Dünyâda, başarılı olan müesseselerin kaldırılmasının veyâ tecziyesinin düşünülmesi, bize mahsûs bir tavır olsa gerektir. Başlatılan tartışma; bir üstünlüğün, bir ciddî ve dürüst gayretin, ilim emeğinin kıskançlığından ve inkârından başka bir şey değildir.
Bendeniz; ilkokul, ortaokul, lise, Kara Harp Okulu ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere, bir yılı devre kaybı olmak üzere on sekiz yıl tahsil görmüş ve yirmi beş yıla yakını üniversitede olmak üzere otuz yıl hocalık yapmış; bu zaman dilimleri içersinde, nice mağduriyetler, sıkıntılar içinde okumuş ve okutmuş, bugün îtibâriyle ifade ediyorum , o tahsil yıllarımdan bu âna kadar kalemi ve kâğıdı elinden bırakmamış biri olarak söylüyorum ki, Türk millî eğitimi, zaman zaman inişli çıkışlı ârızalar yaşamış olmasına rağmen, 1978-1979 döneminin, maârif câmiâsı üzerindeki baskıcı, kıyımcı, sürgüncü, zulümcü tavrından ve " Hızlandırılmış Eğitim " ile de, ilmîlik vasfının tahribinden sonra, en fazla bu dönemde seviye düşüklüğü müşâhede ettim ve bizzat yaşadım.
Elbette; başarısız ve yetersiz dershâneler bulunabilir. Buna, aslâ bir diyeceğimiz olamaz. Ammâ; siz, size verilen Anayasa salâhiyet ve mes'uliyetini yerine getirdiniz de, bu müesseseler birden bire mi ortaya çıktı. Hele bir düşününüz, son on - on bir yıl içersinde, dört Millî Eğitim Bakanı gelip geçmiş, herbiri, bir diğerinin yaptığını beğenmez bir hâlde, çocukları ve gençleri zihnî ve bedenî karmaşaya sokmuştur.
Büyük torunum üniversite üçüncü, ortanca torunum üniversite hazırlık ve küçük torunum da yedinci sınıfta okumaktadırlar. Bunların üçü de bu sistem içersinde, yâni son dört Sayın Bakan'ın döneminde okumuş ve okumaktadırlar ve âdeta " kum torbası "na dönmüşlerdir.
Bu çocukların hiçbiri, " dershâne " olmasaydı üniversiteyi kazanamazlardı. Nasıl bir idrâk ki, kendi başarısızlıklarını temsil eden " okulları " ıslâh yerine, başarılı olanları " ilgâ " ile meşgûldür.
Analar-babalar-dedeler-nineler, dershâne / kurs parası vermeye bayılıyorlar mı ki, " dershâneleri " tercih ediyorlar ? Var mı böyle bir mantık ? Yazık değil mi bu millete ?
Zavallı millet, " parasız kitaplar " ın ilim ve irfân ile dolu olduğu zannındadır. İçleri uydurma kelimelerle ve fikrî yanlışlıklarla dopdolu kitaplarla varılan nokta, işte burasıdır.
Bütün yetkileri elinden alınmış, geçim sıkıntısı içersinde bulunan öğretmen ve öğretim üyelerinin gayretleri, çırpınmaları hiçbir mânâ ifade etmemektedir. Her derse âit " koskoca iki kitap " ve her ders için " alınması mecbûrî tutulan kocaman büyük boy defter " ile, çocuklar her sabah ( veyâ öğle ) yıkık/ çökük omuzlarla ve eğrilmeye yüz tutmuş bellerle okul yolunu tutuyorlar. Halbuki; inceledim de söylüyorum, dershânedeki kitaplar hem daha küçük, hem de konuları kolay kavratıcı bir şekilde hazırlanmıştır. Çocuğa, zevk ve araştırma heyecanı veriyor.
Bana söyleyebilir misiniz; dershânede ders veren öğretmenin okuldaki öğretmenden farkı nedir?
Siz; okuldaki öğretmene gerekli malzemeyi verdiniz de, o, başarısız mı oldu? Hayır! Bin kere, milyon kere hayır! Bir de onların üzerindeki, " bakanlık-öğrenci ve veli baskısı "nı düşününüz!
Sınıflarınız tıka-basa dolu olursa, kitaplarınız kelime yığınından başka bir şey ihtivâ etmezse, öğretmenin aldığı maaş kendini ayın on beşine-yirmisine taşıyamazsa, okullarınızdaki temizlikten güvenliğe kadar gerekli işleri , sayıca yetersiz idârecilerin ve öğretmenlerin omuzlarına yüklerseniz başka ne olabilir!
Ya, şu; babaların, annelerin, dedelerin ve apartmandaki tecrübeli kişilerin yaptıkları " performans ödevleri " !..Bu kelime, F(ı)ransızca " performance " dır. Karşılığı, aynen şöyledir: " Performance, n. f. Resultat sportif "... Bu, ne mânâya mı gelir ? ( Lütfen gülmeyiniz! ) Cevap: " S(ı)portif sonuç ! "
Kılık kıyafetteki tertipsizlik, uyumsuzluk, muvâzenesizlik ve karmaşa, belli an'anevî disiplinleri de alıp götürmüştür. Bir yanda, bilgisayarlı, tabletli öğrenimden söz edilirken, okullar basit masraflarını temin için kıvranıyorlar. Bu da ayrı bir dert, değil mi?
Geçen hafta, " Tokat Kent Konseyi"nin dâvetlisi olarak, VI. Yeşilırmak Şiir Şöleni ve Yavuz Bülent Bâkiler'e Vefâ Gecesi " münâsebetiyle Tokat'taydım. Şölenden sonra, genç bir doçentle sohbette bulunduk. Birçok şeyi biliyordum ammâ, bu da tuzu-biberi oldu:
- Hocam, dedi. Geçenlerde, ilmî bir çalışma için Polonya'ya gitmiştim. Bulunduğum üniversitedeki meslektaşlarım, bana, kaç saat derse girdiğimi sordular. Bir ân düşündüm ve yirmi saat, dedim. Yüzüme hayretle baktılar:
- Yirmi saat mi? dediler. Ayda mı ? dediler.
Halbuki, ben, onlara doğrusunu yâni ( kırk iki saat ) derse girdiğimi söyleyemedim. Hem de ayda değil, haftada kırk iki saat! "
İlim böyle mi şahlanır? Maalesef, " okumak " , gerçekten " angarya " hâlini almış.Yazık!..
Bilenler bilir ki, maârif üzerine yazdığım yüzü aşkın makalemde, verdiğim konferanslar ve katıldığım panel ve sempozyumlarda, ömrüm boyunca " özel dershânelerin " karşısında bulunmuşumdur. Ammâ; bunların, nasıl bir maârif sistemi ile ortadan " kalkabileceğini " lütfen dikkat buyurunuz, " kaldırılacağını " değil; kalkabileceğini îzâha çalıştım.
Bir de, esâsa yâni, T. C. Anayasası'na bakalım: " Madde 27 - Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. " âmir hükmüne rağmen, bunca çocuğu, genci ve veliyi sefîl edeceksiniz. Mevcut şartlarda, bu, doğru bir iş midir ?
En azından; geçen on bir senede, dört Sayın Bakan, elemanlarını, biraz olsun bu iş üzerine teksif edip kafa yordursaydı, belki daha sıhhatli bir netîceye ulaşabilirlerdi. Fakat hayır! Niçin olsundu? Kitaplar parasız dağıtılıyor ya! Kimin parası ile kime hediye veriliyor, kimse bunu düşünmüyor bile! Bu, yeter de artar bile!
Maârifte, ilkokuldan üniversite sonuna kadar, büyük keşmekeş yaşanmaktadır. Üniversiteler , eskiden / bizim zamanımızda " teksir" ile, şimdilerde de " fotokopi " ile öğrenim yapıyorlar. O zamandan bu zamana / elli senedir, fark eden nedir? Katkı payı adı altında alınan paralar olmasa okul idârecileri ne yapabilirler? Gençlerin kaldığı mekânlar ( yurtları, evler , pansiyonlar ) sağlıksız ve güvensiz bir vaziyettedir.
Halbuki; bize verilen, uymamız gereken ilâhî bir emir de vardır : " ( Her şeyi ) yaratan Rabbinin adiyle oku " ( Alak-1)
Peki; - lütfen, hiç kimse, daha gerilere gidip de mes'ul ve salâhiyetli aramasın- geçen on bir yıl içinde, bu ilâhî emir ile, hiç bir salâhiyetli ve mes'ul, hiç mi ürpermedi, titremedi, üzülmedi, endîşelenmedi ve sızlanmadı! Okuma ve yazma zevkini vermeyen, gençlerin beyinlerini ve gönüllerini bu zevk ve heyecanla tezyîn etmeyen / edemeyen sisteme " maârif sistemi " denir mi?
Millî eğitim; iyi ve bilgili insan yetiştirmeyi hedef alır. İnsanın yetiştirilmesine bu kadar uzak duran bir sistem, ne kadar yüksek binalar yapsa da göğü delemez; gök-delenlerle, semâ feth-edilemez!
Bu noktadan hareket ederek, bu güzel memleketteki okuma nispetlerine de bir bakalım. İbret ve dehşetle okuyalım ve hâlimizin bir fotografını çekelim. Ve yarın sabah, hepimiz, dershânelerin kapısına dikilip, bu geriliğin müsebbibi sizsiniz diyerek, kapılarına kilit vuralım, ister misiniz?
Son istatistiklere göre vaziyeti arz ediyorum:
Türkiye'deki kütüphâne sayısı: BİN DÖRT YÜZ OTUZ DÖRT ;
Türkiye'deki kahvehâne sayısı: ALTI YÜZ BİN .
Bir yılda kişi başına okunan kitap sayısı:
Japonya'da: YİRMİ BEŞ , İsviçre'de : ON ; F(ı) ransa'da : YEDİ ; TÜRKİYE'de : bir yılda değil, on yılda BİR kitap.
Türkiye'de, kitap, ihtiyaç sıralamasında İKİ YÜZ OTUZ BEŞİNCİ sırada.
Ve; Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim Ve Kültür Kurumu ( UNESCO )'nun istatistiklerine göre;
Türkiye, dünyâ okuma sıralamasında SEKSEN ALTINCI sırada.
Avrupa'da kitap okuma ortalaması: YÜZDE YİRMİ BİR ;
Türkiye'de ise, kitap okuma ortalaması : BİNDE BİR'dir. Evet; BİNDE BİR !
Bu mükemmel PERFORMANS (! ) ı, işte bu Millî Eğitim ile sağlamışız !!!
Evvelki gün ( 19 Kasım 2013 ) bir gazetede şöyle bir haber okudum: " Devlet eğitim üsleri kuracak " mış !.. Ne tesâdüf mü yoksa ne isâbet mi, diyelim, bilmiyorum !..
Her ilimizde ve neredeyse her ilçemizde açılan fakülte ve yüksek okulun bizi taşıdığı YÜKSEK PERFORMANS budur !
Netîce bu ise, neyi tartışmamız gerektiğini başa dönerek tekrar düşünelim.
Düşünmemiz gereken şeyi, yâni, ilkönce, bütün bu hususları " düşünme" yi düşünelim!...
Ne dersiniz?..
* OMÜ Em. Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar