleyenler bizlere ahkam kestiği ve beyinlerimizi dumura uğrattığı İslam ülkelerinin kör talihini yemek için daha asırlarca bekleyecek gücümüzün kalmadığını görüyorum.
Mallarımızla ve nefislerimizle imtihanı (Ali İmran,185) kazanmak için gerekli irade bizde mevcuttur. Musevilerin yaptığı gibi de “sözlerin menbalarını değiştirmek” gibi (Nisa, 45) ahlakımız da yoktur.
Alternatif bir sistem kurma olasılığımız her zaman vardır, var olmalıdır. Sadece düşünce ve aklı yücelten, hür ve laik bir sisteme cevaz verdiğimiz zaman ufkumuzu göreceğiz. Ürettiklerimiz de geleceğimizin garantisi olacaktır. Ülkelerimizde Allah’ın verdiği doğal zenginlik bize yetecek derecede refahı verecek ve geleceğe umutla bakabileceğiz.