Çok yakın bir gelecekte entelektüel mahfil ve siyasi arenaların en büyük tartışma konusu olacak olan milliyetçiliğimizi net ve kesin çizgilerle ortaya koymamız gerekliliği tarihi bir mecburiyet haline gelmiştir.
Bizleri kısaca kozmopolitan diye adlandırdığımız ve milliyetçiliğin yerini hümanizmayı, halkların kardeşliğini, yada İslamcılık anlayışını ikame etmeye çalışan guruplarda yıllardan süregelen yanlış bir kanaat vardır.Her şey den önce Türk milliyetçiliği bizlerin batıl ve eçhel aydınımızın zannettiği gibi 20. yy da ortaya çıkmış değildir. Irkçılık ile uzaktan yakından ilgisi, alakası yoktur.
Türk milliyetçiliğinin bu çağda başka milliyetçiliklerle ilişki kurulabilecek tek yönü yüzyılın ilk yarısında reaksiyoner tarzda harekete geçmek zorunda kalışıdır.
Bu ise var olma mücadelesi vermek durumuna düşmemizin doğurduğu ve İstiklal savaşıyla ifadesini bulan bir reaksiyonerliktir bir bakıma.
Türk milliyetçiliği eski Türklerin toplumsal yaşamını yönlendiren belirgin bir unsur olduğu gibi, İslamiyet sonrasında da milletimiz ayakta tutan bir güç vazifesi ifa etmiştir.
Türk milliyetçiliği rahmetli Osman Turanın tabiriyle bir cihan hâkimiyeti şekliyle ismi zikredilmeksizin yaşamış ve bütün tarihimiz boyunca muharrik bir kuvvet olarak yol göstermiştir. Kısaca Türk milliyetçiliği yüzlerce seneden beri var olan bir gerçekliktir.
Onu değerlendirirken bizi tanımayan, milletimizin özelliklerini bilmeyen ve bilme şansına da asla sahip olmayan yabancıların milliyetçilik hakkındaki fetvalarını dikkate almamız Türk milliyetçiliğinin şahsına irca ve izafe etmemiz mümkün değildir asla…
Önemle belirtmek isterim ki Türk milliyetçiliğinin evrensel oluşunun sebebi tüm milletleri asli konumda koruyucu ortak milli ve manevi değerle de yol gösterici birleştirici olmasıdır.
Türk milliyetçiliğinin dışındaki tüm milliyetçiliklerde asimilasyon politikası mevcuttur. Oysa Türk milliyetçiliğinin kucaklayıcı ve koruyucu yaklaşımı ile devletlerin ebet müddet olması yadsınamaz bir gerçekliktir.
80 ihtilalinden beri milliyetçi camiada bir entelektüel jargon eksikliği varlığını hep hissettirmiştir. Kendimize has ve tumturaklı bir söyleyişimizin olmayışı yada olanın yeterli gelmeyişi bizleri gündem tespit etmede rol alamamak ve başkaları tarafından belirlenen gündemin içinde çırpınmak gibi acı bir sendroma düçar kılmıştır.
Bu problemi yavaş yavaş aştığımızı sevinerek müşahede ediyoruz. Ancak bunun kitlelere tam manası ile duyurulabildiği noktasında mütereddidiz.
Çünkü bu meseleyi yalın kat bir iktidar meselesi olarak algılamanın doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bize göre bu su götürmez bir gerçeklikle Türk insanını derinden saran bir mantalite meselesi, insanımızı kutsal ülküler doğrultusunda yeni mecralara kanalize edebilme meselesidir.
Yapmamız gereken şudur; Geriye dönüp yaşananları sorgulamak yerine, yaşanan iyi kötü cümle hadiseden bir ibret vesikası olarak istifade etmek ve yüzümüzü ümit var bir halet-i ruhiye ile istikbale çevirmektir…
Şüphesiz Türk milliyetçiliği fikrine sahip olan her ferdin bu donanımı ve bu birikimi başkalarına aktarabilecek kabiliyete malik olması gerekmektedir.
Velhasıl; milliyetçilerin görevi Türk milliyetçiliği fikrinin geniş bir devlet felsefesi engin birikimi olduğunu misyon edinip geniş kitlelere anlatmaya çalışmak ve çabalamak olmalıdır.
Milliyetçi ekonomik model, milliyetçi eğitim sistemi, milliyetçi kültür politikaları, hâsılı memleketin sosyal, kültürel ve ekonomik meselelerine karşı ürettiğimiz tezler bütünü, bir şekilde ne yapılıp yapılarak devletin her hücresine ulaştırılmalıdır.
Şükürler olsun ki bugün ülkenin gündemini tayin edecek bir noktadayız. Öyleyse işimiz belirlenen çizgide ilerlemek ve bizi savunma psikozuna (mesela ne kadar Müslüman var bunu kanıtlamak gibi) yöneltilecek tartışmalardan uzak durmaktır.
Varılmak istenen hedefte, takip edilen metod da belli olduğuna göre Türk milliyetçiliğinin dinamizmiyle örtüşen kendimize has bir söylemi yakalamanın tam zamandır.
Necip Türk milletine âşık olan bir fert olarak diyorum ki; Türk milliyetçiliği "yaratılanı yaratandan ötürü sevmenin" adıdır…
Cafer Kardaş/Ortadoğu