Tarih; milletler ağacının kökü, geçmişten geleceğe yazılmış tavsiye mektubu, bilgeler meclisinin ibret levhaları ve geleceğe sağlıklı bakıştır.
Tarih; hayatın pusulası, siyasetçinin kılavuzu, erken uyarı sistemi, insanlığın vicdanı, zamanların terazisi, fikirlerin arşivi, milletlerin sicil kayıt defteridir.
Kısacası tarih; insanoğlunun dünyaya ayak bastıktan sonraki hayatlarını, zaman içindeki siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel durumlarını, inanç yapılarını, uygarlıklarını, savaş ve barışlarını sebep ve sonuç ilişkileri içinde belgelere dayanarak tarafsız bir şekilde inceleyen bilim dalıdır.
Tarih biliminin amacı: İnsanoğlunun zaman tünelinde ilerlerken geçirdiği evreleri ve olguları dikkatle tarayıp, eldeki verileri hassas terazilerde tartarak, edinilen bilgileri yorumlayıp insanlığın hizmetine sunmaktır.
Tarihçi; olayları, olayların geçtiği yer ve zamanın şartlarına göre değerlendirip, araştırmalarında diğer bilim dallarından da faydalanarak neticeye varmaya çalışır. Bunlar: arkeoloji, coğrafya, kronoloji, antropoloji, Etnografya, Diplomatik vb.
Tarihçinin takip ettiği yol haritasında yazılı ve yazısız iki kaynak vardır:
A-Yazılı kaynaklar, mağara duvarları ve kayalardaki resimlerle başlayan her türlü belge ve bilgi içeren kayıtlardır.
B-Yazısız belgeler; Höyükler, Tümülüsler, anıtlar, kazılarda bulunan, insanların kullandığı her türlü araç, gereç, süs eşyaları, yerleşim kalıntıları gibi malzemelerdir…
NİÇİN KARADENİZ DENİLMİŞTİR?
İnsanlık hep bilinmeyenlerin keşfine ilgi duymuştur. Antik dönemlerde yeterli gemi yapım tekniği olmadığı için ticaret, keşif, macera gibi değişik duygularla Karadeniz’e açılanların bir kısmı geriye dönememiştir. Dönenlerin de Karadeniz’le ilgili naklettikleri hırçın dalgaları, karanlık sis ve bulutları, adaların yokluğu, limanların azlığı gibi olumsuzlukların abartılı anlatılışı, insanlarının yabancılara düşman oluşu gibi gösterilmelerinden dolayı Karadeniz’e “dost” olmayan, misafirperver olmayan, yabancılara düşman deniz anlamında Pontus Aksinos “Pontus Aexeinos” denilmiştir. Grekler Karadeniz kıyılarında ticaret kolonileri kurmaya başlayınca yerli halklar tarafından iyi karşılandıkları için deniz anlamında Pontus ve mutluluk veren, dost ve konuksever anlamında’ da Efksinos (Pontus Euxeinies) demişlerdir.
Karadeniz’de bölgenin ilk sakini olarak kabul edilen, Nuh’un (A.S.)oğullarından Yafes’in torunu Askanaz’ın bu bölgede ikametinden dolayı seyyah Şarden (Chardin)’e göre onun ismine izafeten torunları tarafından “Aşkenaz” denilmiştir. (2) Bir başka nakilde Karadeniz çevresinde yaşayan, yabancıları sevmeyen, yabancıları kurban eden “İskitlerden” dolayı bu ad verilmiştir.
Karadeniz’in daima dalgalı ve hırçın olduğunu, hiç sakin olmadığını gören Argonotlar’ın istihza için söylediklerini düşünenler olduğu gibi, Karadeniz’de yaşamış olan “Kimri” adlı bir kavmin siyah rengi sevdikleri, sevinç sembolü olarak siyah rengi kabul ettikleri için buna istinaden Karadeniz denilmiştir. Bütün dillerde bu denize “kara” sıfatının verilişiyle ilgili olarak farklı, farklı yorumlar yapılmıştır. Araplar, Karadeniz’e Bahr-i Esved (Kara Deniz) ,Bahr-i Bundus (Bunduz Denizi) derken Ruslar Kızarne More demişlerdir. Süryani kaynaklarında Pontus, İranlı coğrafyacılar Batlamyus’a dayanarak Pontus ve Maeotis adının söylenişini Buntus ve Mautis olarak almışlardır.
Karadeniz’e tarihi devirler içerisinde etrafında yaşayan halklara göre de isimler verilmiştir. İskitlerin iskân sahalarına yakın olan kısımlara İskit denizi, Sarmatlara yakın olan kıyılara Sarmat denizi ve aynı şekilde Kimmer denizi, Amazon denizi vb.
Aexeinos Persçe bir kelime olup “karanlık, zulmeden, işkence veren” gibi manaları içeren bir kelime olup Ahşaena’dan geldiği belirtilmektedir. Antik kaynaklarda Karadeniz’e ilk defa “Pontus Aexeinos” olarak Pındaros tarihinde rastlanır. Pındaros’ta ileri dönemlerde Pontus Aexeinos “dost ve misafirperver olmayan” deniz yerine Pontus Euxeinies( Pontus Öksen) “yabancılara dost olan” deniz denildiği görülmektedir. Bu Yunanlıların Karadeniz’e verdikleri isimdir.
Samsun tarihi yazarı Ali Sercan ve Amasya tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin Efendi “Pont tarihi müellifi Teodor Reynak (Reinach) ve müellif Loban’ın (Louba) ifadelerinden alıntı yaparak Pontus “Le Pont” bu kelimenin aslı Hundur. Yani bu kelimenin aslı Türkçedir. Fransızcası Pont’tur. Bu kelime Yunan konuşma tarzının tesiri altında kalarak (Es) ilavesiyle Pontus olarak kullanılır olmuştur. Hun kelimesi ihmal edilmemiş olsaydı pek tabiidir ki Hun olarak kalacaktı diyerek kelimelerin ve dilin önemine de vurgu da bulunmuştur.(6)
PONTUS GERÇEĞİ NEDİR?
Pontus sözcüğü bir milletin, toplumun yahut etnik bir grubun adı değildir. Pontus deniz anlamında bir kelimedir. Bunun için Pontus sözcüğünden bir toplumun, bir ırkın varlığı anlaşılmamalıdır. Pontus; Anadolu, Rumeli, Marmara denizi, Ege bölgesi gibi tarihi ve coğrafi olarak değerlendirilen bir bölgeye verilen isimdir. Pontus milleti diye bir millet ve tanımlama yoktur.
Bölge tarihini antik dönem Yunanlıların kolonileşmeleri ile başlatanlar, bundan önceki dönemlerdeki toplumların varlığını ve medeniyetlerini görmezden gelerek tarihi saptırmaktalar. Ismarlama tarih yazıcıları ders kitaplarının kabına “milli” yazınca milli olunacağını sanmaktalar. Bunu fırsat bilen Yunanlı Türk milletini işgalci, kuşatmacı gibi göstererek 5000 yıllık topraklarımızda hak iddia etmeye kalkmak ta, pamukçuklarda “ Megalo İdea’ya” bahçıvanlık yapmaktalar.
Antik yazarlar Pontus sözcüğünü çoğunlukla Karadeniz kıyılarının boyunca dizilmiş, koloni kentleri için kullanmışlardır. Daha sonraları” Pontus” Karadeniz’in güney kıyılarını anlatmak için kullanılmıştır. Heredot ve Ksenofon’un eserlerinde de öyle bahsedilir. Helenistik çağda çeşitli halkların içinde bulunduğu dönemde buralara Kappadokia denilmiş, daha sonraki dönemde Pontus kıyısındaki Kappadokia olarak adlandırılmış; zamanla kısaltılarak sadece “Pontus” denilmiştir.
Pontus bölgesi, doğuda Kolhis, batıda Halys (Kızılırmak),kuzeyinde Euxeinos ve güneyinde de Kappadokia Armenia ile sınırlıdır.(8)Pontus’lular hakkında bilgi veren önemli kaynaklar Ksenefon’un Anabasis’i ve Strabon’un Coğrafyasıdır. Bölgeye Eksinos Pontus denildiği dönemlerde burada yaşayan halklar arasında,”Kardukhlar,Armenler,Khalybler, Skythenler, Makronlar,Kolhlar…vardı. Bunlar Kafkas kökenliydi ve aralarında Türk boyları bulunuyordu.”
Büyük İskender’in ölümünden sonra, komutanları arasında sürüp giden mücadele ve karışıklığı fırsat bilip, bundan faydalanan Pers kökenli Pontus valisi Birinci Mithradates (Mitridat), yerli halklar ve onların kalıntılarından oluşan, Helen olmayan topluluklarla İ.Ö.281’de”Pontus Krallığı”nı kurmayı başarır. (10) Pontus Kapadokyasında o zaman oturan halk İran kökenli, Asyalı bir topluluk ve Paflagonyalılardan oluşuyordu. Bunlar Gaşkalar, Hititler, Frigler, Milezyenler, Kimmerler gibi Hellen olmayan yerli toplumların kalıntılarıydı. Mitridat öldüğü zaman( ö.266) oğullarına kuvvetli bir devlet bırakmıştır.
V.Mitridat zamanında Paflagonya(Kastamonu, Çankırı, Bolu yöreleri) fethedildiği gibi Ankara yöresindeki Galatları’da nüfuzları altına almışlardır.Pontus devletinin kurucusu da, Hanedanı da Persli asilzadelerdir. Tebaası ise fetihten önce orada iskân olan Anadolu’nun yerli halklarıydı. Bu dönemlerde Karadeniz veya Pontus kıyılarında Yunanlılar başlıca dört kent koloniye, yani Trabzon, Amisos, Sinop ve Herakleiaya (Ereğli) yerleşmiş bulunuyorlardı. İç kesimlerdeki Pontus’lular tümüyle Asya kökenli topluluklardan oluşuyordu.
Üçüncü Mithrades’ten sonra yerine geçen kral birinci Farnakes (Farnak)185-169), o zamanlar Karadeniz şehirlerinin en önemlisi olan Sinope şehrini almıştır. Sinope’ye bağlı olan Karadeniz’deki” Milet” kolonileri olan Ordu, Giresun şehirleri ve çevresini ele geçirip Giresun’a (Kerasus) kendi adını Farnakia (Farnak) vermiş, Yunan sömürgeciliğine karşı İranlaştırma hareketini sürdürmüştür. Ancak Persler Samsun, Sinop, Ordu ve Giresun gibi kıyı kentlerinin toplumsal yapısını etkileyememişlerdir. Oğlu IV. Mithridates Philopator (169-150) devlet merkezini Amasya’dan Sinope’ye nakletmiştir.
M.Ö. 546 yılında Anadolu’da Pers hâkimiyeti dönemi başlar. Persler Orta ve Doğu Karadeniz kıyılarını “ Pontus Kapadokya’sı” adı ile anmışlardır. Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılan Güney Kapadokya’nın satraplık merkezi Kayseri, Kuzey Kapadokya’nın ise Turhal (Tokat)olmuştur. Kuzey Kapadokya yani Karadeniz kıyısındaki Kapadokya, Antik dönem yazarları tarafından Karadeniz Kapadokya’sı( Pontus Kappadokia)diye ifade edilmiştir.
Dr. Emin Bilgiç Perslerin 10. eyaleti olan Pontus Satraplığını Yozgat, Muş, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Çorum, Amasya ve Sivas’ı içine alan geniş topraklar olarak belirtir. Halkını da yerli halklar olarak değerlendirir.
İdarecileri İran asıllı olan Pontus Krallığının ana halkını Kapadoklar ve Paflagonlar oluşturuyordu. Helenler ise o zaman sayıları az olan kıyı şehirlerinde ticaret kolonileri oluşturuyorlardı. Kilise önderleri misyonerler sayesinde, İ.S.4. yüzyılda Hıristiyan dininin yayılması sırasında, planlı olarak bir dilsel Helenleştirme evresine girilir.
Asya kökenli olan Paflagonlar da Helenistik döneme kadar kimliklerini korudular. Paflagonların Helenleşmesi Hıristiyanlığın yayılmasıyla gerçekleşti. Helenler Yunan dilinde yazılmış İnciller kullanarak dilde asimilasyonu başardılar.
Avrupa’nın tanınmış iki tarihçisi, (Maspero) ve (Dö Morgan) Anadolu’nun en eski halkının Turanlı olduklarını kaydeder. Dö Morgan (Kafkasya’da ve Anadolu’da İlmi Heyet) isimli yazdığı eserde: “Anadolu ve Kafkasya’nın en eski halkının on bin seneden beri Turanlı olduğu söyleniyorsa da bu hakikat hiç olmazsa tarihin olayları kayıt edebildiği milattan dört bin yıl evvelinden beri böyledir.” Demektedir. Amasya tarihi yazarı Hüseyin Hüsamettin Efendi Karadeniz sahillerinde ve Amasya çevresinde kurulmuş olan “Pont Krallığı”nı Pont tarihi yazarı “Reynak” ve tarihçi Loban’a dayandırarak Turanî’lerden Hunlara ait olduklarını belirtir.
İ. Ö.280’lerde,Pontus Krallığı’nın ordusunda çok sayıda paralı askerlik yapan yabancılar vardı. Trakya’dan Eskişehir, çorum, Yozgat gibi yerleşim yerlerine gelen Kelt (Galat) oymaklarından da ücretli asker topladıkları bilinir.(19)Pontus Krallığı Amasra ile Batum arasındaki Karadeniz sahillerini içine alarak Orta Anadolu’ya uzanıyor, güneyde ise Fırat’a dayanıyordu.
Karadeniz halklarıyla ilgili en geniş bilgiyi M.Ö. 400 yılında; para ile savaşmak için İranlı prenslerin maiyetine girmek üzere yola çıkan, on bin ücretli Yunanlı askerin yolculuğunu, Ksenofon onbinlerin dönüşü “anabasis” adlı eseriyle genişçe anlatır. Karadeniz de Trabzon’dan sonra Giresun (Kerasus), Ordu (Kotyora) ve Sinop yolculuğunda Helen elçiler kullanarak bölgelerden geçişlerini, dağlarda rastladığı kavimlerin hiçbirinin Yunanca bilmediklerini belirtir.