Başbakan Ahmet Davutoğlu, Polonya'ya gerçekleştireceği resmi ziyaret öncesinde havaalanında düzenlediği basın toplantısında sorulduğu halde CHP Sözcüsü Haluk Koç'un iddialarına cevap vermedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Polonya'ya gerçekleştireceği resmi ziyaret öncesinde havaalanında düzenlediği basın toplantısında, kendisine sorulan, 'KPSS olmadan torpille devlet kademelerine 85 kişinin yerleştirildiği' iddialarını cevapsız bıraktı. Davutoğlu, bir gazetecinin kendisine bu iddiaları sormasına rağmen herhangi bir açıklama yapmadı ve başka soru almadan basın toplantısını bitirdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Polonya'ya hareketinden önce Esenboğa Havalimanı'nda bir basın toplantısı düzenledi Davutoğlu'na, burada bir gazeteci şu soruyu yöneltti: "Geçtiğimiz hafta yapılan Milli Eğitim Şurası'nda alınan tavsiye kararları özellikle iki başlık tartışılıyor. Osmanlıca ile ilgili tartışmalar ki bugün Sayın Cumhurbaşkanı da 'İstenilse de istenilmese de bu ders öğretilecek yönünde bir açıklama geldi. Seçmeli olmalı yönünde bir tavsiye kararı gelmişti. Herhangi bir değişiklik olacak mı? Bir diğer sorum da zorunlu din dersleri ile ilgili. İlkokul bir, iki ve üçüncü sınıfta öğretilmesi yönünde bir tavsiye kararı alındı. Bir taraftan siz Alevilerle görüşüyorsunuz. Onların en önemli taleplerinden bir tanesi zorunlu din derslerinin kaldırılması. Bir yandan da böyle tavsiye kararı çıkıyor. Ne diyeceksiniz? Son sorum da dün CHP Sözcüsü Haluk Koç'un iddiaları vardı. KPSS sınavı ile ilgili. 85 ismin torpil yoluyla atandığına dair. Bu iddia için ne diyeceksiniz?"
Davutoğlu, ardından ilk olarak şöyle konuştu: "3 soru dendi ama sorular içinde sorularla 9 soruya çıktı. Ben Polonya seyehatimde zaten gecikmiş durumdayım."
ŞURA YORUMU: BİR BARDAK SUDA FIRTINA KOPARTILIYOR
Davutoğlu, ardından Osmanlıca dersine ilişkin soruya cevaben şu değerlendirmeyi yaptı: "Milli Eğitim Şurası, milli eğitim ile ilgili her kesimin katıldığı, her sivil toplum kuruluşunun, sendikaların tecrübeli öğretim üyelerinin, aydınların katıldığı geniş katılımlı bir platformdur. Ben de geçmişte milli eğitim şuralarına katıldım. Orada her şey tartışılır, her konu gündeme gelir ve öyle bir hava estirildi ki sanki sadece din dersleri ve Osmanlıca tartışılmış gibi. Eğitim şurasında her konu tartışıldı. Dolayısıyla konuyu bir iki hassas unsura atfen sadece bunlar tartışılmış gibi bir intiba vermek, her şeyden önce şuraya katılan çok saygın bilim adamlarına ve orada görüş beyan edenlere bir haksızlıktır. Şura kararları, Milli Eğitim Bakanlığı'na tavsiye olarak sunulur, bakanlık, bakanlar kuruluna getirir ve orada değerlendirilir. Şimdi daha o aşamalar geçmeden bir bardak suda fırtına kopartılmaya çalışılıyor."
"OSMANLICA TÜRKÇEDİR"
Ardından, Osmanlıca derslerinin zorunlu olmasına ilişkin tavsiye kararlarını değerlendiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı: "Osmanlıca konusu; Osmanlıca denilince arkadaşlar yabancı bir dilden bahsedildiğini zannediyorlar. Osmanlıca, bugün kullandığımız Türkçenin bir başka alfabe ile yazımıdır. Yani Osmanlıca diye bahsettiğiniz, bahsedilen diye demedim, özellikle CHP Grup Başkanvekilinin bir ifadesi var, 'mezar taşlarını mı okuyacaklar' diye. Evet, mezar taşlarını okuyamayan bir nesil ç harfini bilemez. Maalesef sizin tek parti döneminde bu mezar taşlarından başka birşey bırakılmadı. Tarih tahribatı yaptınız. Osmanlıca Türkçedir bir kere bunu herkes bilsin. Almanca veya İngilizce geçmişte gotik alfabe ile farklı alfabe ile yazılan Almancayı eğer Alman aydını okuyorsa ki Goethe'yi okuyabiliyorsa, bir İngiliz Shakespeare'i aslından okuyabiliyorsa, bir Türk aydının da bırakınız 16., 17. yüzyıl metinlerini, Namık Kemal'i aslından okuyabilmesinden kim niye rahatsız olsun? Okuyamıyorsa bir zaaftır. Bahsedilen dil bir yabancı dil değildir ki. Bahsedilen dil düşman bir dil değildir ki. Bahsedilen dil kastettikleri gibi Ortaçağ karanlığından gelen bir dil falan da değildir. Ortaçağ karanlığı o ayrıca bir kavram. Sosyal bilimlerde zaten Osmanlıca, Türkçe. Şöyle desek, 'kadim Türkçe' desek, '19. yüzyıl Türkçesi' desek ve okutsak karşı mı çıkacaklar? Nedir bu Osmanlı alerjisi anlamıyorum. Namık Kemal Türkçesi desek karşı mı çıkacaklar? Ömer Seyfettin Türkçesi desek karşı mı çıkacaklar? Meclis-i Mebusan Türkçesi destek karşı mı çıkacaklar? Burada teklif edilen şey de nedir? Sosyal bilimler liselerinde zaten mecbur. İmam hatip liselerindeki metnin çoğu imam hatip liselerinde kullanılan klasiklerin çoğu bu metinler olduğu için bu alfabe kadim Türkçeden kullanıldığı için orada da zorunlu hale getirilebilir mi? Diğer liselerde seçmeli olabilir mi? İsteyen öğrenci seçer, isteyen öğrenci seçmez. Teklif edilen bu. Nedir bu tarih alerjisi, nedir bu kültür düşmanlığı anlamak mümkün değil. Herhangi bir sahafa gitseler, o CHP sözcülerine söylüyorum, bırakın mezar taşlarını biz okuruz, o mezar taşlarına hürmet de ederiz. Onlar bu toprakların tapusudur. Sadece bu toprakların değil Üsküp'te de tapudur, Saraybosna'da da tapudur, gitsinler Şam'da da Bağdat'ta şehitlerimizin yattığı yerlerde o mezar taşları var. Hürmetsizlik etmesinler. Biz onları okuruz, okuturuz yaşatırız da. Ama gitsin bir Beyazıt'ta sahaflara girsin veya Ankara'daki sahaflara gitsin şöyle 100 yıl önceki bir metni okusun. Bir Alman aydını, bir Alman parlamenteri, bir İngiliz parlamenteri 100 yıl önceki metni okuyabiliyor mu okuyamıyor mu? Okuyor. Peki siz Birinci Meclis'in metinlerini okuyabilir misiniz? Okuyamazsınız. Bu bir zaaf değil mi? Eğer alfabe devrimi yapılmışsa bu geçmiş alfabeyi karanlık, kötü, tahkir edici şekilde kullanmaya bir zemin mi teşkil eder? Zaten Türkiye'de yerleşik bir şekilde bu geçiş süreci yaşanmış. Ama bu geçiş süreci tahripkâr bir şekilde bugün anlaşılmış ve bir dönem Osmanlı arşivlerini okuyacak o kıymetli bütün Avrupa tarihinin yazacak Osmanlı arşivlerini okuyacak arşiv uzmanı kalmamıştı bu memlekette. Evet, ben her veli, her yetişen Türk gencinin bir Türk aynı olarak 19. yüzyıl, 18. yüzyıl, 17. yüzyıl, 16. yüzyıl Koçibey Risalesi'ni de mümkünse Aşık Paşazade'yi de mümkünse aslından okumasını bir zaruret olarak görürüm. Aydın olmanın bir zarureti. Aydınlık bir gelecek vaat etmenin bir zarureti. Bunu yapamayan bir İngiliz'e aydın denmez, bir Alman'a aydın denmez. Niye Türkiye'de farklı kategoriler koyuluyor. Madem ki açtılar bu dosyayı, işlemeye devam edeceğiz."
DİN KÜLTÜRÜ TOPLUMA YABANCI BİR DERS DEĞİL
Ardından, din dersine ilişkin soruyu cevaplandıran Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı: "Din dersi meselesine gelince. Şimdi din dersi ile ilgili de yine zaten var olan uygulama dışında herhangi bir şey teklif ediliyor değil. Bir teklif söz konusu. Benim Alevi kanaat önderleriyle yaptığım toplantılarda da din kültürü ve ahlak dersine kimse karşı çıkmıyor. Bizim bundan sonra konuşmamız gereken din kültürü ve ahlak dersi müfredatında bütün dinleri, bütün mezhepleri kuşatıcı bir müfredatın uygulanması. Bunlar hep konuşulacak. Ben bunda bir çelişki görmüyorum. İstişare ederek en doğruyu bulacağız. Nihayet bahsettiğimiz din kültürü dersi de bu topluma yabancı bir ders değil. Hele hele Kılıçdaroğlu'nun 'Ortaçağ karanlığı' demek bırak onu Avrupalılar söylesin. Doğru, Avrupa için Ortaçağ karanlığı, kadınların ruhları yok diye yakıldığı bir karanlık çağ. Ama bizim için Ortaçağ dediğiniz çağlar bütün o karanlıkların yaşandığı dönemde insanların onurunu, eşitliğini savunan bir başka medeniyetin doğduğu çağlardır. Kendisinin de zikrettiği Seyyid Mahmud Hayrani, Hz. Mevlana, Yunus Emre, Baba Mansur. İster Sünni ister Alevi, hepsi onların Ortaçağ dediği dönemde yaşadılar. Yunus Emre onun Ortaçağ dediği dönemde şiirlerini okudu. Hz. Mevlana, onun Ortaçağ dediği dönemde o Mesnevi'de insanlık sevgisini ortaya koydu hala okunuyor. Öyle oryantalist kalıplarla düşünmek aydın olmaya da yakışmaz hele siyaset yapıyorsan siyasi söyleme de yansımaz. Ortaçağ karanlığı dediğinizde Konya'daki Mevlana aşıklarına karanlık demiş oluyorsunuz. Hacı Bektaş-ı Veli'ye karanlık demiş oluyorsunuz. Bunlar 19. yüzyıl ilerlemeci tarih doktrini içinde Batı'da üretilen tabirlerdir. Bırakın artık biraz çağdaş olun. 19. yüzyıl Fransa'sının karanlık çukurları içinde kalmayın. Biz 12. yüzyıl Anadolu erenlerini de aydınlık bir yüzyıl olarak görürüz. Hele hele Hz. Peygamber'in dönemini Asr-ı Saadet olarak görürüz. Eğer konuşacaksak belli bir seviyede belli bir düzeyde konuşmamız lazım. Her bir vatandaşımızın hukukuna saygı gösteririz. Her bir mezhebin, dinin, bu din kültürü derslerinde en iyi şekilde okutulmasını isteriz. Bu konuda da dinlerin okutulmamasına dayalı olan bir yaklaşıma hiç kimseye de faydası yok. Aksine daha iyi okutulup hepsine muhabbet ve sevgi diliyle yaklaşmak lazım."
Davutoğlu, sözlerini burada noktaladı ve gazetecinin yönelttiği diğer soru olan torpil iddialarını cevaplamadı. Davutoğlu, başka soru almadan da basın toplantısını bitirdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Polonya'ya gerçekleştireceği resmi ziyaret öncesinde havaalanında düzenlediği basın toplantısında, kendisine sorulan, 'KPSS olmadan torpille devlet kademelerine 85 kişinin yerleştirildiği' iddialarını cevapsız bıraktı. Davutoğlu, bir gazetecinin kendisine bu iddiaları sormasına rağmen herhangi bir açıklama yapmadı ve başka soru almadan basın toplantısını bitirdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Polonya'ya hareketinden önce Esenboğa Havalimanı'nda bir basın toplantısı düzenledi Davutoğlu'na, burada bir gazeteci şu soruyu yöneltti: "Geçtiğimiz hafta yapılan Milli Eğitim Şurası'nda alınan tavsiye kararları özellikle iki başlık tartışılıyor. Osmanlıca ile ilgili tartışmalar ki bugün Sayın Cumhurbaşkanı da 'İstenilse de istenilmese de bu ders öğretilecek yönünde bir açıklama geldi. Seçmeli olmalı yönünde bir tavsiye kararı gelmişti. Herhangi bir değişiklik olacak mı? Bir diğer sorum da zorunlu din dersleri ile ilgili. İlkokul bir, iki ve üçüncü sınıfta öğretilmesi yönünde bir tavsiye kararı alındı. Bir taraftan siz Alevilerle görüşüyorsunuz. Onların en önemli taleplerinden bir tanesi zorunlu din derslerinin kaldırılması. Bir yandan da böyle tavsiye kararı çıkıyor. Ne diyeceksiniz? Son sorum da dün CHP Sözcüsü Haluk Koç'un iddiaları vardı. KPSS sınavı ile ilgili. 85 ismin torpil yoluyla atandığına dair. Bu iddia için ne diyeceksiniz?"
Davutoğlu, ardından ilk olarak şöyle konuştu: "3 soru dendi ama sorular içinde sorularla 9 soruya çıktı. Ben Polonya seyehatimde zaten gecikmiş durumdayım."
ŞURA YORUMU: BİR BARDAK SUDA FIRTINA KOPARTILIYOR
Davutoğlu, ardından Osmanlıca dersine ilişkin soruya cevaben şu değerlendirmeyi yaptı: "Milli Eğitim Şurası, milli eğitim ile ilgili her kesimin katıldığı, her sivil toplum kuruluşunun, sendikaların tecrübeli öğretim üyelerinin, aydınların katıldığı geniş katılımlı bir platformdur. Ben de geçmişte milli eğitim şuralarına katıldım. Orada her şey tartışılır, her konu gündeme gelir ve öyle bir hava estirildi ki sanki sadece din dersleri ve Osmanlıca tartışılmış gibi. Eğitim şurasında her konu tartışıldı. Dolayısıyla konuyu bir iki hassas unsura atfen sadece bunlar tartışılmış gibi bir intiba vermek, her şeyden önce şuraya katılan çok saygın bilim adamlarına ve orada görüş beyan edenlere bir haksızlıktır. Şura kararları, Milli Eğitim Bakanlığı'na tavsiye olarak sunulur, bakanlık, bakanlar kuruluna getirir ve orada değerlendirilir. Şimdi daha o aşamalar geçmeden bir bardak suda fırtına kopartılmaya çalışılıyor."
"OSMANLICA TÜRKÇEDİR"
Ardından, Osmanlıca derslerinin zorunlu olmasına ilişkin tavsiye kararlarını değerlendiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı: "Osmanlıca konusu; Osmanlıca denilince arkadaşlar yabancı bir dilden bahsedildiğini zannediyorlar. Osmanlıca, bugün kullandığımız Türkçenin bir başka alfabe ile yazımıdır. Yani Osmanlıca diye bahsettiğiniz, bahsedilen diye demedim, özellikle CHP Grup Başkanvekilinin bir ifadesi var, 'mezar taşlarını mı okuyacaklar' diye. Evet, mezar taşlarını okuyamayan bir nesil ç harfini bilemez. Maalesef sizin tek parti döneminde bu mezar taşlarından başka birşey bırakılmadı. Tarih tahribatı yaptınız. Osmanlıca Türkçedir bir kere bunu herkes bilsin. Almanca veya İngilizce geçmişte gotik alfabe ile farklı alfabe ile yazılan Almancayı eğer Alman aydını okuyorsa ki Goethe'yi okuyabiliyorsa, bir İngiliz Shakespeare'i aslından okuyabiliyorsa, bir Türk aydının da bırakınız 16., 17. yüzyıl metinlerini, Namık Kemal'i aslından okuyabilmesinden kim niye rahatsız olsun? Okuyamıyorsa bir zaaftır. Bahsedilen dil bir yabancı dil değildir ki. Bahsedilen dil düşman bir dil değildir ki. Bahsedilen dil kastettikleri gibi Ortaçağ karanlığından gelen bir dil falan da değildir. Ortaçağ karanlığı o ayrıca bir kavram. Sosyal bilimlerde zaten Osmanlıca, Türkçe. Şöyle desek, 'kadim Türkçe' desek, '19. yüzyıl Türkçesi' desek ve okutsak karşı mı çıkacaklar? Nedir bu Osmanlı alerjisi anlamıyorum. Namık Kemal Türkçesi desek karşı mı çıkacaklar? Ömer Seyfettin Türkçesi desek karşı mı çıkacaklar? Meclis-i Mebusan Türkçesi destek karşı mı çıkacaklar? Burada teklif edilen şey de nedir? Sosyal bilimler liselerinde zaten mecbur. İmam hatip liselerindeki metnin çoğu imam hatip liselerinde kullanılan klasiklerin çoğu bu metinler olduğu için bu alfabe kadim Türkçeden kullanıldığı için orada da zorunlu hale getirilebilir mi? Diğer liselerde seçmeli olabilir mi? İsteyen öğrenci seçer, isteyen öğrenci seçmez. Teklif edilen bu. Nedir bu tarih alerjisi, nedir bu kültür düşmanlığı anlamak mümkün değil. Herhangi bir sahafa gitseler, o CHP sözcülerine söylüyorum, bırakın mezar taşlarını biz okuruz, o mezar taşlarına hürmet de ederiz. Onlar bu toprakların tapusudur. Sadece bu toprakların değil Üsküp'te de tapudur, Saraybosna'da da tapudur, gitsinler Şam'da da Bağdat'ta şehitlerimizin yattığı yerlerde o mezar taşları var. Hürmetsizlik etmesinler. Biz onları okuruz, okuturuz yaşatırız da. Ama gitsin bir Beyazıt'ta sahaflara girsin veya Ankara'daki sahaflara gitsin şöyle 100 yıl önceki bir metni okusun. Bir Alman aydını, bir Alman parlamenteri, bir İngiliz parlamenteri 100 yıl önceki metni okuyabiliyor mu okuyamıyor mu? Okuyor. Peki siz Birinci Meclis'in metinlerini okuyabilir misiniz? Okuyamazsınız. Bu bir zaaf değil mi? Eğer alfabe devrimi yapılmışsa bu geçmiş alfabeyi karanlık, kötü, tahkir edici şekilde kullanmaya bir zemin mi teşkil eder? Zaten Türkiye'de yerleşik bir şekilde bu geçiş süreci yaşanmış. Ama bu geçiş süreci tahripkâr bir şekilde bugün anlaşılmış ve bir dönem Osmanlı arşivlerini okuyacak o kıymetli bütün Avrupa tarihinin yazacak Osmanlı arşivlerini okuyacak arşiv uzmanı kalmamıştı bu memlekette. Evet, ben her veli, her yetişen Türk gencinin bir Türk aynı olarak 19. yüzyıl, 18. yüzyıl, 17. yüzyıl, 16. yüzyıl Koçibey Risalesi'ni de mümkünse Aşık Paşazade'yi de mümkünse aslından okumasını bir zaruret olarak görürüm. Aydın olmanın bir zarureti. Aydınlık bir gelecek vaat etmenin bir zarureti. Bunu yapamayan bir İngiliz'e aydın denmez, bir Alman'a aydın denmez. Niye Türkiye'de farklı kategoriler koyuluyor. Madem ki açtılar bu dosyayı, işlemeye devam edeceğiz."
DİN KÜLTÜRÜ TOPLUMA YABANCI BİR DERS DEĞİL
Ardından, din dersine ilişkin soruyu cevaplandıran Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı: "Din dersi meselesine gelince. Şimdi din dersi ile ilgili de yine zaten var olan uygulama dışında herhangi bir şey teklif ediliyor değil. Bir teklif söz konusu. Benim Alevi kanaat önderleriyle yaptığım toplantılarda da din kültürü ve ahlak dersine kimse karşı çıkmıyor. Bizim bundan sonra konuşmamız gereken din kültürü ve ahlak dersi müfredatında bütün dinleri, bütün mezhepleri kuşatıcı bir müfredatın uygulanması. Bunlar hep konuşulacak. Ben bunda bir çelişki görmüyorum. İstişare ederek en doğruyu bulacağız. Nihayet bahsettiğimiz din kültürü dersi de bu topluma yabancı bir ders değil. Hele hele Kılıçdaroğlu'nun 'Ortaçağ karanlığı' demek bırak onu Avrupalılar söylesin. Doğru, Avrupa için Ortaçağ karanlığı, kadınların ruhları yok diye yakıldığı bir karanlık çağ. Ama bizim için Ortaçağ dediğiniz çağlar bütün o karanlıkların yaşandığı dönemde insanların onurunu, eşitliğini savunan bir başka medeniyetin doğduğu çağlardır. Kendisinin de zikrettiği Seyyid Mahmud Hayrani, Hz. Mevlana, Yunus Emre, Baba Mansur. İster Sünni ister Alevi, hepsi onların Ortaçağ dediği dönemde yaşadılar. Yunus Emre onun Ortaçağ dediği dönemde şiirlerini okudu. Hz. Mevlana, onun Ortaçağ dediği dönemde o Mesnevi'de insanlık sevgisini ortaya koydu hala okunuyor. Öyle oryantalist kalıplarla düşünmek aydın olmaya da yakışmaz hele siyaset yapıyorsan siyasi söyleme de yansımaz. Ortaçağ karanlığı dediğinizde Konya'daki Mevlana aşıklarına karanlık demiş oluyorsunuz. Hacı Bektaş-ı Veli'ye karanlık demiş oluyorsunuz. Bunlar 19. yüzyıl ilerlemeci tarih doktrini içinde Batı'da üretilen tabirlerdir. Bırakın artık biraz çağdaş olun. 19. yüzyıl Fransa'sının karanlık çukurları içinde kalmayın. Biz 12. yüzyıl Anadolu erenlerini de aydınlık bir yüzyıl olarak görürüz. Hele hele Hz. Peygamber'in dönemini Asr-ı Saadet olarak görürüz. Eğer konuşacaksak belli bir seviyede belli bir düzeyde konuşmamız lazım. Her bir vatandaşımızın hukukuna saygı gösteririz. Her bir mezhebin, dinin, bu din kültürü derslerinde en iyi şekilde okutulmasını isteriz. Bu konuda da dinlerin okutulmamasına dayalı olan bir yaklaşıma hiç kimseye de faydası yok. Aksine daha iyi okutulup hepsine muhabbet ve sevgi diliyle yaklaşmak lazım."
Davutoğlu, sözlerini burada noktaladı ve gazetecinin yönelttiği diğer soru olan torpil iddialarını cevaplamadı. Davutoğlu, başka soru almadan da basın toplantısını bitirdi.