Batılılar bizi ötekileştirmeye çalışıyorlar, bizimkiler de ötekileşmeye dünden razı… Haliyle pamuk ipliğiyle tutunduğumuz Batı ittifakıyla bağlarımız ilmek ilmek atıyor. İster istemez bizi ayaklarımızdan çekiştiren Ortadoğu’ya doğru her gün biraz daha düşüyoruz.
Osmanlı’dan sonra kargaşaya, eşkıyalığa, emperyalizme, diktatörlüğe ve kanlı kardeş kavgalarına sürüklenen bir coğrafya, girdap gibi çekiyor bizi…
İrin başları Ortadoğu’da olan terör, korkunç yüzünü gösterdikçe milletçe endişelerimiz artıyor. Kendimiz için olmasa bile çocuklarımızın yarınları için… El bebek gül bebek yetiştirdiğimiz evlatlarımızın,
emperyalistlerce akılları başlarından alınan katillerin kurbanı olmasından korkuyoruz.
Bir alışveriş merkezinde, havalimanında, stadyumda, kalabalık bir caddede… Ansızın patlayan lanetli bir bombadan saçılan şarapnel ve bilye parçaları sevdiklerimizin uzuvlarını parçalayacak, bize de yüreğimizi dağlayan bir acı ve ruhumuzu örseleyen bir dehşet kalacak diye endişemiz…
Aslında terörün amacı da tam olarak bu belki de… Huzurumuz kaçsın, birbirimizi sevmeyelim, bizden olmayandan çekinelim isteniyor. Böylece düşünmeyelim, sorgulamayalım, üretmeyelim ve teslim olalım diye arzulanıyor…
Bir tür öğrenilmiş çaresizlik…
Peki, yok mu bu korku döngüsünden kurtulmanın bir yolu? Bağdat’da, Halep’te, Şam’da, Beyrut’da ve Kahire’de ne olacaksa İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da aynısı olmak mı zorunda?
Yoksa bizi terör bataklığı halindeki Ortadoğu’ya çeken kara deliklerden çıkışın bir yolu var mı?
Binlerce sene evvel Ergenekon’dan çıkış için çareler arayan Türk Milleti, nasıl bir yol bulup tarihe imzasını attıysa, Ortadoğu girdabından çıkışın da yolları var şüphesiz.
Çare öze dönüştür… Çare kadim köklere tutunmaktır… Çare bilimdir… Çare demokrasidir… Çare büyük bir toplumsal mutabakattır… Çare dört asır geciken Türk rönesansıdır…
Sistem değişikliği zorlamasıyla devletin enerjisini harcamakla, toplumu kutuplaştırmakla geçen her dakika, ne yazık ki bizi çarelerden uzaklaştıracaktır.