Türkiye Cumhuriyetinde sıkıntının ana kaynağı eğitimdir. Milli Eğitim yerlerde sürünüyor, liyakati olmayan insanların elinde her gün biraz daha bataklığa saplanıyor. Sürekli olarak sisteme müdahale etmek durumun vahametini gözler önüne seriyor. Zorunlu eğitimin süresi ile oynamak, sınav sistemini sürekli değiştirmek boşa çırpınıştan başka bir şey değil. Bir de işin içine siyasi çıkar girince bir neslin yok edilişini, uçurumdan aşağıya itilişini endişeli gözlerle izliyoruz.
Sürekli olarak öğretmen açığından bahsediyoruz. “13.572 özel eğitim öğretmeni açığımız var” diyoruz. Fakat Adıyaman’ın Kâhta ilçesinde 20 öğrenciye 26 öğretmen eğitim veriyor.
Gazi Üniversitesi 67 yıldır İngilizce öğretmeni mezunu veriyor. Hâlihazırda 59 tane üniversitesi İngilizce öğretmeni mezunu veren ülkede, 12.105 tane İngilizce öğretmeni açığının olması iş bilmezliktir.
Kaldı ki, zorunlu eğitim kapsamında 10 yıl İngilizce eğitimi alan lise bitirmiş çocuklarımızın büyük bir çoğunluğu, kısa öz geçmişini İngilizce olarak anlatamaz.
Sanmıyorum diyorsanız;
Şahsen olmasa bile televizyon ekranından tanıdığım bir kişi, üniversite eğitimini tamamladığını söylediği halde iki kelime –one munite- dışında İngilizce bilmiyor. Hepimiz bu duruma şahidiz. İki kelime İngilizce ile ülke yönetenlerin Milli Eğitimden dem vurmasını gelin siz yorumlayın.
Altyapısı oluşturulmadan Osmanlıca eğitimini zorunlu ders kapsamına almak siyasi ihtiraslar yüzünden bir nesli feda etmekten başka bir şey değildir. Hele Osmanlıca ile dindar nesil yetiştirme fikri dangalaklığın alasıdır.
Adam yerine koymadığınız, ateist diyerek lanetlediğiniz Aziz Nesin notlarını Osmanlıca olarak tutardı. Osmanlıca Aziz Nesin’i Müslüman yapmaya yetmedi. Osmanlı’nın başının belası olarak adlandırdığınız, vatan haini olarak ders kitaplarına yerleştirdiğiniz Jön Türklerin tamamı Osmanlıca biliyordu fakat çoğunun itikat problemi vardı. Kısacası bir yerde bir yanlış var.
Osmanlıcaya geçiş düşünülseydi ve bu konuda samimi olunsaydı yumuşak geçiş yolu aranırdı. Atatürk’ün hatası bir günde alfabeyi değiştirme neticesinde eldeki mevcut eserlerin kaybolmasına yol açmak ve yeni alfabe ile ilgili mevcut kaynak eser verememek olabilir. Alfabede geri dönüş fikri, mantık işi değildir, “İki göç bir yangına bedeldir.” Hatayı hata ile kapatmak ahmakların işidir.
Yapılmak istenen, neslin dilini yok ederek asıl hafızasını yok etmektir. Bu kadar kısa sürede iki kez alfabe değişikliği, dili ileri değil geri götürür. Rus dil devrimi, yunan dil devrimi bu konuya örnek gösterilebilir. Yunanca “panukla” veba hastalığı anlamına gelir fakat kırk yaşın altındaki yunan vatandaşları kelimenin anlamını bilmiyor. Dil devriminden sonra birçok kelime sözlüklerden ve hafızalardan silinmiş ve unutturulmuştur. Bu tastamam bir, “büyük birader” uygulamasıdır. Meraklısına tavsiyem, George Orwell- bin dokuz yüz seksen dört.
Uzun uzadıya hata araya gerek yok. Eğer Osmanlıcadan medet umarak yola çıkıyorsanız mevcut Osmanlıca eserlere sahip çıkmak gerekir. Özellikle Latin harfleriyle yazılmış eserler geçiş sürecinin en önemli eserleri olarak kabul edilmeli ve sahip çıkılmalı. Latin harfleriyle yazılarak halkın istifadesine sunulan ve ülkemizde en çok okunan eser olan risale-i nur külliyatının yayın haklarının gasp edilerek, Diyanet İşlerine devredilmesi ve son bir yıldır bir tek nüsha bile basılmaması yalanın, sahtekârlığın ve ihanetin açık delilidir.
Dili ve edebiyatı gerileyen toplumlar, alfabesi ve lügati ile oynanan toplumlardır. Sovyet dönemi “mankurtlaştırma” politikaları konuya güzel bir örnektir. Bakınız: Cengiz Aytmatov/Gün Olur Asra Bedel.
Bir neslin sosyal psikolojisi ile oynayarak yok etme çabasında olanları Allah’a havale ediyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun.