Metin AKGÜN
Siyaset, Arapça kökenli bir kelime olup, at eğitimi, at talimi anlamına gelir. Bir başka ifade ile de; bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Bu uzlaştırma faaliyeti ise yönetim erkinin elde bulunması ile gerçekleşir.
Siyaset, Arapça kökenli bir kelime olup, at eğitimi, at talimi anlamına gelir. Bir başka ifade ile de; bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Bu uzlaştırma faaliyeti ise yönetim erkinin elde bulunması ile gerçekleşir.
Tarihi açıdan değerlendirildiğinde Siyaset; insanın ortaya çıkışı ile birlikte uygulanan tarz ve üslup ile sanat boyutları da olan yönüyle, uygulama sahnesinde yerini almış ve binlerce yıl yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve yönetsel gücün elde tutulması davranışlarına yön vermiştir.
Antik Çağ'dan beri toplum yönetimi üzerine çalışma yapan düşünürler hep kendi çağlarının ütopyasının (mükemmel veya sadece daha iyi bir toplum yaratmak için verilen çabalar) mücadelesini vermişlerdir.
Adem peygamberden, Habil ile Kabil arasında yaşanan hadisede; dökülen ilk kanın, ilk zulmün, İlk şehidin toplumda yarattığı şoktan, kaostan buyana sürekli devam eden temel gayret, toplumda huzur ve refahı sağlamaktır. Aklıselimin gayreti, bireysel ve toplumsal açıdan taraflar arasında yaşanan problemlerin çözüm sürecinde çıkarların uzlaşması yönünde yoğunlaştı… Gayretler ve yoğun çalışmalar, sistem arayışları hiç bitmedi. Sürekli daha iyi, daha adil, daha güven duyulan sistem ve sistem uygulamaları arandı uzun yıllar…
Siyasal sistem, sosyal sistemin bir dalıdır. Bu nedenle, toplumlar arasında farklı sistemler ortaya çıkmıştır. Siyasal sistem genel olarak devlete bağlı olan kurumların birbirleri arasındaki ilişkiler ile yönetenle yönetilenler arasındaki ilişkilerin bütünüdür. Siyasal sistemler yöneten ve yönetilenin sayılarına ve aralarındaki ilişki niteliğine göre sınıflandırılır.
Eflatun'a göre ilk siyasi sistem patriarşidir. Bu küçük toplumlarda, daha çok aileler içinde uygulandığı var sayılan sistemdir. Genelde, yöneten erkek ve ailenin en yaşlısıdır. Ailelerin bir araya gelmesiyle büyüyen toplumda siyasal sistem Monarşi, Aristokrasi, Oligarşi şeklinde devam ederken, Demokrasiye dek devam eder. Eflatun, halkın tamamının siyasete karışmasının toplumu bozacağını düşüncesindedir. (1)
Siyasetin temel amacı, bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması, toplumda huzur ve refahı sağlamak iken, siyaset vasıtasıyla iktidar, dolayısı ile gücü ele geçirenin elinde bazen zulmün kaynağı da olabilmektedir. Bir şahsın, zümrenin, grubun çıkarlarını sağlama aracı haline de gelebilmektedir, uyulması gereken temel ilkeden, adaletten sapınca… Çünkü yönetim sürecinde adil olmayan her uygulama, sosyal çözülmenin, toplumda kargaşanın, kaosun başlatıcı değişkeni olabilmektedir.
İlk çağda, Kabil-Habil arasında yaşananlarda da, pagan anlayışın egemen olduğu süreçte de, yönetim süreçlerindeki çıkar odaklı, nefsani her uygulamanın, toplumda zulmün kaynağı olduğu, İslam tarihinde de görülür.
Hz. Peygamber’i (sav) gören gözler henüz yaşarken, nefsani, bir anlık heva ve haveslerin peşinde yaşayanların yaşattığı “Kerbela”’dan bu güne varan süreçte yaşanan hatalar zinciri, iktidar mücadelesinde adaba, edebe aykırı yapılan hatalar değil mi?
Oysa; Allah (c.c.) “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Demiyor mu? (Maide/8).
Adaletle yönetme, nefsani heva ve heveslarden uzak, çıkar odaklı olmadan topluma hizmet odaklı uygulamalardan uzaklaşma, toplumsal barışı olumsuz etkilerken, sosyal çözülmenin de temel sebeplerinden olabilmektedir. Bu hal yaşandığı toplumda çıkar çatışması, kaos başlamaktadır.
Yaratılanların en şereflisi İnsan! Sadece nefisinin tatmini odağıbda yaşarsa, doymak bilmeyen nefisinin peşinde koşarsa; sadece kendini düşünür, adaletten sapar, beraber olduğu insanları kendine hizmet etsin diye kendinden aşağı görür ki, o zaman kişi Firavun’laşır, Nemrut’laşır…
Firavun, Nemrut anlayışında yetişen insanlar, ailesi içinde de yöneten veya yönetilen konumunda bulunduğu toplumda da güce yönelir, güce tapar. Bu yönüyle de ulaştığı gücü kaybetmemek için en güçlü kimse ona yanaşır, güçten nemalanmak için en güçlü olanı daha güçlü kılmak için sömürü anlayışını kul olur…
Bu hal sadece İslam dışı toplumlarda değil, İslam aleminde de yaşanabilir tarihte yaşandığı dönemler olduğu gibi… Kabil-Habil arasında yaşanan çıkar odaklı olma, nefsani yönelim, Kerbela’da devam ederken, tarihçilerin tartıştığı Emevi uygulamalarının benzerleri, hatta daha ağırları devam etmiyor mu günümüzde de?
Nefsani davrananların kendi çıkarlarını koruma, makamlarının/koltuklarının emniyet altında olması için adaleti çiğnediklerini, siyaseten oturdukları koltukta yaptıkları uygulamaların Allah’ın emirlerine uymadığını, bu yönüyle de zulüm olduğunu bilmelerine rağmen devam etmiyor mu yakın çevremizden, İslam âleminin bütününe?
Siyasette de nefsin terbiyesinde mesafe almış olmak, ölmeden önce sonsuzluğun sahibine ulaşmayı dilemek, bu niyet üzere yaşama samimiyetini göstermek, nefsinden ziyade nesline hizmette mesuliyetleri olduğunu unutmamak önemlidir.
Siyaset, hizmette vasıta ise, hizmetin hedefi olan ferdin varlığı için, devletin bekası da önemlidir. Bu yönüyle siyaset sürecinde yönetenler, siyasetçi olmaktan ziyade devlet adamı niteliği ile farklı olmalıdırlar. Çünkü siyasetin sağlayabileceği menfaatler karşısında duruş gösterebilmek, kişinin devlet adamı niteliği ile doğru orantılıdır.
Çünkü, siyasetçi/politikacı, siyasetteki tercihinde seçenlerle iyi ilişkiler kurmaya odaklanabilir, devlet menfaatlerini zaman zaman göz ardı edebilirler. Oysa, hedef toplumun bütününe hizmet ise, bir fert bile dışlanmadan, ötekileştirilmeden, şahsiyeti rencide edilmeden, yaratılanların en şereflisi olduğu unutulmadan, insan onuru yüceltilerek değerli kılınmalıdır. Siyasetçi, bu yönüyle insan ve toplumsal ilişkilerini oturtmalı, toplumsal ve iktisadi açıdan projeleriyle ferde, kitlelere ulaşmalıdır.
Toprağın, yaprağın ve üzerine yaşayan tüm hayvanların siyaset yapanların üzerinde hakkı olduğunu unutmamalıdır.
Söylediği her sözün, verdiği her kararın ve yaptığı her işin kendisine yetki verenlerin ortak çıkarları üzerine etki ettiği unutmamalıdır.
Siyaseten yönetim yetkisini devralan, yönetimde bulunduğu sürece kimi misal alması gerektiği yönünde zihni net olmalı, temel değerleriyle yaşama yönünde topluma örnek olmalıdır.
Hazreti Ömer, hilafeti zamanında , yanında oğlu Abdullah ve Hz. Hasan olduğu halde Medine sokaklarında dolaşıyordu. Bir sokaktan geçerken gayet zayıf kalmış, bakımsız bir çocuk görüp:
“Bunun hiç kimsesi yok mu acaba? Nasıl insan bunlar, çocuğa hiç bakmamışlar” dedi. Oğlu Abdullah:
“Baba tanıyamadın mı? O senin torunun, benim de kızımdır, deyince, Hz. Ömer kızdı ve:
“Yazıklar olsun sana” dedi. Babasının öfkelendiğini anlayan oğlu:
“Baba ne yapayım, sen halifesin bana biraz daha imkan versen çocuğa daha iyi bakardım. Elindeki imkanları kullanıp bana daha fazla fırsat vermiyorsun ki” dedi. Bu söz üzerine halife:
“Vallahi oğlum, diğer Müslümanlara yaptığımdan daha fazlasını sana yapamam. Onlara ne yapıyorsam sana da ancak o kadar yapabilirim. Bunu böyle bil” demesiyle, siyasilere önemli bir örnek, önemli bir uyarı olduğunu düşünüyoruz...